Daha önce Sarı Zeybek isimli bir Atatürk belgeseli yapan ve Atatürkçü çevrelerden övgüler alan Can Dündar, Mustafa isimli bir Atatürk Belgeseli daha yaptı, ancak yeni çalışmasını bu kez Atatürkçü çevrelere beğendiremedi.
Neden beğendiremediğine ilişkin olarak yazılan pek çok yazıdan, sadece birini yayınlayacağım. Çünkü bana göre, Hürriyetten Yılmaz Özdilin yazısı (04 Kasım 2008) tepkilerin sebebini özetliyor. Daha önemlisi bu çevrelerin Atatürke bakışını apaçık yansıtıyor.
Mustafa'ya gittim... başlıklı yazı şöyle
Sarhoş
Kafayı bulunca ağlayan... Hoyrat
Soğuk
Kalpsiz
Çevresine eziyet eden... İtiraz edeni asan... Arkadaşlarını satan... Goygoycuların dolduruşuna gelen... Milletten bihaber
Hatta milleti küçümseyen... Alay eden
Hesabını kitabını bilmeyen... Batı hayranı
Sefa düşkünü
O balo senin... Bu balo benim, gezen
Zampara
Cephede bile karı-kız düşünen...
Savaşmadığı için sıkılan... Ordu varken, çete kurmaya kalkan... Devrimleri intikam için yapan... Dinsiz
Kendi heykellerini diktiren... Megaloman
Bencil
Günde 3 paket sigara içen
Usul usul intihar eden... Psikolojik bunalımda...
Yalnız
Çaresiz
. Basiretsiz
Zavallı bir adam...
Mustafa'daki Mustafa bu.
Anafartalar 1 saniye
İşgal 2 saniye.
Tası tarağı toplayıp kaçmak için, sığır sürüsünün çıkardığı toz bulutundan bile tırsan... Sığır sürüsüyle düşman ordusunu ayırt etmekten aciz biri... Başkomutanlık meydan muharebesi desen... Taktiğini falan başkasından araklamış zaten.
Hak edilmiş bence Oscar... En azından Nobel.
Şimdi size aynı tarihli aynı gazeteden, dikkatle okumanız dileğiyle bir haber özeti veriyorum.
Eski Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Antik A.Ş.'nin satışa çıkardığı ve Latife Hanım'ın ailesinin girişimleriyle son anda müzeye kazandırılmasına karar verilen Atatürk'ün mektuplarından ilk kez haberdar olduğunu söyledi. Prof. Halaçoğlu, kurumdaki Atatürk mektuplarının ise çift anahtarlı özel bir kasada saklı olduğunu ve kimsenin ulaşmasının mümkün olmadığını belirtti.
Bu mektupların Tarih Kurumu'ndan çıkmış olması mümkün değil. Kurumdakiler tamamen kilit altında. Kimsenin ulaşması mümkün değil. Çift anahtarlı özel bir kasada. Bu anahtarların birisi kurum başkanında, diğeri arşiv müdüründe. Ne başkan, ne de arşiv müdürünün tek başına açması mümkün değil. Arşivden çıkarılması için ikisinin bir araya gelmesi lazım. Benim zamanıma kadar tüm evrak torbalardaydı. Arşivdeki özel yerlerde farklı şekillerde saklanmış. Kimsenin torbalarda ne olduğundan haberi yoktu. Karışıktı. Biz envanter çıkardık, mahkemedeki kayıtlarla eşdeğer olup olmadığına baktık, sonra özel bir kasaya aldık
Masum birkaç soru
1) Atatürkün eşinin hatıraları, çifte anahtarlı çelik kasalarda niçin kilitli tutuluyor?
2) Onların açıklanma ihtimali Atatürkçü çevreleri her defasında neden ayaklandırıyor?
3) Atatürk gerçeğine dair, övgüden ibaret olmayan belgesel, sanatsal ve edebi çalışmalar neden Atatürkçüleri şiddetle rahatsız ediyor?
4) Atatürkü kendi yazdıklarından tanımak varken, kendilerine Atatürükçü diyen kurum, kuruluş, ya da kişilerden öğrenmek zorunda mıyız?
5) Yoksa milletten bir şey mi saklanıyor? Neden ısrarla bu görüntü veriliyor?
6) Atatürkün saklayacak şeylerinin olduğu görüntüsü Atatürke zarar vermiyor mu? Neden işin bu yönü umursanmıyor?
7) En yakınlarına (eşine) hatta bizzat Atatürkün el yazmalarına yasak koymayı Atatürkçülük olarak görmek mümkün müdür?
Bu durum kabul edilemez! Yakın tarihini Atatürkçüler yerine bizzat Atatürkten ve eşinden öğrenmeye bu milletin hakkı vardır.
Atatürkün sağlığında da yağcılar, goygoycular, şakşakçılar vardı. Sürü sepet överler, dünyevi başka makam bulamadıkları için bazen Peygamber, hatta bazen de Tanrı ilan ederlerdi.
Bazıları işi o kadar ileri götürmüştü ki, Behçet Kemal Çağlar Atatürk Mevlidi yazarken, Tekin Alp takma isimli Moiz Kohen Türkün Yeni Amentüsünü yazmıştı. Behçet Kemalin Süleyman Çelebi Mevlidine nazire yaptığı sözde mevlidinden birkaç mısra:
Ol Zübeyde, Mustafâ'nın ânesi / Ol sedeften doğdu ol dürdânesi!
Gün gelip oldu Rızâ'dan hâmile / Vakt erişti hafta ve eyyâm ile.
Geçti böyle, nice ay nice sene / Vakt erişti bin sekiz yüz seksene.
Merhaba ey baş halâskâr merhaba / Merhaba ey ulu serdâr merhaba!
Ger dilersiz bulasız oddan necât / Mustafâ-yı bâ Kemâl'e essalât.
Sadece ayarsız övgülere alışkın olan Atatürkçü çevreler, buna benzer övgüler içermeyen her çalışmaya tepki göstereceklerdir. Herkes çalışmasını buna göre yapsın.
Yarın Türkün Yeni Amentüsü ile başka ölçüsüz, endazesiz övgülere de bakalım.
Vakit