Risale-i Nur mesleğinin esaslarından biri müspet harekettir.
Nur Talebeleri hizmet ederken müspet hareket tarzını benimser ve uygular.
Suriye’deki sivil direniş ile müspet hareket ilişkisi nedir?
Bu soruya cevap vermek zor değil. Öncelikle şunu net bir şekilde ortaya koymamız gerekiyor.
Müspet hareket tarzı sadece Türkiye için geçerli değildir. Dünyanın her yerindeki İslam toplumlarında bu tarzı benimsemek ve uygulamak bu asrın genel bir prensibidir. Kur’an’dan alınmıştır. Kur’an’ın kaide ve hükümleri ise ezelden gelmiş ebede kadar gidecektir. Hiçbir zaman bu kurallar değişmez. Zira bunlar İlahi emirlerdir. Allah’ın emirleri Zatı gibi ezelden gelmiş ebede gider.
O nedenle bu kaideden Suriye muaf tutulamaz. Orada da dine hizmet ediyorum diyenlerin mutlaka müspet hareket tarzını benimseyip ona göre hareket etmeleri emr-i Kur’an’idir.
Peki, bu mümkün müdür?
Sağlam bir inanca sahip bir Müslüman her şartta İslam’ın emirlerine uyar. Bunun neticesi ölüm de olsa… Ama imanı zayıf insanlar için bir şey söyleyemem. Orası meçhul, çünkü bunun cevabını ancak oradakiler verebilir. Zira eyleme katılanların amacı nedir? Bilmek mümkün değildir.
40 seneden beri despot bir idare altında yaşamış insanların ne tür bir halet-i ruhiye taşıdıklarını bilemezsiniz. Bir kısmı intikam peşindedir. Diğer bir kısmı vurgun yapmak için bu olaylara katılıyordur. Bir başkası macera olsun diye çaba gösteriyordur. Belki bir kısım insanlar ülkesi ve milleti için canını ortaya koyuyor. Demokrasi ve insan hakları gelsin diye mücadele veriyordur. Dinsiz bir idare altında yıllarca yaşamış bir dindar insanın yönetime karşı ne tür duygular taşıdığını ise tahmin bile etmek istemiyorum.
Benim saydığım bu gerekçelerin dışında yüzlerce gerekçe daha vardır.
O nedenle Arap baharını desteklemek ayrı şeydir. Desteklerken yapılan yanlışları onaylamaksa ayrı şey.
Gerek Suriye idaresinin, gerekse direniş guruplarının yaptıkları cinayetleri desteklemek “zulme rıza zulümdür” kaidesince zulme ortak olmak anlamı taşır.
Bazı arkadaşların “Amma maddî cihadın muktezası ise, o vazife şimdilik bizde değildir.” cümlesini işletmek suretiyle yapılan zulümlere hoş görü ile baktıklarına şahit oluyoruz. Sanki biz Nur Talebeleri yapamayız ama başkaları yapabilirmiş gibi bir tavır sergileyenler var. Oysa bu cümleden böyle bir hüküm çıkmaz. Çünkü cümlenin devamında şöyle bir kayıt var “Evet, ehline göre kâfirin veya mürtedin tecavüzatına sed çekmek için topuz lâzımdır.” (Lemalar sh.107)
Ve bir başka yerde de bu mesele için şunları söylüyor.
“Şimdiki fırtınalı asırda gaddar medeniyetten neş’et eden hodgâmlık ve asabiyet-i unsuriye ve umumî harpten gelen istibdadat-ı askeriye ve dalâletten çıkan merhametsizlik cihetinde öyle bir eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdadat meydan almış ki, ehl-i hak, hakkını kuvvet-i maddiye ile müdafaa etse, ya eşedd-i zulüm ile, tarafgirlik bahanesiyle çok bîçareleri yakacak; o hâlette o da ezlem olacak ve mağlûp kalacak.”
“Çünkü, mezkûr hissiyatla hareket ve taarruz eden insanlar, bir iki adamın hatasıyla yirmi otuz adamı, âdi bahanelerle vurur, perişan eder.”
“Eğer ehl-i hak, hak ve adalet yolunda yalnız vuranı vursa, otuz zayiata mukabil yalnız biri kazanır, mağlûp vaziyetinde kalır.”
“Eğer mukabele-i bilmisil kaide-i zâlimânesiyle, o ehl-i hak dahi bir ikinin hatasıyla yirmi otuz biçareleri ezseler, o vakit, hak namına dehşetli bir haksızlık ederler.”
“İşte, Kur’ân’ın emriyle, gayet şiddetle ve nefretle siyasetten ve idareye karışmaktan kaçındığımızın hakikî hikmeti ve sebebi budur.” (Şualar sh. 260)
Bu cümleler her şeyi net bir şekilde ortaya koyuyor. Sanırım fazla söze de gerek yoktur.