İnebolu Nur Talebelerinden İbrahim Fakazlı, 1943 yılında İnebolulu Nur Talebeleri ile Denizli Hapishanesine getirilir. Anayasal düzeni yıkmakla suçlananlar kapıda sıkı bir aramadan geçirilirler. Koridor kapısından birer birer içeriye doğru yürümeleri söylenir.
Etraf zifiri karanlıktır. Fakazlı’nın gözüne demir parmaklıklı bir kapı ilişir. Aman ya Rabbi… Üstad Bediüzzaman Said Nursi oradadır. Parmaklıkların arasından İbrahim’e bakmaktadır. Zaman durur, hayat durur. Yerler, gökler lâl kesilir. Varlık hayattan çekilir, bu anı seyre koyulur. İbrahim uçsuz bucaksız buğday tarlalarını andıran bu güzide yüzü seyre dalarken demir parmaklıkların arasından Üstadın mübarek ellerine sarılır, hasretle, özlemle, muhabbetle öper.
Üstad, İbrahim’i hemen tanır. Onunla Kastamonu’da ne de güzel günler geçirmişler, ne çok güzelliğe gönül sahipliği etmişlerdir. Demek kaderde Medrese-i Yusufiyede o güzel günleri tekrar yad etmek vardır.
Bediüzzaman, Kastamonu’da tutuklanıp yalnız olarak Denizli Hapsine getirilmiştir. Üstad, İbrahim’den ayrı düşmüştür. Hallerini merak etmektedir. O, İbrahim’inden emindir, onun cesarete de morale de ihtiyacı yoktur. İbrahim’i daha ilk günden Nur davası için Bediüzzaman’ın rahlesine baş koymuş; kelle koltukta, kefen boyunda bir hayatı kemal-i huzurla kabul etmiştir. Hapishaneye girmekten korkmaz, bilakis hapishanede Üstadını ve talebelerini görme umuduyla sevinç içinde ruhu çalkalanmaktadır.
Bediüzzaman, İbrahim’inin bu hallerini onun sahabe saffeti taşıyan tertemiz ruhunda okumakta, böyle bir talebesi olduğu için ruhu arşa kanatlanmaktadır. Yine de bir babanın zor zamanlarda evladına moral vermesi kabilinden, “Bak ben de buradayım” dercesine onu teselli edip cesaretlendirmek ister.
“İbrahim kardeşim, korkma! Hiç merak etme, korkma!”
İbrahim’in hallerinde korktuğuna dair zerrece iz yoktur. Tam tersine sevinçten uçtu uçacaktır. Kalbi yerinden çıktı çıkacaktır. O asude güzelliğe kalbi kelepçelenmişçesine bağlanmıştır. Hiçbir şey, hiçbir kimse bu sevgiyi ve bağlığı onun kalbinden söküp atamayacaktır. Hasretle öptüğü o ellere tutunmuş, sanki göklere çıkmış, arş-ı âlâya varmıştır. Gözyaşları ırmak olmuş, muhabbetle çağıldamaktadır.
Ah bu gözyaşı nehrine kim engel olabilir…
Ah bu duygu seline kim karşı koyabilir…
Ne var ki artık ayrılık vakti gelmiştir. Zira Bediüzaman’ı görmek için canını feda etmeye hazır nur kahramanları sırada beklemektedir. Görevliler uyarınca İbrahim ağlayarak Bediüzzaman’dan ayrılmak zorunda kalır. Elleri boşlukta, dudakları maverada kalır.
Bu hal içre ağlaya ağlaya yirmi metre kadar ilerler. Nihayet karanlık koridorun sol tarafında demir parmaklı bir kapının önünde durur. Kapı arkasında çağlar ötesinden Veysel Karani’yi andıran, başı açık, boyu uzun, benzi sararmış biri vardır. Üzerindeki pamuklu, dikişli, açık rengi solmuş uzun bir hırka meçhul kişiyi sarıp sarmalamıştır. Meçhul Zat ile göz göze gelirler. İbrahim sahabeleri andıran meçhul zatı hayranlıkla seyre dalar.
Bir zaman sonra Meçhul Adam bilgece ses verir.
“Kardaşım, karşımızda küfr-ü mutlak var.”
Bu sözlerin anlamı, “Dik dur kardeşim, sakın zalime boyun eğme.” demektir.
Bu ses… Bu ses sanki çağlar ötesinden, arkaik zamanlardan, kutsal kitapların sayfaları arasından gelmektedir. Hz. Alilerden, Veysel Karanilerden, Geylanilerden, Rabbanilerden, Bediüzzamanlardan sesler taşımaktadır. İbrahim sesin çağıltısına kapılır, kendisini heyecan fırtınasının kollarına bırakır.
Birden İbrahim’in üzerine canlılık gelir. O anda kendini küfr-ü mutlak karşısında lâkayd bir şahıs olarak değil, küfre razı olmamış, ona cephe almış bir mücahid gibi görür. Coştukça coşar. Bir zaman sonra durulur, aklı başına gelir. Çağlar ötesinden sesler, renkler, sözler, haller taşıyan bu Sırlı Adam acaba kimdir?
Merakını gidermek için parmaklıkların arkasında kendine bakan nur yüzlü birine seslenir.
“Bu zat kimdir?”
“Hafız Ali…”
Aman Ya Rabbi! Aman Ya Rabbi! Yıllardır hayallerini süsleyen Nur kahramanı, Bediüzzaman için hayatını feda edecek Hafız Ali Ergün müdür o!
Vay ben ölem onun yerine
Atın toprak üstüme, üstüme…
Emri olur, başım, gözüm üstüne
Üstüne üstüne aman aman üstüne
Bir zaman sonra söz tükenir, ses kendini boşluğu bırakır, zamanın ritmi kıvama erer. O anlarda İbrahim’in yanında bir gardiyan belirir. Bir sahabe inceliği taşıyan Hafız Ali’ye bak, bir de zalimlerin oyuncağı olmuş şu gardiyana…
Ah yalansın dünya, yalansın dünya…
İbrahim korkma! İbrahim korkma!
Ruhlarına el Fatiha…