Korkma, sönmez bir kandildir Risale-i Nur
Risale-i Nur gücünü ezeli güneşten alan bir kandildir. 1940’lı yıllarda şiddetli, fırtınalı bir dönemden geçilmektedir. Rüzgâr gâh dost, gâh düşman tarafından esmektedir. Kandil söndürülmeye çalışılmaktadır. Polis ve jandarma asılsız ihbar ve dayanaktan yoksun ithamlarla Nur Talebelerinin evlerine ve işyerlerine baskınlar yaparak tehdit ve korkuyla yıldırmaya çalışmaktadır. Öte yandan dost ateşiyle bazı dindar kesimler Risale Nur’un ve Bediüzzaman’ın makamını düşürmeye çalışmaktadır. Kandil alevinin titrediğini zanneden bazı şakirtler yaprak gibi titremeye başlarlar. Risale yapraklarına yüz çevirirler, yazmayı bırakırlar. İnebolu Nur talebelerinden Selahâddin Çelebi olaydan haberdar olunca harekete geçer. Risale Nur’un gücünü güneşten alan sonsuz bir kandil olduğunu, kimsenin onu söndüremeyeceğini dünyaya haykırır. [1]
Siyaset ve Risale
Şefkat timsali Risale-i Nur masumlara zarar gelme ihtimaline karşı siyasete girilmesini uygun görmez. Salâhaddin Çelebi 1942 yılında gümrük muhafaza memuru olarak göreve başlar. O günlerde Doğu şehirlerinde bir tarikat verdiği siyasi mesajlarla öne çıkar. Bediüzzaman olayın Risale ile ilişkilendirilmesinden endişelenir. Risale-i Nur’un siyasetle alâkasının olmadığını belirterek Salâhaddin’den bu kişilerden uzak durmasını ister. Ayrıca kendisini bir casusun takip ettiğini söyleyerek dikkat etmesini ister.[2]
Salâhaddin altı ay sonra kurs için Ankara’ya gelir. Ankara’da at izi, it izine karışmıştır. Mezkûr tarikatın hareketlerinden işkillenen bazı çevreler tarikatlar üzerinden İslam’a darbe vurmaya çalışır. Doğuda bazı yerlerde tarikatçılar tutuklanır. Nur Talebeleri müspet hareketin neticesini görürler, tevkif edilmezler. Selahâddin olayların kalbi Ankara’dan Üstad’a mesaj geçer. Üstad da talebelerini bilgilendirir.[3]
Nur Talebeleri yoğun takip altındadır. Mektuplar dahi incelemeye alınır.
Ankara’da gözaltı
Tarikat tutuklamalarından istisna tutulan Nur Talebeleri için başka bir tehlike görünür. Selahâddin, Ankara’dayken kendisini Genel Komutan Lütfi Karapınar Paşanın çağırdığı söylenir. Aklına ilk gelen şey Risale-i Nur’dur. Birileri Risale-i Nur’ları okuduğunu ihbar etmiş olmalıdır. Paşanın odasına gider. Paşanın yüzü serttir. Vaziyetin vahametini anlar. Masasının önündeki koltukta yakasındaki rozette istiklâl yazılı birisi oturmaktadır. Arkasında da bir subay hazır ol vaziyetinde beklemektedir.
Rozetli şahıs, “Üzerinde ne varsa çıkar.” der.
Selahâddin çıkarır. Not defterini alırlar. Para çantasını ve diğer eşyalarını geri verirler.
Askerler, “Bizimle beraber gelecek.” diyerek Paşadan müsaade alırlar. Denizli’nin Homa Kasabasında Bediüzzaman’a ait eserlerin ele geçirilmesi gerekçe gösterilerek gözaltına alınır.
Selahâddin’in işyerine giderler. Çantasını alırlar. Oradan kaldığı otele geçerler. Odasında arama yaparlar fakat bir şey bulamazlar.
“Aradığınız nedir? Söylerseniz belki yardımcı olurum.”
“Risale-i Nur ismindeki kitapları arıyoruz.”
“Söyleseydiniz size verirdim. Hiç yorulmazdınız. Bunlar imanî ve İslâmî eserlerdir, gardroptadır. Fakat siz görmediniz.”
Dolabı tekrar açarlar. Elbiselerin arkasından otuz kadar eser çıkarırlar. Eserlere el koyarlar. Zabıt tutanağına “Kendi göstermesi üzerine eserler bulunmuştur.” ifadesini yazdırtır.
Kitaplarla beraber 1. Şubeye gelirler. Müdürün nezareti altında, iki gün, iki gece ifadesi alınır. Tercüme-i halini, Risale-i Nur’daki hizmetini, kimlerle temas ettiğini ve eserleri okuyanların kimler olduğunu sorarlar. Cevaplar polisi tatmin etmez. Not defterindeki isimlerin kime ait olduğunu sorarlar.
Selahâddin, “Hacı Bayram Camiine gelen bir kaç kişinindir. Fakat adreslerini bilmiyorum. Ancak camiye geldiklerinde tanıyabilirim.” der.
Hacı Bayram Camii cemaatine bakmasını, bunlardan kimlere kitap vermişse göstermesini isterler. Selahâddin isteği reddeder.
“Ankara halkının günahına girmem. Birine mutlaka iftira mı edeyim?”
Selahâddin korkma!
Selahâddin sorgulanırken Komiser Naci telâşla içeri girer.
“Sürpriz!” diye bağırır. “Bediüzzaman’ı Kastamonu’dan getirmişler. Geceyi otelde geçirmiş.”
Selahâddin ardından başka bir yere götürülür. Onu burada bir sürpriz beklemektedir. Bir gülüşüne dünyaları vereceği, canını huşuyla teslim edeceği Üstad’ı karşısındadır. Büyük bir cesaretle yaklaşır. Hürmetle elini öper. Üstad’ın elleri sıcacıktır. Ağır şekilde hasta ve yorgundur. Ellerini Üstad’ın ellerinden ayıramaz. Yetmiş yaşındaki ihtiyara yapılanlara çok üzülür. Teselli etmek yine Üstad’a düşer. Etrafındakilere haykırır.
“Bunlar bu vatanın fedakâr, imanlı evlatlarıdır. Bunlar emniyet ve asayişi ihlal etmez. Bilakis muhafaza ederler.”
Selahattin’e döner.
“Korkmayınız!”
Üstad’ı odadan çıkarırlar. Haykırmaya devam eder.
“Selahattin korkma!”
Bu eserler imânî ve İslâmî’dir
Selahâddin’i Vali Nevzad Tandoğan’ın beklediği bildirilir. Hemen götürülür. İçeri girerken merdivende genç bir hanımla karşılaşır.
“Siz de mi polissiniz?”
“Hayır, ben felsefe hocasıyım. Bediüzzaman’a bayram tebriki yazmıştım.”
Polisler ikaz ederler.
“Konuşmayın.”
Odaya önce felsefe hocasını çağırırlar. Yirmi dakika sonra çıkar. Selahâddin’e döner.
“Beni serbest bıraktılar. Allah yardımcın olsun.”
Ardından Selahâddin Valilik Makamına çıkarılır. Vali koltukta oturmaktadır. Selahâddin’i on dakika kadar tepeden tırnağa süzer.
“Şinasi, elektrikleri söndür!”
Bir dakika sonra, tekrar, “Aç!” der. Başını iki tarafa sallar. Gözlüğünü çıkarır. Tek camıyla bakar. Selahâddin’in kılığı kıyafeti Cumhuriyet yasalarına uygundur. Ayağa kalkar.
“Yanıma gel.”
Omzundan tutar.
“Nasıl olur? Sen Cumhuriyet çocuğusun. Böyle kimsenin peşine nasıl takılırsın? Bunun gayelerini bilmez misin?”
Selahâddin soğukkanlıdır. Değil mi ki arkasında dağ gibi Üstad’ı vardır.
“1936 senesinden beri Kastamonu’da ziyaretine giderim. Eserlerinden okudum ve neşrine çalıştım. Bu eserler imanî ve İslâmî’dir. Siyasî ve menfi milliyetçilik yoktur. Milletimizin ve devletimizin aleyhinde en ufak bir kelime görseydim ve kendisinden menfi bir düşünceyi hissetseydim ihbar eder ve herkesten önce ben düşman kesilirdim. Tamamiyle yanlış bir kanaate sahipsiniz. Eserleri imanîdir. Kur’ân-ı Azimüşşanın bazı âyetlerinin tefsirlerinden ibarettir. Kastamonu’da herkes ziyaret ediyor. Polis karakolunun karşısında bir evde oturuyor. Polisler her gün giren çıkanı görüyorlar.”
Vali sinirlenir.
“Kastamonu Valisi kim?”
“Mithat Altıok.”
“Şinasi, bak ne hayvanlar var…”
Ardından Selahâddin’e döner.
“Mademki eserleri imanîdir diyorsun, mahkemeye verileceksiniz. Orada tetkiki yapılır, orada söylersin.”
Kapıda bekleyen Birinci Şube Müdürüne seslenir.
“Mahkemeye sevk edin.”
Başından bul Nevzad
Vali zulmünü Selahâddin’le sınırlı tutmaz, Üstad’a da sarar. Kendisiyle görüşmek ister. O sırada Selahattin de Tandoğan’ın odasının önündedir. Bediüzzaman odaya girer. Kapı kapanır. İçeriden şiddetli sesler duyulur. Az sonra odacı elinde adi bezden yapılmış eski bir kasketle odaya girer. Vali, Üstad’a şapka giydirmek istemektedir. Kapıcı odaya girip çıkarken Bediüzzaman’ın sesi yankılanmaktadır.
“Ben sizin ecdadınızı temsil ediyorum. Kıyafet Kanunu münzevilere tatbik edilmez. Ben dışarı çıkmıyorum. Beni icbarla siz çıkarıyorsunuz. (Boynunu gösterir.) Bu sarık bu başla çıkar. Başından bul!”
Bediüzzaman odadan çıkar. Selahâddin’le göz göze gelirler. “Selahattin korkma! Korkma! Allah’a ısmarladık!” diyerek polislerin arasında uzaklaşır.
Tandoğan zulmünün cezasını çeker. 17.10.1945 tarihinde Ankara sosyetesinin önde gelenlerinden Rus Büyükelçiliği doktoru Dr. Neşet Naci Arzan’ın öldürülmesi olayına adı karışır. 09.07.1946 tarihinde kafasına kurşun sıkarak intihar eder. Hüdhüd kuşu Üstad’a müjdeyi verir. Selahâddin bir mektupla emir tekrarı yapar. Üstad haberi dostlarıyla paylaşır.[4]
*Kaynak: Kuzey Işıkları: İnebolu Nur Kahramanları / Mustafa Oral / Hiçbişey Yayınları (Genişletilmiş 2. Baskı)
https://www.kitapyurdu.com/kitap/kuzey-isiklari-inebolu-nur-kahramanlari/654956.html&publisher_id=10964
[1] Kastamonu Lâhikası, 125. Mektup.