Hafız bir gün Tahirî’ye hâlini açar. “Tahir! Bilsem ki benim de bu nur binasında makbul olmuş bir tuğlam var, sevincimden oynarım.” Oysa Hafız sevincinden oynayacak çok hizmetler yapmış, duvara çok tuğla koymuştur. Kur’an ve Risalelerin elle çoğaltılmasında ve matbaalarda basılmasında etkin rol oynamıştır.
Bu toprakların harcı Kur’an’la karılmıştır. Cumhuriyeti kuran irade içindeki bazı menhus ruhlar Batı değerlerine dayalı bir yaşam biçimi kurmak amacıyla Kur’an’ın ruhunu tahrip etmek için mana ve şekline müdahale ederler. Tehlikenin farkına varan Bediüzzaman Yirmi Dokuzuncu Mektup’un Üçüncü ve Dördüncü Kısımlarında, Kur’an’ın ilahî bir irade tarafından tanzim edildiğini ve ona asla dokunulamayacağını ispat eden Kur’an’ın mu’cizeliğini göze gösterecek bir Kur’an yazdırmaya karar verir. Kendisinin tasarlayıp nüshasında işaretlediği şekliyle bu Kur’an’ı yazmaları için kalemleri güzel talebeleri Hakkı Tığlı, Muallim Galip, Hafız Hâlid, Şamlı Hafız Tevfik, Muhacir Hafız Ahmed, Hafız Ali, Hafız Zühtü ve Hüsrev Altınbaşak’ı Barla’ya davet eder. Hizmetin takibini de Santral Sabri’den rica eder.
“Aziz, vefadar ve sıddık kardeşim Sabri,
Oradaki kardeşlerime ne kadar alakadarım! Eğer isimlerini yazabilseydim, kimleri yazacağımı da bilirsin. Seni tevkil ediyorum. Yalnız müsveddeleri güzelce tebyiz et. Ve benim hattımı tam okuyabilen ve hatırımdan çıkmayan ve hayat ve sıhhatlerinden haberim olmayan Şamlı Hafız Tevfik, Hüsrev, Hafız Ali gibi kardeşlerim, mahremce o müsveddeleri tebyiz etsinler. Bilemedikleri bir yere beraberce baksınlar.”
Talebeleri, Üstad’ın belirttiği tarzda parça parça Kur’an-ı Kerim’i yazarlar. En güzel yazı Hafız Ali’nin kaleminden çıkmıştır. Fakat en tevafuklusu Hüsrev’in kaleminde hayat bulmuştur.
Nur ve Gül Fabrikaları eşgüdüm hâlinde ihlâsla hizmet ederler. Bazen metod farklılıkları nedeniyle uyuşmazlıklar da çıkabilmektedir. Bunlardan birisi de Mu'cizatlı Kur'ân-ı Hakîmin neşri hususunda olur. Üstad, zamanında duruma el koyarak ihlâsla hizmetin önemini vurgular.
“Aziz, sıddık, kardeşlerim,
Bu defa, Hafız Ali'nin mektubunda büyük bir beşaret hissettik ki, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânımızı tab edilecek esbap var, mâniler yok. Madem mübarek Hüsrev geldi; en birinci hak, bu meselede onundur. Ve madem iki Ali ile Tahirî, Hafız Mustafa, harika tesanütleriyle ve şimdiye kadar bütün Risale-i Nur Talebelerini sevindiren ve ehl-i imanı memnun ve minnettar eden meydandaki hizmetleriyle ve kahraman Rüştü'nün lâyetezelzel sadakatiyle, Hüsrev'le beraber bu büyük ve ağır ve kıymettar hizmet-i Kur'âniyeye kemal-i tesanütle çalışmak lâzımdır.
Sakın! Dikkat ediniz, ihtilâf-ı meşrebinizden ve zaif damarlarınızdan ve derd-i maişet zaruretinizden ehl-i dalâlet istifade edip, birbirinizi tenkit ettirmeye meydan vermeyiniz. Meşveret-i şer’iyeyle reylerinizi teşettüten muhafaza ediniz. İhlâs Risalesi’nin düsturlarını her vakit göz önünüzde bulundurunuz. Yoksa, az bir ihtilâf bu vakitte Risale-i Nur'a büyük bir zarar verebilir. Hattâ sizden saklamam, işte şimdi Feyzi de, Emin de biliyorlar ki mabeyninizde gayet ehemmiyetsiz bir tenkit, bize burada zarar veriyor gibi, size, hiç bilmediğim hâlde, bu noktaya dair iki mektup yazdım ve ruhen çok endişe ediyordum. "Acaba yeni bir taarruz mu var?" diye muztarip idim.
Hem, o zarardandır ki, mübarek Hüsrev'in gelmesiyle yeni bir şevk ve sür'atle bize Hizb-i Nurînin arkasına ilhak edilen münacaat parçası on beş gün tehire uğradı. On beş gün evvel bize geleceğini tahmin ediyordum. İnsan kusursuz olmaz ve rakipsiz de olmaz. Risale-i Nur'un kahraman şakirtleri her müşkilâta galebe ettikleri gibi; inşaallah bu ehemmiyetli ve dehşetli mevsimde yine galebe ederler. Safvet ve ihlâslarını bozmayacaklar ve hizmetlerine fütur getirmeyecekler. Siz, tedbir-i maddiyeyi benden daha iyi bilirsiniz; fakat madem Hüsrev'le Rüştü, Risale-i Nur'da çok ehemmiyetli rükünlerdir. Hem etraflarında, Risale-i Nur'un çok ehemmiyetli şakirtleri var. Ve madem Hafız Ali, Tahirî, Hafız Mustafa, Küçük Ali Risale-i Nur hizmetinde tam muvaffakiyetleriyle tam makbul oldukları tahakkuk etmiş; bu iki cereyan baştaki iki göz gibi olmalı. Tam bir tesanüt lâzım ki, bu ağır defineye omuzları dayanabilsin.”[1]
Bu mektupta belirtilen hassasiyetler doğrultusunda Mu'cizatlı Kur'ân-ı Hakîmin ve bazı Risalelerin matbaalarda basılmasında Hafız ile Tahirî etkin rol oynar. Üstad bu çok sevaplı hizmetleri tebrik eder.
“Aziz, sıddık kardeşlerim,
Hem sizi, hem bizi, hem Risale-i Nur dairesini ve hususan kahraman Tahirî, bu Virdü'l-Âzam-ı Kur’anî’nin bu tarzda zuhura gelmesiyle tebrik ediyoruz.
Evet, bunun tab'ında iki emr-i azîm var.
Birisi: Mu'cizatlı Kur'ân-ı Hakimin ve kerametli Risale-i Nur'un tab'larına matbaada görülmemiş bir çığır açtı.
İkincisi: Tâhir'e ve Hafız Ali'ye ve arkadaşlarına kazandırdığı fevkalâde bir sevap noktasıdır ki, bu sırra delil-i zahir, emsali matbaada, tab'da görülmemiş bir tarzda, aynen Tâhir'in hattı fotoğrafla alınmış gibi, kim bakıyorsa, "Bu Tâhir'in yazısıdır, matbu değildir" der. Hem kâğıt, hem vakit dar olduğundan, bâki umuma selâm.
Kardeşiniz Said Nursî”[2]
Artık Mu'cizatlı Kur'ân-ı Hakîm basılmıştır. Üstad son bir defa çevre temizliği yapar. Hafız’la Hüsrev arasındaki kabuk bağlayan yarayı son defa sarar.
“Hafız Ali'nin mektubunda, Risale-i Nur şakirtlerinde sırr-ı ihlâsın ne derece yüksek bir terk-i enaniyet ve hazz-ı nefsîden teberri etmek gibi, ihlâsın en yüksek seciyeleri Risale-i Nur şakirtlerinde tezahür ediyor diye bir delil oldu.
Ezcümle: Hafız Ali diyor ki: Hüsrev kardeşimiz kendi kalemiyle yazılan "mu'cizatlı Kur'ân'ı fotoğrafla tab'ına taraftar olmaması ve demir harflerle müsaade oluncaya kadar beklemeye taraftar olması, onun fevkalâde ihlâsına ve nefsin huzuzatından teberrisine kat'î delildir. Çünkü fotoğrafla tab edilse, onun kendi hattı olduğu için, binler Kur'ân nüshalarını kendi eliyle yazmış gibi âlem-i İslâmın mânevî nazarında ve uhrevî sevap cihetinde büyük ve mâsumâne ve zararsız bir makamı terk edip, ihlâsın sırrı için, hazzını unutarak, demir harflere taraftar olmuş. Ve gösterdiği yanlışlar düşmek sebebi ise, demir harflerde üç defa tab'a girmek noktasında dahi o yanlışlar bulunabilir.
Elhâsıl: Hafız Ali'nin ihlâsından gelen ifadesi ve Hüsrev'i fevkalâde ihlâs noktasında takdir etmesi ve Hüsrev de, gayet büyük ve bâki bir hissesini bırakıp, benim eskiden beri tekrar ettiğim bir dâvâm -ki, Risale-i Nur'un hakikî şakirtleri, hizmet-i imaniyeyi herşeyin fevkinde görür; kutbiyet de verilse ihlâs için hizmetkârlığı tercih eder- beni o dâvâda bilfiil tasdik etmesi cihetinden, bütün kuvvetimizle bu gibi kardeşlerimizi tebrik ediyoruz.
Hafız Ali'nin mektubunun âhirinde, medrese-i Nuriye kahramanlarından ve Hüsrev sisteminde Ahmed ve kardeşi Süleyman hakkında takdiratı bizi mesrur eyledi. Zaten o, medrese-i Nuriye şakirtleri, benim nazarımda, eskiden beri bir gaye-i hayalim olan Medresetü'z-Zehranın talebeleri suretinde düşünüyordum. Ve derdim: "Onlar, bunlar oldu. Veya bunlar, onların dümdarlarıdır."[3]
Çevre temizliği sonuç verir. Nur ve Gül Fabrikalarının erkanları zaman zaman bir araya gelerek kandil aydınlığında Üstad’larının Kastamonu’dan gönderdiği mektupları okuyarak kendilerinden geçerler. O geceleri kâğıda dökmek Hüsrev’e düşer.
“Hüsrev'in fıkrasıdır.
Aziz Üstad’ım,
Cemaziye'l-Âhir ayında vuku bulan وَاِذَا الْكَوَاكِبُ انْتَثَرَتْ âyetinin ifade ettiği hâlâtın bir nümunesini izah eden hâdisat-ı semâviyeyle Kur'ân'ın semasında parlayan Lâfza-i Celâl yıldızlarının acip ve tatlı tevafuklarını ders veren o kıymettar mektubunuzu, Hafız Ali kardeşimiz de dahil olduğu hâlde Re'fet, Bekir, Lütfi, Rüşdü, Keçeci Mustafa Efendi ve ağabeyim Ali Efendiyle beraber okuduk. O gece meclisimiz pek tatlı idi. Hâdisât-ı semâviyeyi hayret ve taaccüple ve pek büyük bir sevinçle karşılayarak, mele-i âlânın bayramlarına biz de iştirak etmiştik…”[4]
“Kur'ân'da mevcut tevafukatıyla beraber yazan Hafız Ali, Hoca Sabri, Hafız Zühdü gibi kardeşlerimin yazdıklarını gördükçe şevkim artıyordu. Ümidin fevkinde bir terakkiyat gördüm. Bu esnalardaki inâyetin bir kısmı kalbe tulû ediyordu. Bir kısmı idare-i taayyüşüme taallûk ediyordu. Bir kısmı da yazı yazarken vuku buluyordu.”[5]
HİZBÜ’L-KUR’AN VE HİZB-İ NURİYE’NİN NEŞRİ
Ehl-i tarikat ve ehl-i hakikatın herbir kısmı kendi mesleğine göre o küllî Kur'ân içinde bir mahsus hizbleri vardır. Risale-i Nur'un Hizb-i Kur'ânîsi de o nevidendir. Üstad’ın ifadesiyle, “Evliyadan olan Hafız Ali” bunu yayımlatmak için acele eder. Tahirî’yle omuz omuza vererek Hizb-i Kur'ânîyi bir mukaddemesi, bir müjdecisi olarak bastırırlar.”[6]
Tahirî o günleri şöyle anlatır.
“Üstad, Risale-i Nur’da olan ayetleri 155 sayfaya yakın olarak yazdırıp Isparta’ya göndermişti. Isparta’da önce Hafız Ali Efendi yazdı, sonra ikinci olarak biz yazdık. Bilindiği gibi, başta Fatiha, Sure-i Bakara öyle devam edip gidiyor… 1942 senesinde İstanbul’a geldim. Bunu tabettirdim elhamdülillah.”
Üstad, talebelerini hizmetlerinden dolayı tebrik eder.
“Aziz, sıddık, mübarek kardeşlerim,
Sabri'nin tabiriyle, Risale-i Nur'un Zülfikar'ı olan Hizbü'l-Ekber-i Nurî, elhak, memulümüzün fevkinde gayet parlak ve güzel ve dikkatli ve sıhhatli ve yanlışları pek az bir tarzda Cenâb-ı Hakk’ın inâyetiyle vücuda gelmiş. Hafız Ali, Tahirî, Hafız Mustafa bu vazifede elhak tam çalışmışlar. Risale-i Nur'un eline bir elmas kılıç verdiler.”[7]
“Umum kardeşlerimize, hususan erkânlara ve matbaacılara, hususan Hizb-i Nuriye’nin naşirleri olan Hafız Ali, kahraman Tahirî ve Hafız Mustafa ve rüfekalarına birer birer selâm ediyoruz.”[8]
Bediüzzaman bir mektubunda neşredilen nüshalarda da birkaç tashihin gerektiğini belirtir.
“Hem yirmi ikinci sahifenin dördüncü satırında وَفِى صَحِيفَةِ حَسَنَاتِنَا وَفِى صَحِيفَةِ kelimesinden sonra Hafız Ali ve Tahirî ve Hafız Mustafa ve Nazif ilâve edilecek. وَاَمْثَالِهِ kelimesi de, وَاَمْثَالِهِمْ yazılacak.”[9]
Hafız neşirden sonra yanlışları fark edince üzülür. Üstad kusurdan çok zaferi öne çıkararak teselli eder.
“Aziz, sıddık kardeşlerim,
Bu defa Hafız Ali'nin ve Hâlil İbrahim'in ve Lütfü'nün bir vârisi Abdullah'ın, ehemmiyetli üç mektuplarını aldım. Hafız Ali'nin, Hizb-i Kur'ânî ve Hizb-i Nurîdeki yanlışlardan teessürünü bildiriyor. Kat'iyen o bilsin ki, o ve Tahirî ve Hafız Mustafa ve arkadaşlarının gayretleriyle tab edilen o iki Hizb, bu zamanda, bu şerait içinde gayet parlak bir muzafferiyet-i Nuriyedir. Onların defter-i a'mâline, her tarafta hasenatları geçirilir. Kim okusa, onların hissesi var.”[10]
Yıllar geçer. Nur ve Gül Fabrikalarında dokunan Kur’an’lar Üstad’ın gönlünde taht kurar. Talebeleri arasındaki tatlı bir salgın gibi yayılan uhuvvet ve ihlâsın huzuruyla Kur’an okumaya durur.
“Bu Ramazan-ı Şerifte, Kur'ân'ı zevk ve şevk ile okumaya benim çok ihtiyacım vardı. Halbuki elemli hastalık, maddî ve mânevî sıkıntılar, yorgunluk ve meşgalelerin tesiriyle telâş ettim. Birden Hüsrev'in şirin kalemiyle mu'cizatlı yazılan mu'cizatlı cüzler ve Hafız Ali ve Tahirî'ye pek çok sevap kazandıran kazandıran parlak ve kerametli Hizbü'l-Ekber-i Kur’aniye’yi birbiri arkasından okumaya başlarken öyle bir zevk ve şevk verdi ki, bütün o yorgunlukları hiçe indirdi. Hiçbir vesveseye meydan vermeyerek pek parlak bir surette ders-i Kur'âniye’yi onlardan dinlerken bütün ruh u canımla arzu ettim ve kast u azmettim ki, mümkün olduğu derecede aynı Hizbü'l-Ekber-i Kur'âniye gibi fotoğrafla mu'cizatlı Kur’an’ımızı tab edeceğiz inşaallah...
Kardeşiniz Said Nursî”[11]
*Daha fazla bilgi için 8 ay önce HİCBİŞEY yayınlarından yayımlanan Gökyüzü Rahlesinde Hafız Ali Ergün’ün Sonsuzluğa Uzanan Hikâyesi isimli kitabımızı okuyabilirsiniz.
https://www.kitapyurdu.com/kitap/gokyuzu-rahlesinde-amp-hafiz-ali-ergun/619798.html&publisher_id=10964
[1] Kastamonu Lâhikası / 152. Mektup.
[2] Kastamonu Lâhikası / 113. Mektup.
[3] Kastamonu Lâhikası / 161. Mektup.
[4] Barla Lâhikası / 231. Mektup.
[5] Barla Lâhikası / 232. Mektup.
[6] Emirdağ Lâhikası / 93. Mektup.
[7] Kastamonu Lâhikası / 143. Mektup.
[8]Kastamonu Lâhikası / 156. Mektup.
[9] Kastamonu Lâhikası / 145. Mektup.
[10] Kastamonu Lâhikası / 148. Mektup.
[11] Emirdağ Lâhikası / 192. Mektup.