Adalet kavramına sığınarak yapılan milliyet savunması menfi milliyeti müspete dönüştürmez.
Bazı kelime oyunları ile müspet milliyet kavramını yanlış yorumlayarak, menfi milliyeti savunduğu halde müspet milliyeti savunuyormuş havası vermek; akı kara göstermek anlamına gelir.
Ben kendi milletim hakkında adaleti istiyorum deyip ardından bölücülüğü savunmak ve ayrılığı işar eden taleplerde bulunmak adaleti istemek değil düpedüz bölmeye çalışmaktır.
Mesela “benim milletimin de ordusu olsun, devleti olsun, her şeyiyle benim milletimin kültürünü aksettiren bana ait bir ortam olsun” diyenler için “bunlar masumane isteklerdir. Bu istekler karşılanmalı ki, adalet yerini bulsun” demek. Adalet perdesi altında ırkçılığı savunmak ve kendi ırkına has bir ortam oluşturmak ve diğerlerini dışlamak anlamına gelir.
Günümüzde milletlerin bu denli birbirine karıştığı bir dünyada kendine has bir ortam oluşturmak mümkün mü? Ari bir ırk ve o ırkın bulunduğu bir coğrafya oluşturmak… Elbette mümkün değildir.
Öyle ise yapılacak en doğru şey “kendine ait” olanı terk edip geneli kapsayacak ve Üstadın yaptığı millet tarifine giren her insanın kendi evi gibi göreceği bir ortamı savunmak, onu oluşturmaya çalışmak, müspet milliyettir.
“İslâmiyet milleti herşeye kâfidir. Din, dil bir ise, millet de birdir. Din bir ise, yine millet birdir.” (Emirdağ L. Sh. 422) gerçeğini kabullenmek ve ona göre davranmaktır.
“Hakikî unsuriyete değil, belki dil, din, vatan münasebâtına bakılacak. Eğer üçü bir ise, zaten kuvvetli bir millet; eğer biri noksan olursa, tekrar milliyet dairesine dâhildir.” (Mektubat sh. 314) tespiti diğerinden daha kapsamlı ve daha kucaklayıcıdır.
Burada görüldüğü gibi fikir ve hedef nettir. Eğip bükmeye çekip uzatmaya gerek yoktur.
Kuran’ın bu asırda bir hakiki tefsiri olan Risale-i Nurlar baz alınacaksa bu böyledir. Esas olan İslam milliyetini (müspet milliyeti) savunmak ve hayata geçirmeye çalışmaktır.
Hedef İslam Birliğidir. Bütün Müslümanları tek çatı veya tek çadır altında toplamaktır. “Cemahir-i müttefika-i İslamiye’yi” yani İslam Devletleri Birliği’ni gerçekleştirmektir.
Yani müspet milliyetten anlayacağımız İslam Milletidir. Kürdün veya Türkün veya başka bir milletin kendi içinde kendine has bir dünya kurarak, kendi ırkını yüceltmesi ve orada mutlu olması anlamına gelmemektedir.
Risale-i Nurun müteaddit yerlerinde buna vurgu yapılır. Aksini hiçbir yerde göremiyoruz. Mesela şu ifadeyi de hakiki meşrutiyetin gerçekleşmesi halinde doğacak netice için söylüyor. “Üç yüz milyondan (bu gün 1,5 milyardan) ziyade ehl-i İslâmı bir aşîret gibi birbirine rapteder” (Beyanat ve Tenvirler sh. 48) sözü iddiamızı ispat eden en güzel tespitlerden biridir.
Kendi milletinin yücelmesini esas alıp sadece onun için çalışanlara en güzel cevabı yine Üstad veriyor.
“Ey sarhoş hamiyetfuruşlar! Bir asır evvel milliyet asrı olabilirdi. Şu asır, unsuriyet asrı değil. Bolşevizm, sosyalizm meseleleri istilâ ediyor, unsuriyet fikrini kırıyor, unsuriyet asrı geçiyor. Ebedî ve daimî olan İslâmiyet milliyeti, muvakkat, dağdağalı unsuriyetle bağlanmaz ve aşılanmaz. Ve aşılamak olsa da, İslâm milletini ifsad ettiği gibi, unsuriyet milliyetini dahi ıslah edemez, ibka edemez.
Evet, muvakkat aşılamakta bir zevk ve bir muvakkat kuvvet görünüyor; fakat pek muvakkat ve akıbeti hatarlıdır. Hem Türk unsurunda ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde bir inşikak çıkacak. O vakit milletin kuvveti, bir şık bir şıkkın kuvvetini kırdığı için, hiçe inecek. İki dağ birbirine karşı bir mizanın iki gözünde bulunsa, bir batman kuvvet, o iki kuvvetle oynayabilir, yukarı kaldırır, aşağı indirir.” (Mektubat sh. 425)