Müspet hareketin ne tarifini ne hikmetini izah etmekti maksadım…
Hikmetini, faydasını, maslahatını lügâta bakmadan herkes tarif edebilir…
Allah sıhhat ve afiyet versin yazı denemelerimin ilk yıllarında hayata dair çok şeyler öğrendiğim Yüksel Toker ağabeyimin;
“Kardeşim, yazınız bir meselenin ilmini değil derdini yazın. İlmini yazan çok olur da derdini yazan pek olmaz” tavsiyesini hep hatırlarım.
İlk memuriyetim Tokat’ta başladı. Genç bir öğretmen olarak talebelerle birlikte dersanede kalıyorduk. (1981)
Mülkiyeti Yüksel ağabeyimize ait olan binada kendileri de üst katta ikamet ediyordu. Sık görüşme, istifade etme fırsatım oldu.
Yüksel Toker abi konservatuar eğitimi almış her musiki enstrümanını çalabilen bir kabiliyet olduğunu çoklar bilmez.
Pazar günleri bir grup arkadaşla ney eşliğinde tasavvuf musikisi eğitimi alıyorduk… Bu arada yazı çalışmalarımız oluyor, yukarıda bahsi geçen “bir yazıda meselenin ilmini değil derdini ele almalısın” tavsiyesi zihnime silinmeyecek şekilde kazınmıştı. Bu vesile ile bir anekdotun yeri geldi.
Karikatürist ve yazar Demirhan Kadıoğlu Yüksel ağabeyimizin yönlendirmesiyle Can Kardeş’te çizmek üzere Tokat’tan İstanbul’a gönderildi.
Bir referans mektubuyla İstanbul’a gönderip basın dünyasına kazandırılmasına vesile olmuşlardır… Her ikisine de buradan selamlar…
xxx
Şimdi gündem dışı uğradığımız yan yoldan müspet hareket yoluna gelelim.
Müspet hareket yaklaşımı yanlış yorumlanmasından meydana gelen arızalara dikkat etmek lazım…
Her düşünce ve davranışın dengesini tutturmak önemli…
Nasıl ki, makamda vakar evde tevazu doğru davranış iken… Makamda tevazu zillet, evde tevazu kibir olarak telakki olunur.
Bir davranışın nerede müspet nerede menfi hüküm alacağı, muktezay-ı hâl ilcaat-ı zamana göre değişir.
Her müslümanın vazifesi “emr-i bilmağruf, nehy-i anil münker” (iyiliği emretmek kötülükten sakındırmak) değil midir?
Bunun ölçüsü imkânlara göre değişir… ”Bir fenalığı gücün yetiyorsa elinle, yetmiyorsa dilinle, onu da yerine getirme imkânın yoksa kalbinle buğz et. Ancak bu son hal imanın en zayıf halidir” ölçüsünü hadis olarak her sıradan Müslüman bilir. Buradan çıkan anlam şu olmalı:
Kardeşim “Bir yanlışlığı elinle düzeltemiyorsan hiç olmazsa dilinle önlemek için söylenmesi gerekeni söylemelisin” demektir.
Elinle düzeltmeye gücü yetmek idari yetki sahibi olanlar içindir.
Dilinle bir hakikati beyan etmek mecburidir. Yine biliyoruz ki, “zâlime karşı hakikati ifade etmek çok değerli bir fazilet” olduğunu yine herkes bilir.
Asayişe taalluk eden fiili tedbir devletin kurumları ve görevlilerinin işidir.
Fakat öyle haller var ki, bir çocuğa, kadına, zayıfa zulüm edildiğini açıkça gören, müşahede eden insanların mel mel bakıp müdahale etmeyişinin izahı olamaz. Bunun müspet hareketle de alâkası yoktur.
Medyaya yansıyan üvey annenin çocuklara yaptığı, daha sonra öz annenin de aynı zulmü işlediğini magazin haber olarak bütün Türkiye izliyor…
Kesin inanıyorum ki, o çocukların maruz kaldığı muameleyi komşuları işitmişlerdir.
Bediüzzaman, “Nemelazım başkası düşünsün istibdadın yâdigarıdır” demiş.
Nemelazımcılık İslam Dünyasının en büyük kronik hastalığıdır.
Diktatörlükten demokrasiye geçemeyen İslâm ülkelerinin ya tam nötr ya da menfi ve şiddetli siyasi tepki vermekten vasatı tutturamamışlardır.
Makro seviyede ülkeler, mikro seviyede toplumun en küçük dairesi mahallede hastalık göstergesidir nemelazımcılık…
Yaşadığım bir olayı aktarmak istiyorum. Yoruma açık… Tepkilere de hazırım.
Bizim apartmanda da bir gün bir daireden anne bağrışması ve çok acıklı çocuk sesini işittim. Tereddütsüz hemen zile bastım. Kapı açılınca “Hanımefendi niye çocuğa zulmediyorsun?” diye tepkimi sözle ifade ettim…
Malûm klasik cevap “Sana ne? O benim çocuğum” oldu…
“Olsun zulmedemezsin. Seni polise şikayet edeceğim” dedim…
Edersin edemezsin polemik sürdü… Diyeceğimi dedim bıraktım gittim…
O günden sonra o daireden çocuk sesi gelmedi… Çünkü birkaç kez ağlama sesi gelmişti. Konu kapanmıştı…
Bir zaman sonra akşamın birinde kapımız çalındı tartıştığımız o kadın elinde bir kap yemek elimize tutuşturdu gitti…
Demek maksat hasıl olmuş.
Eşine şiddet kullanan kaba heriflere de kapıyı çalıp müdahale etmek lazım.
Belki siz de darp alacaksınız. Dayaktan nasip alacaksınız… Olsun… Fedâkârlık ne zaman lazım.
Bazen riski göze alarak zulme uğrayan insana yardım etmeyen bir insan nefis ve vicdan muhasebesi yapmalı…
Müspet hareket güzel de… Yerinde güzel…
Gözünün önünde cereyan eden vahşete tepkisiz, hareketsiz, lakayt, nemelazımcı, vurdumduymazlık müspet hareket sınıfından sayılmaz…
Nötr kalmak kendini yok saymak, özne değil nesne olmayı kabul etmek demektir…
Çocuğa kadına veya her kim olursa olsun şiddete maruz kalanlara karşı toplumun duyarsızlığı lakayt kalması müspet hareket kavramının yanlış anlaşılmasıdır.
Risale-i Nur talebeleri müspet hareket ölçüsünü fiilen toplumda kabul görmesini sağlamıştır.
Özellikle siyasi görüş ayrılıklarından kaynaklanan çatışmaların önlenmesinde çok önemli bir misyon ifa etmişlerdir. Yaşama biçimi olarak toplumda karşılık bulmasına vesile olmuşlardır.
Ancak kantarın topuzunu fazla kaçtığını iddia ediyorum. Sataşmak serbest… Düşüncesini beyan etmenin çok kıymetli olduğu zeminlerde de sessiz, lakayt kalmanın müspet hareketle izahı mümkün değildir.
Dünyevileşme hastalığını herkes dile getiriyor da ben merkezli nemelazımcılık hastalığını kimse dile getirmiyor…
Müspet hareket kamuflajının arkasına saklanıp ortalıktan tam arazi olmak nasıl müspet hareket olur yaaaa????
Vasat olan hakkaniyettir. Hakkaniyet adalettir. Yani muvazenedir. Hakperestliktir…
Siyasete bulaşmamak adına sosyal hayatın içinde mecburen yer alan bir insan hususan şuurlu bir Müslüman nemelazımcı olamaz…
Lazım olan yerde eliyle ve diliyle gerekeni yapmaktır…
Ortamında konuşamayıp kendi küllüğünde gıybet etmek daha mı doğru hareket?
Bediüzzaman Said Nursi ve Risalelerden ders alan Bediüzzaman’ın hayatına bakmalı…
İnancı yüzünden binlerce başın iki dudak arası bir talimatla idama gittiği bir zamanda “Paşa paşa kainatta en büyük hâkikat imandır, imandan sonra namazdır, namaz kılmayan haindir…” sözünü haykıran bir Üstadın talebeleri tam siper arazi olmayı müspet hareketle izah edemez.
Müslümanlığın bir bedeli ve maliyeti olacak… Bedel ödemeye hazır olmayan tatlı su mücahitliğidir…
Her güzel faziletin kaynağı olduğu gibi cesaretin kaynağı da imandır.
İman-ı tahkiki dersi alan birisi hayatın her sahasında cesaretini ortaya koyacaktır.
İnsanlığın yıldızlarının hepsi büyük bedel ödemişlerdir… Başta Peygamberler… Sırasıyla niceleri…
Toplumda hassasiyet bir derece gelişse şiddet gibi adi vakalar yaşanmaz…
Müspet hareket vaktinde doğru harekettir… Hareketsizlik değildir.
Sorumluyuz vesselam…