Asr-ı Saadet sadakat asrıdır. Hz. Ebubekir Sıddık o dönemin meyvesidir. O çağdan uzaklaştıkça sadakatten de uzaklaşılmıştır. Dünyanın baş döndürücü hızı karşısında çabucak savrulunmuştur. Biraz korku havası hâkim olsa hemen herkes köşesine çekilmiştir.
Bediüzzaman asrın dondurucu soğuklarının yaşandığı bir mevsimde dünyaya ayak basmıştır. Kendisinin ifadesiyle acele etmiş, kışta gelmiştir. Böyle bir zamanda Bediüzzaman’ın yanında olmak soğuktan kırılmayı göze almak demektir. Barla Sıddıkları, Sıddık Ebubekir (ra) ruhuyla canları pahasına Üstad’a sahip çıkarlar. Hafız Ali de bunlardandır. Üstad’ın çizdiği yeşil yoldan santim sapmaksızın ahirete intikal eder. Risalelerin Latin harflerle yazılması gündeme gelince, “Üstad’ım ne derse o olsun” der.
Sadakat, ebedi yolda omuz omuza, yürek yüreğe gitmektir. Kendini ötekinin yerine koyup sahiplenmektir. Gören gözü, işiten kulağı, konuşan dili, tutan eli, yürüyen ayağı, nihayet hisseden kalbi olmak, demektir. Hz. Ebubekir “Anam, babam sana feda olsun Ya Resulallah.” diyerek ruhunu Habibullah’a (sav) teslim eder. Efendimiz’in ifadesiyle, Hz. Ömer peygamberlik yolunda kendisiyle omuz omuza gitmiş, yolun sonunda bayrağı göğüsleyen Hz. Muhammed (sav) olmuştur. Fakat bu omuz omuza gidiş kalpten kalbe uzun ince bir yol açmış, yirmiye yakın ayet daha Efendimiz’in diline düşmeden Hz. Ömer’in kalbine düşmüştür. Sadakat işte budur… Sevdiğinin kalbini sahiplenmektir. Kalbinden geçenleri bilmektir. Hafız Ali ile Bediüzzaman arasında işte böyle bir bağ vardır. Hz. Ömer’in Efendimiz’in kalbini sahiplendiği gibi o da Üstad’ının kalbini sahiplenmiş, kalbinin dili olmuştur. Üstad’a göre bu onun sadakatinin bir lem'a-i kerametidir.[1]
Üçler, Yediler, Kırklar
Hz. Ömer kırkıncı Müslüman olarak kudsî daireye dâhil olduğu an kendini Efendimiz’e (sav) feda eder. Korkusuzca meydana çıkar. Kırk kişiyi arkasına takarak Kâbe’ye yürür. O gün bu gündür, üçler, yediler, kırklar denilen kudsiler ordusundan bahsedilir. Hafız Ali yedilerdendir. Beş büyükler Muhacir Hafız Ahmet, Şamlı Hafız Tevfik, Abdullah Çavuş, Sıddık Süleyman ve Marangoz Mustafa Çavuş’tur. Sonra listeye Hafız Ali ve Hüsrev Altınbaşak eklenerek Yediler silsilesi tamamlanır. Hz. Ömer komutasındaki Kırklar, Efendimiz’i (sav) kelle koltukta savundukları gibi bu Yediler de Yezidler çağında Bediüzzaman’ı savunurlar. Nihayet Hafız Ali bu yolda şehadet şerbetini içer. Üstad bir mektubunda onun bu korkusuz yüreğini selamlar.
“Cenâb-ı Hakka yüz binler şükür olsun ki, Risale-i Nur kendi kendine tevessü ediyor. Her tarafta fütuhatı var. Ehl-i dalâletin hileleri onu durdurmuyor; bilâkis çok dinsizler teslim-i silâh ediyorlar. Hafız Ali'nin dediği gibi, korkuları pek ziyadedir. Şimdi, dinsizlik taassubuyla değil, korku cihetiyle ilişiyorlar. O korku, Risale-i Nur lehine dönecek inşaallah.
Nur fabrikasının sahibi, bu defaki mektubundaki harika ve yüksek duası, onun fevkalade ihlâs ve sadakatinin bir tereşşuhatı nazarıyla baktığımızdan, bin derece haddimden ziyade hüsn-ü zannını Risale-i Nur hesabına kabul edip, duasına âmin deriz. O Nur Fabrikasının mektubu Hasan Âtıf'ın mektubuyla leyle-i Berat akşamında elimize geçti. O gecemize, bereketli ve mübarek bir tebrik nev'inde telâkki eyledik…”[2]
*Daha fazla bilgi için 2 ay önce HİCBİŞEY yayınlarından yayımlanan Gökyüzü Rahlesinde Hafız Ali Ergün’ün Sonsuzluğa Uzanan Hikâyesi isimli kitabımızı okuyabilirsiniz.
https://www.kitapyurdu.com/kitap/gokyuzu-rahlesinde-amp-hafiz-ali-ergun/619798.html&publisher_id=10964