Bu sütunu düzenli takip eden dikkatli okuyucular hatırlayacaktır bir yazımızda Risale-i Nurlara “safsata”, “hurafe” diyen Prof. Mustafa Öztürk için şöyle bir tespitte bulunmuştuk: Öteki meslektaşlarına kıyasla daha araştırmacı, daha polemikçi, daha cedelci. Ve aynı zamanda daha ‘dertli’, daha ‘sancılı’ biri. Gelenek ile modernlik arasında gel-gitler yaşayan, kah gelenekçi, kah modernlik kokan, kimi zaman her iki cenahı da şaşırtan beyanlarda bulunan, ilginç, tuhaf bir hoca. Onun dünyasında epey dolaşmış ve kitaplarıyla hemhal olmuş biri olarak söylüyorum bunları. Savunduğu düşünceler yabancısı olduğumuz şeyler değil, daima işittiğimiz, aşinası olduğumuz, ‘bilindik’ şeyler: Ebced, Cifir, Celcelutiye, İşarat-ı Gaybiyye ile Risale-i Nur takıntısı daha doğrusu önyargısı. Bunlar üzerinde fazlaca duracak değilim çünkü başta Üstad Said Nursi’nin yaşayan talebesi Abdülkadir Badıllı, Prof. Ahmet Akgündüz, Niyazi Beki, Senai Demirci gibi kıymetli araştırmacılar tarafından yeterince üzerinde durulmuş ve gelen itirazlara mukni ve muskit cevaplar verilmiş. Bu itirazlar yeni değil, dolayısıyla bunlara verilen cevaplarda yeni değil, çok eski.
Öztürk için dediklerimiz Mustafa İslamoğlu içinde aynıyla hatta fazlasıyla geçerli. Ama bir farkla M. Öztürk ve benzeri ilahiyatçılar kendi içlerinde tutarlı bir metodoloji geliştirebilmişler çoğunlukla. Aynı şeyi Mustafa İslamoğlu için de söyleyebilmek neredeyse imkansız. Neyi, neye göre kabul veya reddettiği belli değil. En büyük usulu usulsüzlükte bulmuş biri. Biliyorum bunlar büyük iddialar ama bunun geniş izahı ve dahi kanıtı ilerleyen yazılarımızda gelecek inşaallah. Şimdilik güncele gelelim. İslamoğlu geçenlerde katıldığı bir televizyon programında Risale-i Nur ve Nur camiası için bakınız neler söylüyordu:
"…Allah'ın bir ismi de 'Bedi’dir. Kur'an'da geçer. Bedi olan Allah'ın ismi bir insana verilemez. Verilmemeli. Mevla da Allah'ın ismidir. Ayet okuyacaksın gideceksin Allah'ın yarattığı bir kula Mevlana diyeceksin. Yani edep yahu demek lazım. Bu ne tevazu derler adama. Bir de bu ismi kendine koyana dönmek lazım. Bu ne tevazu, hani tevazu? Hani mahviyet ayakları falan nereye gitti?
Kur'an açısından ben Risaleleri ele alıp da baştan sona Kur'an'a vurmamıştım. Bunu son eserimi yazarken yaptım ve korkunç şeyler gördüm. Orda da aynı şeyleri söyledim. "Tüm Nurcu kardeşlerime sesleniyorum" dedim kitabımda yazım. Yeni kitabımda cifir'e ciddi yer verdim. Nurcu kardeşlerime diyorum. Eğer bu gidişle giderse, bu ekol yüz seneye kalmadan İslamdan kopmuş bir din halini almaya hazır görünüyor dedim. Örneklerini verdim. Bahailik, yezidilik bir örneği.
Hepsinin ortak yönleri var. Kur'an'ın yanında bir de efendilerinin, üstadlarının, şeyhlerinin kitapları var. Said Nursi Kur'anın indiği arştan indirildi diyor. Yazdırıldı tevil edilebilir de bu tevil edilemez. Mevlana'nın Mesnevisi daha fecaat.”
Cidden de üstadın dediklerine değil asıl bu talihsiz satırlara sadece “edep yahu” demek lazım. Anlaşılan hocamız Risaleleri ve Mesneviyi yeni okumuş daha doğrusu yeni tanımış gibi. Bu anlayışın tasavvufla, Risale-i Nurlarla ciddi bir anlama problemi, bir doku uyuşmazlığı var sanki. Selçuk Üniversitesindeki Hocamız Prof. Mikail Bayram daha da ileri gidip Mevlana’ya Moğol ajanı diyordu. A.Tekhafızoğlu ve A.Bayındır gibileri de Üstad için akla ziyan şeyleri reva görüyordu. Hatta Bayındır daha da daha da ileri giderek “Allah gaybı bilmez” diyordu. Mustafa İslamoğlu, buna karşı cevap veren hamiyetli bütün kalem erbabı müminlere ateş püskürtüp, “Bayındır hocayı çakallara yedirmeyin” diyerek sahip çıkıyordu ona. Neresinden tutmalı şaşırıyor insan? Allah’ın bir adı Cemil, aynı şekilde sayısız insanın da adı Cemil. Allah’ın bir adı Fettah aynı şeklide sayısız insanın da adı Fettah. Allah’ın bir adı Hadi aynı şekilde sayısız insanın da adı Hadi… Yani ilim erbabı, onlarca esere imza atmış ve binlerce kişiyi arkasından sürükleyen biri Bediüzzaman için böyle mi konuşmalıydı? Bundan daha vahim olanı yüzyıl sonrasına ait bir kehanette bulunması. Daha doğrusu iftira atması: “Birincisi, eğer bu gidişle giderse, Risale-i Nur camiası yüz seneye kalmadan İslamdan kopmuş bir din halini almaya hazır görünecekmiş tıpkı Bahailik, Yezidilik gibi. İkincisi, Said Nursi Risale-i Nurlar’ın Kur'an’ın indiği arştan indirildi diyormuş. Halbuki doğrusu şu “ayet-i Kur’aniye’nin semasından” diyor üstad. Yani İslamoğlu, Tekhafızoğlu ve Bayındır gibi nicelerinin dillerine doladığı gibi, Kur’an’ın indiği yerden yani levh-i mahfuzdan indi denmiyor, Kur’an ayetlerinin içinden çıktı deniliyor ki tarihte kaleme alınan bütün tefsirler böyledir zaten. Aksi takdirde Üstadın risalelere vahiy dediği anlamı çıkar ki bunun ne kadar yanlış olduğu izahtan vareste. Evet Senai Demirci’nin çoğu sözünün altına imza atacağım itinalı bir üslupla vurguladığı gibi İslamoğlu’nun bunlara katılma ve onaylama mecburiyeti yok ama iftira atma, çarpıtma ve milyonlarca müntesibi bulunan bir camianın akıbetine ilişkin kehanetlerde bulunmaya da hakkı yok. Neyse. Madem iş bu noktaya geldi, dayandı sanıyorum kıymetli okuyucularımızın da Mustafa İslamoğlu’nun düşüncelerini daha yakından tanımaya hakları var. Onun için bunları maddeler halinde özet kabilinden şöyle sıralayabiliriz:
1-İmanın şartları 6 değil 5’tir. Evet hocamıza göre imanın altıncı şartı olan kadere iman rüknü Emeviler tarafından sonradan eklenmiştir. Zaten kader demek yasa demek sadece gerisi geleneğin ilaveleri ve sokuşturmalarıdır. Keza kader hakkındaki yüzlerce sahih hadis ahad olup tartışmaya açıktır.
2-Hz. İsa ölmüştür ve tekrar nüzulü söz konusu değildir. Başta Seyyid Ahmed Han, Muhammed Ali Lahuri olmak üzere Muhammed Arkoon, Ebu Zeyd, Hasan Hanefi, Fazlulrahman gibi tarihselci modernistler ile Yaşar Nuri, Hüseyin Atay, Hayri Kırbaşoğlu, Mustafa Öztürk, Mehmet Okuyan, A. Bayındır gibi ilahiyatçılara göre Hz. İsa’nın öldüğüne ve tekrar gelmeyeceğine inanmak bir akide haline gelmiş durumda. İslamoğlu’nun da bu hususta dedikleri bunları tekrardan ibaret.
3-Mehdi gelmeyecektir çünkü her Müslüman bir mehdidir: Hocamız, Kettani, Keşmiri, el-Elbani, Kevseri, Elmalılı, Bediüzzaman gibi bütün ehl-i sünnet ulemasının üzerinde ittifak ettiği mehdiyle alakalı onlarca ‘manevi mütevatir’ hadislerin tümüne birden güvenilmez diyor. Ve üstelik Mehdi inancı Kur’an’a aykırı hocamıza göre. Aynı şekilde bu düşüncede bahsi geçen bütün modernistler tarafından bir itikat halini almış durumda.
4-Bazı Kuran kıssaları tarihsel değil temsili ve meseldir. Bu madde size yabancı gelmedi değil mi? Çünkü daha öncede bir vesileyle değindiğimiz gibi Halefullah ve Mustafa Öztürk Kurandaki kıssaların çoğunun mecazi/sembolik/metaforik olduğunu söylüyordu. M. İslamoğlu da nihayet bu kafileye katıldı. (bkz:Bakara suresi, 259. ayet, tefsir dipnotu) Halefullah ve Öztürk bu düşüncelerini her türlü eleştirel faturayı göze alarak kamuoyu önünde açıkça deklare ettiler ama İslamoğlu aynı kanaatte olmasına rağmen adeti olduğu üzere açıkça ifade etmedi satır aralarına sığıştırmakla yetindi.
5-Hz. İsa beşikte konuşmamış böyle bir şey düşünülemez: Modern zamanlara kadar İslam tarihinde gelmiş geçmiş ne kadar alim ve müfessir varsa hepsi Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem’in kucağında daha birkaç günlükken dile gelip konuştuğu ve bunun apaçık bir mucize olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Ne olduysa yine hepsinde olduğu gibi başta Seyyid Ahmed Han, Muhammed Ali Lahuri olmak üzere bazı modernistler bunun düşünülemeyeceğini söylediler. Ve tabiî ki M. İslamoğlu da nihayet bu kafileye katıldı.
6-Kabir azabının varlığı meçhuldur. Hocamıza göre kabir azabı var diyenlerin de yok diyenlerinde delilleri sağlam. Ayetleri her iki tarafa da tevil etmek mümkün. Hadislere gelince onlara güvenilmez. Halbuki kabir azabının varlığı ayetlerin delaleti ve ilgili hadislerin açık işareti üzerine bütün ümmetçe kaziye-i makbule denilecek şekilde genel bir kabule mazhar olmuş.
7-Cehennem azabı ebedi değildir. Çünkü Kur’anda geçen “ebed” ve “hulud” kelimeleri sonsuzluğu değil, uzun bir zamanı ifade ederler. Dolayısıyla cehennem azabı sonsuzdur demek doğru değildir, hocamıza göre. Diğerlerinde olduğu gibi aynı şekilde başta ehli sünnet ve mutezile olmak üzere bütün ümmet cehennemin ebedi (sonsuz) olduğu hususunda icma etmiştir.
8-İslam dünyasının geri kalmasının en büyük nedeni İmam Eş’ari ve Eş’arilik düşüncesidir. Hocamız bu konuda imam Eş’ari’ye karşı oldukça haşin ve öfkelidir.
9-Allah insanı sevgiden yarattı. Alak suresinde “biz insanı alak’ tan yarattık” ayetinde geçen “alak” kelimesi bütün müfessirler tarafından pıhtılaşmış kan olarak tefsir edilirken İslamoğlu hem de hiçbir usule riayet etmeden bunun yanlış olduğunu doğrusunun sevgi olduğu söyler.
10-Vahy-i Gayri Metluv diye bir şey yok. Kendi ifadesiyle bunun mucidi Şafii. Evet ifade aynen böyle. (hz.) ya da (r.a) gibi saygı ifade eden şeyler yok.
11-Kıyamet alametleri, deccal gibi şeyler Kurana terstir. Listeyi daha da uzatabiliriz. Daha fazlasını merak edenler Ebubekir Sifil, İhsan Şenocak, Hakan Taha Alp gibi araştırmacıların yazdıklarına bakabilirler. Ayrıca yukarıda zikrettiğimiz hususlardan emin olmak isteyenler İslamoğlu’nun mealine, resmi web sitesine ve Vahyin Penceresi programına bakabilirler.
Şimdi siz kıymetli okuyucularımdan ellerini vicdanlarına koyup şu soruya cevap vermelerini hassaten istirham ediyorum. Bahsi geçen bu düşünceler mi daha korkunç, daha tehlikeli, daha Kur’an’a ve sahih sünnete aykırı yoksa üstadın söyledikleri mi?
Not: Yazıların devamı gelecek.