“İntihal güzel şey ama suçunu itiraf etmek şartıyla” (C. Şehabettin)
İbrahim: 49
“…Artık bundan sonra Allah sapmayı dileyeni sapıklık içinde bırakır, doğru yolu tutmayı dileyeni de doğru yola yöneltir…” (M.Esed)
“…Bundan sonra Allah isteyenin sapmasını dileyecek, isteyeni ise doğru yola yöneltecektir…” (M. İslamoğlu)
Türkçe meallere bakıldığında bu ibare hemen hemen bütün meallerde “Allah dilediğini saptırır ve dilediğini de doğru yola iletir” şeklinde çevrilmiştir. Bu tarz bir çeviri ilk defa Esed ile girdi meal dünyamıza. Ve tabiî ki ondan sonra başta İslamoğlu ve Bayraktar Bayraklı olmak üzere bazı meal yazarları da aynı çeviriyi tercih etti. “Muhammed Esed, bu ayetlere düşmüş olduğu bazı tefsir notlarında Zemahşeri vb. alimlerden yapmış olduğu alıntıları sıralamadan önce “Yahut: “Dilediğini saptırır/sapıklık içinde bırakır; dilediğini de doğru yola yöneltir” İbaresini yerleştirir. Ama kendisi birinci yorumu tercih eder. İslamoğlu ise görüldüğü gibi Esed ile aynı lafzı ve manayı takdir etmesine daha doğrusu aşırmasına rağmen ne Esed gibi makul bir gerekçe sunar ne de ibareyi ondan alıntıladığı açıkça belli olan Esed’in ismini anar.
Yeri gelmişken bu anlam takdiri üzerine birkaç söz edelim: “Allah dilediğini saptırır ve dilediğini de doğru yola iletir” şeklindeki ifadeler Arap dilindeki gramer kuralları çerçevesinde Esed gibi “Allah dileyeni saptırır/şaşırtır; dileyeni de doğru yola yöneltir” şeklinde tercüme etmeye de elverişlidir. Ki bazı mu’tezili düşünürler aynı anlamı takdir etmekte herhangi bir sakınca görmemişlerdir. Fakat Kur’an da Allahın dilemesinden bahseden pek çok ayet (Mesela “Allah dilediğine bol rızık verir, dilediğinin rızkını kısar; dilediğine erkek evlat verir, dilediğine kız evlat, dilediğini de kısır bırakır, Rabbin dilediğini yaratır, dilediğini seçer. Seçim onlara ait değildir…”) böyle bir çevirinin her zaman imkan dahilinde bulunmadığını dolayısıyla pek isabetli olmadığını göstermektedir. Sonuçta bu çeviri bahse konu olan anlama sorununu çözmemektedir. Kuran bütünlüğü çerçevesinde Zemahşerin de El Keşşafında belirttiği ve Esedin’de dipnotunda ondan alıntıladı en doğru anlam takdiri şöyle olsa gerek: “Allah müstahak gördüğünü saptırır; layık gördüğünü ise doğru yola yöneltir.”
Yaklaşık altı taneyi bulan yazı dizimizden anlaşılmış olmalı ki Mustafa İslamoğlu’nun M. Eset’ten yapmış olduğu intihaller saymakla bitmez. Biraz daha peşine düşersek bir altı yazı daha çıkar ama “arife işaret yeter” fehvasınca maksat hasıl olduğu kanaatindeyiz. Bu son yazıyı da İslamoğlu’nun M. Eset’ten değil de Prof. Mustafa Öztürk’ten yapmış olduğu bir intihal ile bitirelim istedik. Bahse konu intihal Alak suresinin 18. ayetinde geçen zebanilerle ilgili. Ayet şöyle: “Bizde zebanileri çağıracağız” (Alak, 18)
Önce Mustafa Öztürk’ün makalesindeki açıklamalar okuyalım: “…Alak suresi 18. ayette geçen zebani ‘zebani’ kelimesi zabin, zebine, zibniyye, veya zibniy kelimesinin çoğuludur. Tarihsel kökeni Adnani Araplarına uzanan Vail kabilesinin bir kolu olduğu belirtilen Benu Zebine oymağı ile de muhtemel bir anlam ilişkisi bulunan ‘zebani’ kelimesi klasik Arapça’da ‘kolluk kuvvetleri’ (şurat) anlamında kullanılmış; ayrıca son derece saldırgan ve tuttuğunu koparan insanlar Araplar tarafından ‘zebani’ diye nitelendirilmiştir…” (Kuran’da Uhrevi Azap Figürleri, İslamiyat Dergisi, V/1. sayı, ocak-mart 2002) Öztürk’ün bu kısa paragrafa düşmüş olduğu kaynaklar şunlar:
-Taberi, Cami-ül Beyan, XXX. 256.
-Ömer Rıza Kehhale, Mucemu Kabail’il-arap, Beyrut 1978, III.1243.
-İbn-i Manzur, Lisan-ül arap, III. 1810.
-Kurtubi, el-Cami, XX. 85-86
Şimdi de İslamoğlu’nun ilgili ayete düşmüş olduğu tefsir-dipnotunu okuyalım: “…Cehennem muhafızları olarak kullanılan zebani, zabin, zebine, zibniyye ya da zibniy kelimesinin çoğuludur. Kökeni Adnani Araplarına uzanan Vail kabilesinin bir kolu olduğu belirtilen Benu Zebine oymağı ile de muhtemel bir anlam ilişkisi bulunan ‘zebani’ kelimesi klasik Arapça’da ‘kolluk kuvvetleri’ (şurat) anlamında kullanılmış; ayrıca son derece saldırgan ve elinden kaçıp kurtulması mümkün olmayan insanlar ‘zebani’ diye nitelendirilmiştir…” (M.İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, sh:1280) İslamoğlu’nun bu kısa paragrafa düşmüş olduğu kaynak ise şu: Lisan ve Kurtubi.
Evet yanlış okumadınız durum aynen böyle. Burada kelimenin en sahici anlamıyla katmerli bir intihal söz konusu. Hayır intihal değil hırsızlık. Çünkü görüldüğü üzere İslamoğlu sadece metni kopyalamak ve Öztürk’ün adını ve ilgili makalesini gizlemekle kalmıyor o makalede bahsi geçen bütün kaynakları da gizliyor. Ve bundan çok daha önemli bir şey var, duyunca şaşıracaksınız İslamoğlu mealinin kaynakça bölümünde Öztürk’ün ne adı ne de ilgili makalesi var. En ufak bir atıf bile yok. İsterseniz bu trajik durumu Öztürk’ten dinleyelim:
“…Mealimin ikinci baskısının önsözünde görüleceği gibi, kimden ne öğrendimse yahut her kim bana bir hatamı fark ettirdiyse, hepsini tek tek zikretmeyi de şeref bilirim. Buna mukabil, "Kur an da Uhrevi Azap Figürleri" makalemde "Zebani" kavramıyla ilgili ifadelerimi, hemen hemen her kelimesi ve referans gösterdiğim kaynakların aynı künyesiyle Alak surenin ilgili ayetine "Gerekçeli" not olarak kaydedip hiç kaynak göstermeyenler gibi yapmayı ise en iyimser ifadeyle emek hırsızlığı olarak nitelendiririm…”
Sonuç olarak Ashab-ı Kehf, Zülkarneyn, Ye’cüc ve Me’cüc, gibi yer darlığından dolayı bu köşeye alamadığımız daha bir düzine ayeti ve ayet grubunu Esed paralelinde yorumlayan ve çoğu zaman onun mealinden ve bilgi notlarından bazen harfiyen bazen muhteva olarak, bazen de özetleyerek alıntılarda bulunan İslamoğlu, birkaç atıf dışında Esed’in adını anmamayı bilinçli bir şekilde tercih ediyor görüntüsü veriyor. Muhammed Esed’ten ve Öztürk’ten açıkta alıntı/intihal yaptığı halde onların adını zikretmemesinin muhtemel bir sebebi M. Esed’ten ve diğerlerinden alıntılanan her görüş ve yorumun kaynağına atıfta bulunulması durumunda kendisinin büyük ölçüde nakilci konumuna düşecek olması ve belki de okuyucunun gözünde kendisinden ziyade M. Esed ve diğerlerinin değer kazanacak olmasıdır. Yine de her şeyin en doğrusunu alemlerin rabbi olan Allah (c.c) bilir.