Üstad, Eskişehir Hapsinden çıktıktan sonra Kastamonu’ya sürgün edilir. Hafız Ali ve Hüsrev Isparta’da kaldığından Üstad Kastamonu’da çok yalnızlık çeker. Hafız Ali ve Hasan Atıf Egemen gibi talebeleri mektuplar ile birbirlerine can suyu taşırlar.
Hasan Atıf Egemen 1900 yılında Sinop’ta dünyaya gelir. Defalarca Bediüzzaman’la görüşme bahtiyarlığına erer. Cesareti, ihlâs ve sadakatiyle kısa zamanda haslar dairesine girer. Üstad’ın mirasçıları olarak belirtilen 12 kahramandan birisi olur. Risalelerin birçok yerinde adı anılır. Kastamonu Lâhikası’nda 36 yerde ismi geçer.
Atıf, Sav-Homa hattında hizmet ederken Hafız Ali ile irtibat hâlindedir. Kaleminden kelâmına, hâlinden tavrına Atıf’ın tam bir nur şakirdi olduğunu görerek takdir eder. Bu hislerini bir mektupla Üstad’ına arz eder. Üstad Hafız’ın ifadeleri karşısında minnettar kalır.
“Hâfız Ali’nin kıymettar bir kardeşimiz olan Aydınlı Hasan Âtıf hakkında medhi ve tafsili bizi minnettar etti. O kardeşimiz de haslar içinde her sabah yanımızdadır.”[1]
Isparta civarında Hüsrevler, Tahirîler, Aliler, Atıflar, Asımlar beş koldan kalblerindeki harla Risale yazarlar. Hanımlar da yazılanları ciltlerler, süslerler. Üstad yengeli-dengeli nurlu hizmetlerden haberdardır.
“Hem latîf hem güzel, zarif bir hâdiseyi söyleyeceğim: Bu memlekette Risale-i Nur’a erkeklerden ziyade fedakârane yapışan ihtiyare hanımlar ve ihtiyare hükmünde masume genç hanımlar, eski zaman sırmalı ve yaldızlı gelinlik cihazatının içinde kıymettar parçaları Risale-i Nur’un eczalarının ciltleri üstüne çekip bütün Risaleler altın yaldız ile ciltlemiş gibi bir tarza girdi. Risale-i Nur’un manen güzelliğine ve Hüsrev ve Tahirî ve Alilerin ve Hasan Âtıf ve Âsım gibi kardeşlerimizin yaldızlı yazılarının cemaline, cildi üstünde de şirin bir güzellik daha ilâve ettiler.”[2]
YA RAB! GÜLDÜR SAİD’İ
Bir gün Üstad’ın ruhunu ruhunda taşıyan Hafız Ali’yi İslamköy’de ziyaret eder. Hafız o sırada Üstad’a ruhunu akıtan mektubunu yazıyordur. Buraya kadar gelmişken Atıf da bu sofradan nimetlenmelidir. “Atıf kardeşim” der. “Ben Üstad’a bir mektup yazdım. Bir şey diyecek misin?”
Atıf fırsatı ganimet bilir, gönül sofrasını açar. Üstad, Sinap Hazretlerinin türbesinde Atıf’ı hayli güldürmüştür. Gülme sırası kendisine gelmiştir. Mektubun bir kıyıcığına ruhundan bir parça işler:
Ya Rab! Güldür Said’i, ta gülmesinden güller açılsın.
Mektup adrese ulaşır. Otuz günde bir defa gülmeyen Said, bir günde otuz defa güler. Atıf, her ne kadar, “Bu Üstad’ın kerametidir” dese de Üstad sırrı ifşa eder; bu hâli Atıf’ın “Sadakat ve ihlâsının acip bir kerameti” olarak niteler.
“Aydınlı Hasan Atıf’ın, Hafız Ali’nin mektubunun haşiyesinde yazdığı misli görülmemiş şu dua, “Ya Rab, güldür Said’i, ta gülmesinden güller açılsın” diye pek garip fıkrası, Risale-i Nur'a onun sadakat ve ihlâsının acip bir kerametidir ki otuz günde bir defa gülmeyen o biçare Said, bir günde otuz defa güldüğünün yazılması ve size o mektubun gönderilmesi zamanına tam tamına tevafuk ediyor.”[3]
*Daha fazla bilgi için 8 ay önce HİCBİŞEY yayınlarından yayımlanan Gökyüzü Rahlesinde Hafız Ali Ergün’ün Sonsuzluğa Uzanan Hikâyesi isimli kitabımızı okuyabilirsiniz.
https://www.kitapyurdu.com/kitap/gokyuzu-rahlesinde-amp-hafiz-ali-ergun/619798.html&publisher_id=10964