Risale-i Nur'da kainat için birçok yerde kitap benzetmesi yapılıyor. Bölümleri galaksiler, noktaları zerreler olan muazzam bir kitap. Bu kitapta çok mükemmel özellik var. Mesela yazılar durmadan değişiyor. Veya bir kelime kadar yer tutan bir DNA'da kainat kitabında bir sayfa kadar yer tutan bir ağacın bütün özellikleri kaydedilmiş. Aynı zamanda incelendiğinde bir hece olan atom bir galaksi kadar sanatlı. İşte bu evrenimizi böyle muazzam bir kitaba benzetiyor Said Nursi.
Şimdi böyle bir kainatın yaratıcısı, yarattığı varlıklar arasında en nadidesi olan insanla iletişim kuracağı zaman ne yapabilir? Elbetteki bu soruyu cevaplamak için öncelikle kainatı ve insanı yaratmadaki muradı üzerine düşünmek ve insanı tanımak gerekiyor. Örneğin insan salt iyi veya kötü şeklinde kodlanmış bir robot değil. Yani gökyüzünden kimsenin doğruluğuna şüphe duymayacak bir emirler silsilesi gök cisimleriyle yazılsa sınıflanma çok sınırlı kalmış olacak. Oysa biliyoruz ki (kâinata göz gezdirince görüyoruz) yaratıcımız çeşitliliği seviyor. Böcek deyip tek tip bir şey yaratmıyor. Veya bir sürü gül çeşidi yaratıyor. Elbetteki böyle bir yaratıcı yarattığı çok yönlü varlık olan insanları çok yönlü sınıflandırmaya tabi tutacak.
İnsanlar mantığı, feraseti, basireti, cesareti, hakperestliği, iradesi vs. yönünden milyarlarca farklı seviyeye ayrılacak. Çünkü dediğimiz gibi yaratıcı çeşitliliği seviyor. Böylece daha iyi tanınma imkanı oluyor. Yani böyle bir yaratıcının kendisini bütün insanlara gösterdikten sonra alacakları tutumları değerlendirmesi beklenmez. Çünkü çok sınırlı bir çeşitlilik söz konusu olacaktır.
Bu uzun girizgahın, bu akıl yürütmenin sebebi neden insanlarla son ve en geniş iletişim şekli olarak ondört asır evvel yaşamış bir insana gönderilen bir kitap olduğunu anlamaya çalışmaktır. Bulduğumuz sonuç(Şüphesiz tek sebep değildir bir çok sebebi vardır) ise bunun insanlar arasındaki dağılımı en iyi sağlayan yöntem olmasıdır. Yani peygamberin sadece yüzünü görerek imana gelen sahabiden, şimdi çevremizde göreceğimiz yüzlerce çeşit insana kadar değişen bir tutum skalası. Yani bu yaratıcının gönderdiği kitapla ilgili 3 şey söyleyebiliriz.
1. Bütün insanlara hitap eden bir tarzı olacak.
2. Kainat kitabının tefsiri olacak.
3. En başta Hz. Muhammed'e (asm) hitap edecek. Yani birinci muhatapı o olacak ama bütün insanlar o velayeti nübüvvete inkılab eden zatın hissesinden feyizlenecek.
Başlığa dönersek geçtiğimiz yıllarda bir ilahiyatçının Kur'an'daki elhamdülillah gibi ayetleri öne sürerek Kur'an lafzının peygambere ait olduğunu ileri sürdüğü bir video medyaya düşmüştü. Doğrusu çok şaşırmıştım. Çünkü sadece Birinci Söz'ü anlayarak okuyanların bile kavrayacağı bir mevzuda koca ilahiyat profesörü boğulmuştu.
Ne deniyordu Birinci Söz'de? Her şey manen Bismillah der. Her şey manen Bismillah diyorsa elbetteki her şeyin, kainatın tefsiri olan Kur'an'da Bismillah ile başlayacak.
Madem bu kâinat kitabının her noktası, her hecesi, kelimesi, cümlesi vs. bu kitabın müellifini övüyor elbette kainat kitabının müfessiri olan Kur'an da evrende yer alan her şeyin varlığıyla, işleviyle yaratıcıya hal dili ile yaptığı övgüyü ifade edecek.
Konuyu Risale-i Nurdan bir alıntıyla bağlamak istiyorum:
"Yani, bütün mevcudatta sebeb-i medih ve senâ olan kemâlât O'nundur. Öyle ise, hamd dahi O'na aittir. Ezelden ebede kadar her kimden her kime karşı gelen ve gelecek medh ü senâ O'na aittir. Çünkü sebeb-i medih olan nimet ve ihsan ve kemâl ve cemâl ve medar-ı hamd olan herşey O'nundur, O'na aittir. Evet, âyât-ı Kur'âniyenin işârâtıyla, bütün mevcudattan daimî bir surette dergâh-ı İlâhiyeye giden bir ubûdiyettir, bir tesbihtir, bir secdedir, bir duadır ve bir hamd ü senâdır ki, daimî o dergâha gidiyor." (Yirminci Mektub)
Selam ve Dua ile...