Bediüzzaman’ı Ağlatan Kötürüm Ali (Ali Osman Öztop)

Mustafa ORAL

Kötürüm Ali, Sırtında Risale-i Nurlar Taşıyor

Ali Osman Öztop 1913 yılında Isparta Atabey’de dünyaya merhaba der. Kısa zamanda serpilir, boylu poslu, yakışıklı bir genç haline gelir. Birçok genç kızın rüyasını süsleyecek yaşa erdi derken 20 yaşlarında geçirdiği bir rahatsızlıktan sonra kötürüm olur. Ayakları da, kalbi de dünyadan kesilir. Rabbi ondaki manevi cemali görmüş, dünyadan elini eteğini çektirmiş, kadından kızdan yüz çevirtmiş, onu meleklerin makamına erdirmek istemiştir.

Ali Osman kötürüm olmuştur. Dünyadan soğudukça soğumuştur. Artık elleri hem ayağı hem de kanadı olacaktır. Ondan sonrasını kanatlarıyla gidecektir. Ona şüphe yok da böyle yarım yarım nereye kadar gidebilecektir. Allah iki acıyı birden yaşatmaz. Dünyaya küstürdüğünü ahiret sevincinden mahrum etmez. Dünyanın yüz vermediğinin yüzünü ahirete çevirir. Dünyanın evermediğini meleklerle eğlendirir. Dünyadan el çektirdiğine ahirete verir. Dünyanın el vermediğine ahiretten el uzatır. Bir zaman sonra, Efendimizin (sav) Hz. Hatice’ye (ra) eş olduğu yaşta kendisini kanatlandıracak olan el ufukta görünür: Tahiri Mutlu.

Sırlı Testi: Tâhirî Mutlu

Hatice’sini bulan neyi kaybeder. Hatice’sini kaybeden neyi kaybeder. Sen Hz. Mustafa (sav) gibi “Tahir” olduktan sonra Hz. Hatice gibi bir “Tahire” gelir, seni bulur. Sen asrın sahabeleri Bediüzzaman gibi yaşamaya ahdettikten sonra Tahiri Mutlular gelir seni bulur.

Tahiri Mutlu, Kötürüm Ali’ye Bediüzzaman’ı ve Nurlu hakikatleri anlatır, nurdan kanatlar takar, ruhunu ruhuna eş yapar. O günden sonra Ali dünyaya bakmaz. Karşısına dünya güzeli çıksa başını kaldırmaz. O günden sonra “Alil (hasta) Ali” kuş gibi hafifler. Annesinin kanatlarında uçan yavru gibi Tahiri’nin gölgesinde nurlu dünyalara kanat çırpar. Allah ayaklarını almış ama nurdan kanatlar vermiştir. Sevincini Üstadıyla paylaşır. “Allah'ıma şu dünyadaki bütün zerratlar adedince hamd olsun. Şu zamanın hatta mazi ve müstakbelin de en büyük ve en mühim uleması olan Risale-i Nur'u bizlere bahşetmiş."

Tahiri eline bir kalem verir. Risale sayfalarını Ali’nin göğsüne bırakır. Ali nefes nefese yazmaya başlar, göklere imzasını atar. Tahiri her gün başka başka heyecanlarla kapısını çalar. Ali’nin kalbi göklerin kapısı gibi sevinçle çarpar.

Atabey’de yazılan risaleler gün be gün çoğalmaktadır. Cüz cüz risale yığılmıştır. Bir gün Tahiri’ye hallerini açar. “Bu hakikatler dağılıp gidecek, bu nurlu risaleler birbirine karışacak, bunları ben ciltleyeyim.”

Tahiri bu işe dünden razıdır. Gökyüzüne yazı yazmak vazifesinden sonra gökleri ciltlemek de Ali’ye kalmıştır. Eli kalemine yardım ederek önce göğe risaleleri nakşederler, sonra da göğü ciltlerler. Kalem ile kelam kardeştir. Ali kalemiyle yıldız yıldız gökyüzüne nakşettiği nurlu sözleri dostlarıyla paylaşmaya başlar. Mahşerin üç atlısı gibi eli, kalemi ve kelamı gökleri dolaşır. Câranların Şükrü Özbek, İmamların Hilmi Uysal, Tatar’ın Abdullah Çavuş (Sualp) gibi birçok genç bu gök yolculuğuna katılır.

Yoksulluk içimizde

O günlerde hemen her nur talebesi gibi Ali de yoksuldur. Fakat yokluk kıtlık, soğuk sıcak, kar kış demeden bütün zorluklara rağmen hizmeti sürdürür. Kız kardeşi Ayşe Atadal elindeki tığ ile Ali’nin kalemini, hallerini hayretle seyreder.

“O tarihlerde en küçük bir ihbar olduğunda, gelip evleri basıyorlar ve yazılan risaleleri imha ediyorlardı. Bu sebeple risaleler ekseriyetle geceleri, kandil veya gaz lambasının ışığı ile yazılıyordu. Ancak şüphe çekmemek için dışarıya ışık sızdırılmadan yazılması lazımdır. Ali Osman da o yazanlardan biridir. Ev eski, ahşap, her taraftan soğuk alırdı. Yakacak odun ve kömür de fazla olmazdı. Bu sebeple akşamdan yanan sobanın kor halindeki ateşi, mangaldaki külün içine alınır ve mangaldaki kor ateş çabuk sönmesin diye de üzeri külle örtülürdü. Ali Osman yazdıkça üşüyen parmaklarını, sadece parmaklarını bu külü açarak ısıtırdı. Üşüdükçe tekrar ısıtır ve bu şekilde sabaha kadar yazıya devam ederdi.

Rahmetli Ali Osman ağabeyim bu şartlarda çok fazla hizmet etmiştir. Bu ihlâslı fedakârlığı bana çok tesir ederdi. Arada bir parça nurlardan okuyuverdiğinde; 'sanki ağzından Cennet balı akıyor gibi tatlı lezzet alırdım."

Hasan Feyzi

Bediüzzaman Denizli’den ayrılınca Hasan Feyzi Yüreğil’in kolu kanadı kırılır. Elden ayaktan düşer. Bediüzzaman’ın gönlünde dünya denilen ağacın altında gölgelenir. Sık sık Hafız Ali Ergün’ün kabrine gider. 13 Kasım 1946 günü göklere göç etme zamanının geldiğini hisseder. Hafız Ali’nin kabrinden göklere kanatlanır. Bediüzzaman rahlesinden Hasan’ı Hafız’a uğurlarlar.

Ali Osman Öztop yaptığı güzel hizmetlerle genç yaşta Risale tarihinin demirbaşına kaydedilmeyi hak etmiştir. Bediüzzaman Hasan Feyzi’nin dünyadan kanatlanmasına üzülmekle beraber altın nesilden ümitlidir. Her şehir kendi Feyzi’sini çıkaracaktır. ‘İnşâallah Cenab-ı Hak onun vazifesini dünyada gördürecek Nur dairesinde çok Hasan Feyzi'leri yetiştirecek.’tir. Ali Osman Isparta’da Feyzi’nin vazifesini görmeye adaydır. ‘Bu merhum kardeşimizin Nur'a ait müteaddid vazifelerini tamamen görecek ve şakirdlerin tensibiyle ve meşveretiyle intihab edilecek bir yeni kahraman bulununcaya kadar, o vazifeleri taksim-ül a'mal suretinde herbir şakird bir vazifesini yapmağa başlasın. Demirbaş Ali Osman, bu vazife Isparta'da sana düştü. Hem oradaki kardeşlerin meşvereti ile onun yeri boş kalmamak için Nur'la onun gibi çok alâkadar birisi, şimdilik Denizli Hüsrev'i vaziyetini alsın. Ona hediye ettiğim takkeyi muhafaza etsin, tâ hakikî sahib çıkasıya kadar." (Emirdağ Lâhikası 190)

Ali Osman, Üstadın beklentilerini boşa çıkarmaz. Isparta’nın Hasan Feyzi’si olur. Bir zaman sonra nurlu vazifesi biter, nefesi tükenir, toprağa düşer. 20 Ekim 1950’de dünya ağacından Atabey Kabristanına iner. Cenazesini kaldırmaya Hasan Feyziler, Hâfız Ali Ergünler ve Hâfız Mustafalar gelir. Hafızların ve meleklerin kanadında ruhunun ufkuna uçar. Ali’nin maddi ve maddi zahmetlerle dolu dünyadan rahmet dünyası Cennete uçtuğunu hisseden Bediüzzaman müjdeyi verir. “...Ali Osman'ın vefatıyla hem akrabasını, hem Medreset-üz Zehra ve Nur dairesini ta'ziye ediyorum. Tebrik ediyorum ki, vazifesini tam yapmış ve şimdi de Nur kahramanları Hâfız Ali ve Hâfız Mustafa yanında duama dâhildir. Umum kardeşlerime binler selâm. El Bâki Hüvel Bâki. Said Nursî” (Emirdağ Lahikası 2- 48)

Ne mutlu yaşadığı gibi vefat edenlere…

Ne mutlu hayatını ebedi hakikate feda edenlere…

Ne mutlu Hafız Alilere, Hasan Feyizlere…

Mevla cümlesine rahmet eyleye…

*Kaynak: Gökyüzü Rahlesinde Hafız Ali Ergün / Mustafa Oral / Hiçbişey Yayınları (Genişletilmiş 2. Baskı)

https://www.kitapyurdu.com/kitap/gokyuzu-rahlesinde-hafiz-ali-ergun/619798.html&publisher_id=10964

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.