Ticani tertibini kullanan İnönü’nün genç Demokrat Parti iktidarı üzerinde kurduğu ağır baskı ve tehdid, hukuken değilse de, aklen neseb-i gayr-i sahih bir cenin-i sâkıt doğurur: 5816 nolu kanun. 25 Temmuz 1951’de Demokrat Parti iktidarının rahminden düşen kanunun Menderes tarafından amme efkârına beyan edilen maksadı: Atatürk’e hakareti men etmekdir, tenkid ve düşünce hürriyetini yasaklamak değil. Geçmişte bir kitabımda da uzun uzadıya kalem malzemesi yaptığım bu müstakreh bahse bir makalenin dar imkânları içinde yeniden uzanacak değilim. Ancak şu kadarını tekrar ifâde etmek isterim ki, 5816’nın sebeb-i vücudu: Kamal Atatürk’e yönelen kaba hakaretleri ceza ile men etmekdir.
Ne var ki, şârinin bir yere kadar kabulü caiz ve meşru addedilebilecek maksadını aşıp Ortaçağ giyotini gibi düşünen kelleleri biçmesi, bu kanunun bütün geçmişini zulüm arenasına çevirir. Kamal Atatürk’e yönelen her tenkide, her itiraza areneya atılan mahkumları parçalamak için bekleyen aslanlar gibi çullanan bu kanun düşünce hürriyetini de, düşünce adamını da perişan etti.
Ölümünün üzerinde bir asır geçmiş olan bir devlet ricâlini tenkid sınırlarından âzâd etmek, akıl ve iz’anın ırzına geçmekdir; şuura şeni bir tecavüzdür. Bir devlet ricâlinin icraat ve düşüncelerini mitleştiren bu ubudî tavrın insanlık tarihinde örnekleri yok değil, ama insanlık bu Ortaçağ zihniyetini çoktan tu kaka etti, sânem sadece bizde baş tacı.
Hiç şübhesiz vatandaşının hukukunu tahkirden korumak devletin aslî mükellefiyetlerindendir ve amme hukuku için vazedilen kanunlarla bu, teminat altına alınmıştır. Herhangi bir şahsa mahsus kanun, hukuk garabetidir; ihtiyaç da değildir. Mevcud devlet ricâlinin hukukunu korumaya kabiliyetli kanunlar, yüz yıl önce ölmüş, hükümetten ve dünyadan alâkası kesilmiş her fâni gibi, Kamal Atatürk’ün de hâtıraya inkılâb etmiş hukukunu koruyabilir ve korur.
Zerre kadar şuuru olan 5816’nın bizatihi varlığının Kamal Atatürk’e hakaret olduğunu teslim eder. Zirâ bu kanunun telkin ettiği vehme göre, Kamal Atatürk, hadd-i zâtında millet nezdinde her türlü tahkire müsaid ve millette de bu tahkiratı yapacak sebep ve potansiyele sahibdir. Medar-ı bahs kanunun adem-i vücudu Kamal Atatürk’ü bütün bu hakaretlere açık hâle getirecektir. Bu vehmi muhayyilede resmettirip akla telkin eden bu kanun, Mustafa Kamal’a hakaretten yargı karşısına çıkarılsa okkalı bir ceza alır.
Düşünce adamının ensesinde Demokles’in habis kılıcı gibi sallanan 5816 ya mer’iyetten derhâl kaldırılmalı, ya da sadece ve sadece tahkire münhasır kılacak şekilde ıslâh ve ta’dil edilmelidir. Düşünce hürriyeti, bütün hürriyetlerin cevheridir, ruhudur. Düşünce hürriyetini boğan her kemend menfur, boğazlayan her hamle cinâyettir.
Tarihçilere bile tarihî hakikatlerin kapısını kapayan 5816, bugünün Türkiye’si için de, millete dayanması icab eden meclis için de tam bir yüz karasıdır. Ömrünü tarihi araştırmaya adamış, sahasının da en iyilerinden olan Mustafa Armağan’a bir yıl üç ay hapis cezasını reva gören bu kanunun mâşerî vicdanda karşılığı yoktur. “İnkılâb Kurbanları” adlı eserimden dolayı 5816’ının hışmına uğradığımın üzerinden çeyrek asır geçti. Değişen ne? Hiç...
Bir tarihçi için, yüz yıl öncesinden kalma bir vakaya âid sahih bir belgeyi, aynıyla neşretmek nasıl suç olabilir? En tehlikeli mevkideki devlet sırlarının bile bu kadar uzun imtiyazlı bir mahfuz ömrü yoktur.
Derdim, Kamal Atatürk’ün ne yapıp ettiği değil, 5816’ının kendisi. Hukuk maskeli bu ûcûbenin varlığı insanlığıma, haysiyetime, iz’anıma dokunuyor. Ülkem adına, mensubiyetiyle müftehir olduğum vatan ve milletim adına utanç duyuyorum. Bu şekliyle varlığını, bir çok parlak hamleye imza atmış Sn. Cumhurbaşkanımız Erdoğan ve milletin meclisine de yakıştıramıyorum. Bu kanun, ya sadece tahkir sınırlaması ile ta’dil edilmeli, ya da bütünüyle kaldırılmalıdır.