Prof. Dr. Ahmet Akgündüz'ün yazısı
Tesettür aleyhindeki ilk hücumlar Abdullah Cevdet tarafından başlatılmıştır. Ancak Mustafa Kemal’in kadın giyimi konusunda bir kanun çıkarmaması, bazı çevrelerce onun örtünmeye karşı olmadığına bir delil olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Oysa örtünmek (çarşaf ve peçe vs.) onun döneminde yasaklanmıştı. Hakkı Uyar’ın da belirttiği gibi, yasaklama kararı, şapka’ya ilişkin düzenlemeden farklı olarak, bir kanun çıkarılmadan fakat “yerel önlemlerle” uygulanmaya çalışılmıştı. Dolayısıyla Mustafa Kemal’in kadınların örtünmesine karşı olduğu şüphesizdir. Nitekim 1918 yılında Karlsbad’ta bulunduğu sırada kaleme aldığı hatıralarında “Velhasıl netice: Bu kadın meselesinde cesur olalım. Vesveseyi bırakalım… Açılsınlar” şeklindeki düşüncelerini kaleme almış ve sadece yakın arkadaşlarıyla paylaşmıştır. Örneğin, İbrahim Süreyya (Yiğit) ve Mazhar Müfit (Kansu) ile 1919 senesinde yapmış olduğu ve gizli kalmasını tembihlediği mülakatta, “Tesettür (örtünme) kalkacaktır.” dediği Türk Tarih Kurumu tarafından basılan Mazhar Müfit Kansu’nun anılarında geçmektedir.[1]
Cumhuriyet kurulduktan sonra memleketin her yerinde açık saçıklık ve buna bağlı olarak fısku fücur kol gezmeye başlamıştır. Buna dair makalelerden birini tarihî belge olarak kitaba almak istiyoruz:
Fısk u Fücûr Âmilleri, Sebîlürreşad Mecmuası, c. XXII, Sy. 555-556, sh. 78-79
Mustafa Kemal’in İstanbul’daki hayatını kaleme alan Banoğlu’nun kitabında ise, Mustafa Kemal’in, düşüncelerini hayata geçirmeye çalıştığını görmekteyiz:
Mustafa Kemal dans etmekte olan İhsan Bey isminde bir doktorun kızını çağırarak şöyle demiştir:
- Hanımefendi, bu başörtünüzü çıkardığınız takdirde daha güzel olacağınızı tahmin ediyorum, isterseniz bir deneyiniz.
Genç kız, Mustafa Kemal’in bu hitabı üzerine başındaki örtüyü çıkararak dansa devam etmiştir. Bundan memnun olan Mustafa Kemal birkaç dakika sonra aynı genç kızla dans etmiştir.
Mustafa Kemal başörtüsü ile dans eden öteki hanımlara da aynı tavsiyede bulunmuş, örtüleri çıkardıkları takdirde daha iyi olacaklarını söylemiştir. Bunun üzerine balodaki bütün kadınlar başörtülerini çıkarmışlardır.[2]
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi
Burada suçu kadınlara yıkmak isteyenler, “bu kadınlar açılmaya daha dünden razıymış, baksanıza hemen açılıverdiler” şeklinde itiraz edebilirler. Ancak kadınların karşısında, Kıyafet Inkılabı uğruna “gerekirse bazı kurbanlar da verelim” diyen ve “şapka için insan asan” biri olduğunu unutmamak gerekir. Böyle bir adamın “rica”sına karşı çıkmak herkesin harcı değildir, dolayısıyla korkmaları ve ricasını yerine getirmeleri gayet tabiidir.
Bedîüzzaman Said Nursi Hazretleri, daha evvel hissettiği için İstanbul’da Ankara’ya gelmeden evvel kaleme aldığı Leme’ât adlı eserinde bu konuyu ele almıştır. Yani asrın müceddidi olarak Mustafa Kemal’e cevabı o zaman vermiştir.
Kadınlar yuvalarından çıkıp beşeri yoldan çıkarmış, yuvalarına dönmeli
اِذَا تَاَنَّثَ الرِّجَالُ السُّفَهَاءُ بِالْهَوَسَاتِ ٭ اِذًا تَرَجَّلَ النِّسَاءُ النَّاشِزَاتُ بِالْوَقَاحَاتِ[3]
Mimsiz medeniyet, taife-i nisayı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metaı yapmış. Şer'-i İslâm onları
Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayat-ı ailede. Temizlik zînetleri.
Haşmetleri, hüsn-ü hulk; lütf-u cemali, ismet; hüsn-ü kemali, şefkat; eğlencesi, evlâdı. Bunca esbab-ı ifsad, demir-sebat kararı
Lâzımdır tâ dayansın. Bir meclis-i ihvanda güzel karı girdikçe riya ile rekabet, hased ile hodgâmlık debretir damarları!
Yatmış olan hevesat, birdenbire uyanır. Taife-i nisada serbestî inkişafı, sebeb olmuş beşerde ahlâk-ı seyyienin birdenbire inkişafı.
Şu medenî beşerin hırçınlaşmış ruhunda, şu suretler denilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin rolleri pek azîmdir; hem müdhiştir tesiri.
Memnu' heykel, suretler: Ya zulm-ü mütehaccir, ya mütecessid riya, ya müncemid hevestir. Ya tılsımdır: Celbeder o habis ervahları.[4]
Bedîüzzaman’ın tepkisi çok serttir ve bu mesele hakkında müstakil bir Risâle neşretmiş ve idamla yargılanmıştır. 24. Lem’a Tesettür Risâlesidir. Mukaddimesi şöyledir:
بسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
يَا اَيُّهَا النَّبِىُّ قُلْ ِلاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَاءِ الْمُؤْمِنِينَ يُدْنِينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلاَبِيبِهِنَّ
ilâ âhir. ("Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına söyle, evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar." (Ahzâb Sûresi, 33/59)) [5].. âyeti, tesettürü emrediyor. Medeniyet-i sefihe ise, Kur’an’ın bu hükmüne karşı muhalif gidiyor. Tesettürü, fıtrî görmüyor, "bir esarettir" diyor.[6]
Elcevab: Kur'an-ı Hakîm'in bu hükmü tam fıtrî olduğuna ve muhalifi gayr-ı fıtrî olduğuna delalet eden çok hikmetlerinden, yalnız "dört hikmet"ini beyan ederiz.[7]
Hem Kur'an merhameten, kadınların hürmetini muhafaza için, hayâ perdesini takmasını emreder. Tâ hevesat-ı rezilenin ayağı altında o şefkat madenleri zillet çekmesinler. Âlet-i hevesat, ehemmiyetsiz bir meta' hükmüne geçmesinler. Medeniyet ise, kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkarmıştır. Halbuki aile hayatı, kadın-erkek mabeyninde mütekabil hürmet ve muhabbetle devam eder. Halbuki açık-saçıklık, samimî hürmet ve muhabbeti izale edip ailevî hayatı zehirlemiştir. Hususan suretperestlik, ahlâkı fena halde sarstığı ve sukut-u ruha sebebiyet verdiği şununla anlaşılır: Nasılki merhume ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrib eder. Öyle de: Ölmüş kadınların suretlerine veyahut sağ kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan suretlerine hevesperverane bakmak, derinden derine hissiyat-ı ulviye-i insaniyeyi sarsar, tahrib eder.[8]
Bedîüzzaman daha sonra bu Risâle yüzünden yargılanmış ve bir sene hapis cezasını da çekmiştir. Şöyle anlatıyor:
“Hem bir sene cezasını çektiğim ve mahrem tutulan ve zabıtnamede kaydedildiği gibi odun yığınları altından çıkarılan Tesettür Risâlesi bu sene yazılmış ve neşredilmiş gibi, bizi ittiham etmek istiyor. Hem Ankara'da hükûmetin riyâsetinde bulunan malûm birisine ettiğim itirazlara ve ağır sözlere karşı o reis mukabele etmeyip sükût etmesi ve o öldükten sonra, onun yanlışını gösteren bir hakikat-ı hadîsiyeyi kırk sene evvel beyandaki fıtrî ve lüzumlu ve küllî ve mahrem tenkidlerim, makam-ı iddia cerbezesiyle ona tam tatbik ile bize medar-ı mes'uliyet yapılmış. Ölmüş ve hükûmetten alâkası kesilmiş bir şahsın hatırı nerede? Hükûmetin ve milletin bir hatırası ve Cenab-ı Hakk'ın bir tecelli-i hâkimiyeti olan adâlet kanunları nerede?[9]
Bedîüzzaman, öncelikle Abdullah Cevdet’in ve onu teyiden Mustafa Kemal’in buna karşı çıktığını 1935 yılındaki Eskişehir Mahkemesinde açıkça şöyle ifade ediyor:
“Eskişehir Mahkemesi tek bir mes'ele olan tesettür-ü nisa hakkındaki bir küçük Risâlenin beş-on kelimesini bahane ederek lastikli bir kanun ile hafif bir ceza verdiği zaman Mahkeme-i Temyiz'den sonra layiha-yı tashihimde kanunsuzluğun yalnız tek bir nümunesi olarak resmen Ankara'ya yazdım ki: Bin üçyüz elli senede, üçyüzelli milyonun kudsî bir düsturuyla daimî ve kuvvetli bir âdet-i İslâmiyeyi ders veren ve emreden tesettür âyetini, eskide bir zındığın Kur’an’ın bu âyetine itirazına ve medeniyetin tenkidine karşı müdafaa için üçyüzelli bin tefsirin icmaına ve hükümlerine ittiba ederek o âyeti tefsir edip bin üçyüzelli senede geçen ecdadımızın mesleğine iktida eden bir adama, o tefsiri için verilen ceza ve mahkûmiyeti, dünyada adâlet varsa elbette o hükmü nakzedecek ve bu acib lekeyi bu hükûmet-i İslâmiyedeki adliyeden silecek diye layihayı tashihimde yazdım, oranın müddeiumumîsine gösterdim. Ondan dehşet aldı, dedi: "Aman buna lüzum kalmadı. Cezanız az, hem pek az kaldı. Bunu vermeğe lüzum kalmadı."[10]
Eskişehir Mahkemesi tesettür-ü nisa hakkında bir küçük Risâlenin birtek mes'elesini belki bu gelen cümleyi "Mesmuatıma göre: Merkez-i hükûmette, bir kundura boyacısı çarşı içinde bir büyük adamın yarım çıplak karısına sarkıntılık edip o acib edebsizliği yapması, tesettür aleyhinde olanın hayâsız yüzüne şamar vuruyor." diye eskiden yazılmış cümle sebebiyle, bir sene bana ve yüzyirmi adamdan onbeş arkadaşıma altışar ay ceza verdiler. [11]
Yine Eskişehir Mahkemesindeki şu açıklamaları da manidardır:
İddianamede Tesettür Risâlesi hakkında evvelce istintak dairesinde izahlı bir cevap vermekliğimle beraber şiddetli ve tekidkârâne bahsedilmiş.
El-Cevab: 13 veya 14 sene evvel telif edilen (1922 oluyor) Arapça ve Türkçe matbû’ ve gayr-ı matbû’ Risâlelerimden alınan ve Notalar namında Onyedinci Lem’a Risâlesinin bir meselesi olan Tesettür’e Dâir Risâleye sonradan Yirmidördüncü Lem’a namı verilmiş. Bu Risâlenin başta Dr. Abdullah cevdet olarak Avrupa medeniyet ve felsefesi namına ve belki İngilizlerin ifsâd siyaseti hesabına tesettür âyetine ettikleri itiraza karşı gayet kuvvetli ve müskit bir cevab-ı ilmîdir.[12]
Burada Bedîüzzaman’ın bir hadisin tevili ile alakalı ve konumuzu doğrudan ilgilendiren bir tesbitini daha aktaracağız:
Onbirinci Mes'ele: Rivayette var ki: "Âhirzamanda bir erkek kırk kadına nezaret eder."
Allahu a'lem bissavab, bunun iki tevili var:
Birisi: O zamanda meşru nikâh azalır veya Rusya'daki gibi kalkar. Birtek kadına bağlanmaktan kaçıp başıboş kalan, kırk bedbaht kadınlara çoban olur.
İkinci tevili: O fitne zamanında, harblerde erkeklerin çoğu telef olmasından, hem bir hikmete binaen ekser tevellüdat kızlar bulunmasından kinayedir. Belki hürriyet-i nisvan ve tam serbestiyetleri kadınlık şehvetini şiddetle ateşlendirdiğinden fıtratça erkeğine galebe eder; veledi kendi suretine çekmeğe sebebiyet verdiğinden, emr-i İlahiyle kızlar pekçok olur.[13]
[1] Hakkı Uyar, “Çarşaf, Peçe ve Kafes Üzerine Bazı Notlar”, Toplumsal Tarih Dergisi, sayı 33, Eylül 1996, sayfa 6 – 11; “Tek Parti Döneminde Denizli’de Siyasal Hayat”, Uluslararası Denizli ve Çevresi Tarih ve Kültür Sempozyumu, Pamukkale Üniversitesi, Denizli, 6-7-8 Eylül 2006, sh. 16; Paul Gentizon, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, (Çeviren: Fethi Ülkü), 3. Baskı, Bilgi Yayınları, Ankara 1995, sh. 131; Afet İnan, M.Kemal Mustafa Kemal’in Karlsbad Hatıraları, 2. Baskı, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1991, sh. 45; Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Mustafa Kemal’le Beraber, cild 1, 4. Baskı, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1997, sh. 131 – 132; Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Fon kodu: 490.01, Yer no: 17.88.1; Akşam Gazetesi, 16 Aralık 1934; Yeni Asır Gazetesi, 12 Aralık 1934; Sadık Sarısaman, Cumhuriyetin İlk Yıllarında Kadın Kıyafeti Meselesi, Mustafa Kemal Yolu, 6, Sayı: 21, Mayıs 1998, sh. 103.
[2] Niyazi Ahmed Banoğlu, Mustafa Kemal’in İstanbul’daki Hayatı, cild 1, sh. 218.
[3] “Sefih erkekler heves ve arzulara kapılarak kadınlaşırsa, o zaman isyankâr kadınlar da hayasızlıkla erkekleşir.” {Tesettür Risâlesi'nin esasıdır. Yirmi sene sonra müellifinin mahkûmiyetine sebeb gösteren bir mahkeme, kendini ve hâkimlerini ebedî mahkûm ve mahcub eylemiş.}
[4] Sözler, sh. 727.
[5] Kur’an, 33: 59, “Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınmaması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”
[6] {Haşiye: Mahkemeye karşı ve mahkemeyi susturan lâyiha-i Temyiz'in müdafaatından bir parça: "Ben de Adliyenin mahkemesine derim ki: Bin üçyüz elli senede ve her asırda üçyüz elli milyon insanların hayat-ı içtimaiyesinde en kudsî ve hakikî ve hakikatlı bir düstur-u İlahîyi, üçyüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve bin üçyüz elli sene zarfında geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidaen tefsir eden bir adamı mahkûm eden haksız bir kararı, elbette rûy-i zeminde adâlet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir!.}
[7] Lem’alar, sh. 195.
“Hem ezcümle, Dâr’ül-Hikmet’il-İslâmiye'de bulunduğum zaman, tesettür âyeti aleyhinde Avrupa'dan gelen itiraza karşı bir cevab yazmıştım. Bundan bir sene evvel, eski matbu' Risâlelerimden alınan ve Onyedinci Lem'a namındaki Risâlenin bir mes'elesi olarak kaydedilmiş ve sonra Yirmidördüncü Lem'a ismini alan kısacık Tesettür Risâlesi, ilerideki kanunlara temas etmemek için, o Tesettür Risâlesi'ni setrettim. Her nasılsa, yanlışlıkla bir yere gönderilmiş. Hem o Risâle; medeniyetin, Kur’an’ın âyetine ettiği itiraza karşı, müskit ve ilmî bir cevabdır. Bu hürriyet-i ilmiye, Cumhuriyet zamanında elbette kayıd altına alınamaz.” Tarihçe-i Hayat, sh. 221.
[8] Sözler, sh. 410.
[9] Şu’alar, sh. 366.
[10] Şu’alar, sh. 381.
[11] Şu’alar, sh. 396.
[12] Osmanlıca 27. Mektup, sh. 62-63.
[13] Şu’alar, sh. 586.