O, Hz. Fatıma’ydı.
O, Hz. Mustafa ile Hz. Hatice’nin büyüttükleri aşk ağacının en nadide meyvesiydi. Nesilleri bu meyveden devam edecekti.
O, cennetle müjdelenen dört hanımdan biriydi. Cennet onunla şereflenecekti.
O, cennet kadınlarının efendisiydi. Cennet kadınları onunla kıymetlenecekti.
O, cennetle müjdelen Hz. Ali’nin biricik eşiydi. Hz. Ali onunla daha bu dünyada cennette gibi huzura erecekti.
O, cennet gençlerinin efendileri Hz. Hasan ve Hüseyin’in annesiydi.
O, Geylani, Mevlana ve Bediüzzaman gibi çağlarına mühürlerini vurmuş Allah dostlarının anneannesi ve babaannesi idi.
O, kadınların ve erkeklerin hapsedilmeye çalışıldığı bir dönemde Bediüzzaman ve talebelerine beraat kararı veren Hakime Hesna Şener’in anneannesiydi.
O, bu çağın iffet timsalleri, aydınlık yüzleri Bediüzzaman’ın hanım talebeleri Hafız Ali’nin eşi Ümmühan Hanımın, Şamlı Hafız Tevfik’in eşi Zehra Hanımın, Muhacir Hafız Ahmet’in eşi Emine Hanımın, Santral Sabri’nin eşi Vesile Hanımın, Hasan Feyzi Yüreğil’in eşi Bahriye Hanımın, Mehmet Feyzi Pamukçu’nun eşi Melek Hanımın ihtimal ki nesebî anneannesi illaki manevi anneannesiydi.
Hasılı o iffet timsali bütün kadınların, izzet misali bütün erkeklerin efendisiydi.
Hz. Fatıma’nın Annesi Hz. Hatice
Hz. Hatice anne ve babasından başka bir de peygamberlerin dillerinden ve hallerinden anlayan Varaka’nın terbiyesiyle yetişmişti. Varaka daha doğumundan itibaren ondaki derinliği, nezaheti, nezafeti, zarafeti ve iffeti fark etmişti. Kirli bir çağdan geçildiğini, bundan dolayı çağı kirlerinden arındıracak son peygamberin vaktinin geldiğini hissediyordu. İhtimal ki minik Hatice o peygambere eş olacak; kutsi vazifede ona eşlik edecekti. Zaten Hatice’nin halleri “Ben son peygambere eş olacağım.” der gibiydi. O halde böyle kirli bir toplumda Hatice bir peygambere layık şekilde temiz yetiştirilmeli; boş ve batıl inançların kalbine girmesine müsaade edilmemeli; hak din anlayışı üzerine büyütülmeli; haramlardan uzak tutulmalı; iffetli yaşamalı; kendisine daha sonra verilecek Tahire (temiz kadın) unvanını sonuna kadar hak etmeliydi. Gerçekten de Hatice iffet ve şeref gibi insanî ve ahlâkî değerleri her şeyin üstünde tutacaktı. Bundan dolayı kirli bir çağda tahire (temiz) kalmış; zamanın Hz. Meryem’i olabilmişti.
Kirli kadınlar kirli erkeklere, temiz kadınlar temiz erkeklere layıktı. Mustafa saf, temiz, tahir anlamına geliyordu. Hz Mustafa tahir (temiz) Hz Hatice tahire (temiz) idi. Elbette tahirler tahirelere yakışırdı. Tahir olmayanın tahire istemeye ne hakkı vardı! Hatice’ye çağın kirlerine bulanmış Ebu Cehil ve Muayt gibiler de talip olmuştu. Hatice’nin Sevgili’yi (sav) yani Tahir’i tercih etmesi onları çılgına çevirmişti.
İnsandan bir huri: Fatıma
Bir gün Sevgili (sav), Ebtah denilen yerde otururken göklerdeki dostu Cebrail çıkıp gelmişti.
“Ey Muhammed!” demişti. “Yüceler yücesi Rabbin sana selam söyler. Kırk sabah boyunca Hatice'den ayrılmanı emreder.”
Emir büyük yerdendi, gereği yapılmalıydı. İlahi emir acilen Hatice’ye bildirilmeliydi. Sevgili, Ammar bin Yasir’i bunun için görevlendirmişti. Hatice her zamanki haliyle bu kararı da sükûnetle karşılamıştı.
Sevgili, Rabbiyle baş başa kırk günlük özel anlara girmişti. Gündüzleri oruçla, geceleri ibadetle hayatlandırıyordu. Kırk günün sonunda Cebrail yine kapıda görünmüştü.
"Ey Muhammed! Yüceler yücesi Rabbin orucunu bu yemekle açmanı emrediyor." demişti.
Sevgili orucunu açtıktan sonra namaz kılmak için ayağa kalkmıştı. Bunun üzerine Cebrail tekrar dile gelmişti.
"Hatice'nin evine gidinceye kadar namaz kılman Sana haramdır. Çünkü Yüce Allah bu gece Sen’in sulbünden tertemiz bir zürriyet yaratmaya söz vermiştir."
Bu sözlerden sonra Cebrail ayrılmış, Rabbine doğru kanatlanmıştı. Sevgili de özlemle Hatice’sinin evine yönelmişti.
Hatice kırk günlük ayrılık günlerinde yalnızlığa alışmıştı. Az sonra çalacak kapı onu dünyalar bahşedilmiş kadar sevindirecekti. O kapı sesi sonuna kadar yüreğe yerleşecek, Hatice de o günü tarihe şöyle işleyecekti.
"Yalnızlığa alışmıştım. Gece karanlığı çökünce başımı örter, üzerime geniş giysimi alır, kapımı kilitler ve namazımı kılıp virdimi yerine getirdikten sonra çıramı söndürürdüm. Sonra da yatağıma uzanırdım. O gece yarı uyumuş, yarı uyanık bir halde iken, birden Hz. Peygamber geldi ve kapıyı çaldı.
'Muhammed'den başka kimsenin çalmadığı halkadan kapıyı çalan kimdir?' diye seslendim.
Resûlullah tatlı ve yumuşak bir ses tonuyla bana seslendi.
'Kapıyı aç ey Hatice! Ben Muhammed'im.'
Kapıyı açtım ve Peygamber eve girdi. Gökleri olduğu gibi tutan ve suyu yerden çıkaran Allah'a yemin ederim ki, daha Peygamber benden uzaklaşmamıştı ki (Fâtıma'nın) ağırlığını karnımda hissettim."
Sevgili (sav) de o günleri zamanın sırlı sayfalarına şöyle sırlayacaktı.
"Cebrail, cennetten bir elma getirdi. Ben onu yedim ve Hatice ile bir araya geldim. O (Fâtıma'ya) hamile kaldı.
Bir müddet sonra Hatice, “Benim hâlim çok hafiftir ve Sen yanımdan ayrıldığında karnımdaki bebek benimle konuşuyor' dedi."
Hatice artık kalbinde Sevgili’yi, rahminde Sevgili’nin bebeğini taşıyordu. Gün geçtikçe bebek rahimde şekle giriyordu. Bir gün Sevgili, Hatice’sini kendi kendine konuşurken bulmuştu.
"Kiminle konuşuyorsun ey Hatice?" demişti merakla.
"Şu an benim rahmimde bulunan cenin, ben evde yalnız kaldığım zaman, rahmin karanlığından benimle konuşur, sohbet eder." diye cevap vermişti Hatice.
Sevgili’nin ay parçası yüzü sevinçle dalgalanmıştı.
"Ey Hatice!” demişti. “Şu anda kardeşim Cebrail, seninle bu şekilde konuşanın Ben’im kızım olduğunu ve onun tertemiz kılınmış bir zürriyet olduğunu, Yüce Allah'ın onun adını Fâtıma diye koymamı emrettiğini ve Yüce Allah'ın onun soyundan, mü'minleri hidayete ulaştıracak imamlar ortaya çıkaracağını söylüyor."
Cennet Kadınları, Bebeği Dünyaya Uğurluyor
Günler çabucak geçmiş, yeni varlık yolcusunun dünya istasyonuna inme zamanı gelmişti. Doğacak bebek cennet annelerinin en haslarındandı. Sevgili’nin zürriyeti onunla devam edecekti. Bundan dolayı onun sağlıklı olarak dünyaya gelmesi büyük önem arz ediyordu. O gün, cennetle müjdelenen Hatice’nin cennetlik arkadaşları yardıma koşmuştu: Sare, Asiye, Meryem ve Gülsüm...
Cennet kadınlarının lahuti sesleriyle oda şenlenmişti. Cennet odaya taşınmıştı.
"Ey Hatice! Biz Rabbin tarafından sana gönderilmiş elçileriz. Biz senin kardeşleriniz. Ben Sare, bu da Mezahim kızı Asiye'dir. O senin cennetteki arkadaşındır. Bu da İmran kızı Meryem'dir. Bu ise Musa b. İmran'ın kız kardeşi Gülsüm'dür. Senin doğum esnasında çekeceğin zorlukları hafifletmek için Allah bizi sana gönderdi."
Dört cennetlik kadın varlığın en Kıymetli’sinin (sav) en kıymetlisi Hatice’nin etrafını sarmıştı. Az sonra zahmetsiz, sıkıntısız şekilde insan şeklinde bir huri olan bebek varlık âlemine inmişti. Bebek, Sevgili’ye o kadar benziyordu ki... Bedeninin parçası, gözlerinin nuru, kalbinin meyvesi, kısacası ruhu ve canıydı.
İnsan nesli Havva’nın anneliğiyle çoğalmıştı. Sevgili’nin nesli ise Hatice’nin rahminde, Sevgili’nin kalbinde yeşeren bu bebek ile sürecekti.
Fatıma: Zehra Çiçeği
Semanın kalbiydi Hatice’tül Hilâl. Cümle semaların kendisi için yaratıldığı, en güzel senaların kendisi için yapıldığı Sevgili’nin kalbiydi o... O kalpten, o hilâlden dolunay dünyaya gelmişti.
Peygamberimizin kızı iffet timsali, cennet kadınlarının sultanı olacak bu bebeği
Rabbi sireten (iç güzellik) ve sureten (dış, bedeni güzellik) cennet hurilerini ve kadınlarını hatırlatır şekilde yaratmıştı.
Bebeği kevser suyuyla yıkamışlardı. Bedenini güzel elbiseciklerle sardıktan sonra annesinin kucağına vermişlerdi.
“Ey Hatice! Temiz, pak, arı ve uğurlu olarak al onu. Ona ve soyuna bereket verilmiştir.”
Sevdicek ona annesinin ismi Fatıma’yı vermek istiyordu. Sevgili de yıllarca kendine annelik eden Ebu Talib’in eşi Fatıma’nın ismini vermek istiyordu. Üstelik ilahi âlemde Fatıma ismi de kaydedilmişti. Bu niyetle bebeği kucağına almıştı. Bir süre sevgiyle ve merhametle süzmüştü. Nihayet,
‘Bu babasının annesidir. Ona annemin ismini vermek istiyorum.’ demişti.
Hatice, anneden kastın Âmine olduğunu zannedip biraz üzülmüş ama renk vermemişti. Fakat Sevgili ondaki üzüntüyü hissetmişti. Rahatlatmak için konuya açıklık getirmişti.
“Ey Hatice’m, bu kızıma annemden sonra annem olan yengem Fatıma’nın ismini vermek istiyorum.”
Bu sözler üzerine Hatice iyice rahatlamıştı.
“Bu çocuğumuz hem Sen’in hem de benim annemin ismini taşısın. Onun ismi Fatıma olsun…”
“Annenden Sonra Annem: Hz. Fatıma”
Hz. Hatice erken dünyaya geldiği için ona erken doğan anlamında Hatice ismi verilmişti. Hz. Hatice’nin annesinin, Hz. Mustafa’nın “Annemden sonra annem” dediği Ebu Talib’in eşinin ismi Fatıma olduğundan cennet meyvesi kızlarına annelerine layık bir hayat yaşasın diye “sütten kesilmiş anne” anlamına gelen Fatıma ismini vermişlerdi. Fatma saflığı, masumiyeti ve günahlardan sakınmayı simgeliyordu. Bu nedenle Hz. Mustafa, Hz. Fatıma’yı ''Sen ve soyun cehennem ateşinden korunanlardasınız.'' diyerek onu ve soyunu cennetle müjdelemişti. Gerçekten de Hz. Fatıma, Peygamberimizin bu sözüne layık, daha dünyada iken cennetmisal bir hayat yaşamıştı.
Sevgili ve Hatice’si kızlarına Fatıma ismini vererek yengeleri Fatıma’ya vefa borcunu ödüyordu. Hz. Hatice vefat ettikten sonra da Sevgili’nin Ebu Talib ailesine ilgisi devam etmişti. 626 yılında yengesi Fatıma vefat ettiğinde Rasûlullah kendi gömleğini ona kefen yapmış, kabrine önce kendisi inmiş, teessüründen ağlamış, “Bu kadın beni doğuran annem gibiydi…” demişti.
Cennet Kadınlarının Efdallerinden Hz. Fatıma (Efdalü'l Nisai'l Ehlül Cenneti)
Sevgili bir gün sahabeleriyle birlikte oturuyordu. Neden sonra yere dört satır yazı yazmıştı. Meraklı gözlerle kendine bakan sahabelerine sormuştu.
“Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?”
Sahabeler,
“Allah ve Resülü daha iyi bilir.” diye cevap vermişlerdi.
Sevgili toprağın sırrını çözmüştü.
“Cennet kadınlarının en faziletleri dört kişidir. Bunlar Hatice Bint Huveylid, Fatıma Bint Muhammed, Meryem Bint İmran ve Firvun’un hanımı Asiye Bint Muzahim.”
Hatice ezel kitabında Sevgili’nin kalbine, ebed kitabında ise adı Hz Fatıma, Meryem ve Asiye ile yan yana yazılmıştı. Kalbe ve toprağa yazılan unutulmazdı. Değil mi ki insan topraktan, aşk yürekten yaratılmıştı.
Zamanının Meryem’i Hz. Fatıma
Sevgili’nin gözünde, kendi zamanındaki kadınların hayırlısı Hz. Meryem, bu ümmetin kadınlarının hayırlısı da Hatice’ydi. Hatice kendi âleminin hanımlarının efendisiydi. Değil mi ki göklerin en hayırlı kadını İmran’ın kızı Meryem, yeryüzünün en hayırlı kadını Hüveylid kızı Hatice’ydi.
Yıllar sonra Hz. Fatıma, doğumunda kendisine hizmet eden, cennet kadınlarıyla ismi kendisiyle yan yana anılan Hz. Meryem’in mahiyetini öğrenmek istemişti.
“Babacığım.” demişti, “Meryem bint-i İmran neydi?”
Sevgili dile gelmişti.
“O kendi devrinin kadınlarının hanımıydı. Sen de kendi devrinin kadınlarının hanımısın. Hatice de son devrin kadınlarının en iyisi ve hanımıydı.”
Hz. Meryem dünyaya iffetiyle mührünü vurmuş seçkin bir kadındı. Hz Hatice de Tahire olarak anılan iffet timsali bir kadındı. Sevgili, Fatıma’sını böyle iffetli kadınlarla yan yana anıyordu.
Ölüm Güzel Şey
Toprak bereketti. Biri diğerine dua edeceği zaman “Ellerin topraklansın.” derdi. Hatice’nin bereketli ömrü tükeniyordu. Hastalığı her geçen dakika artıyordu. Adım adım toprağa yaklaşıyordu. Artık vefat edeceğini hissediyordu. O kadar güçlü bir imana sahip olmasına, Allah Resulünü bir an olsun yalnız bırakmamasına, kullukta kimselerin ulaşamayacağı ufuklarda dolaşmasına rağmen akıbetinden endişe ediyordu. Ya cennete gidemez de Sevgili’den ayrı düşerse…
Bundan dolayı O’ndan medet umuyordu. Gözleri dolmuş, ağlamaya başlamıştı. Sevgili ona kıyamamış, kalbi rikkate gelmişti.
“Cennet seni görmeye müştaktır ve sen mü’min kadınların efdalisin. Sen cümle âlem hâtûnlarının seyyidesi ve efdalisin. Ancak Meryem binti İmran ve Firavun’un hâtûnu Asiye müstesnadır. Seni validen Havva’ya ve Sâre’ye ısmarladım. Cennette hatırını hoş etsinler! Ey Hatice, şadlık ile kızkardeşlerin Asiye ve Meryem’e mülakat eyle ki, onlar mümin ve mümineler içinde eşsizdirler. Hakk Teâlâ’nın korkusundan asla O’nun ismiyle and içmemişlerdir. Hakk Teâlâ’nın ismini ta’zim ettiler. Hakk Teâlâ onları kadınların özründen beri etti. Mîrac gecesinde onları bana nikâh etti. Asiye ve Meryem, cennette sidretü‘l müntehâ altında senin ve Asiye’nin sâir ümmehât-ı mümininin ortağı olsalar gerektir.”
Sevdicek bu sözleri işitince gülümsedi. Demek cennete gidecek, Hz. Meryem ve Hz. Asiye’ye arkadaş olacaktı. Fakat cennet de olsa işin içinde Sevgili’yi Hz. Meryem ve Hz. Asiye ile paylaşmak vardı. 25 yıllık mutlu evliliklerinde aşk ve sadakatle Sevgili’ye ram olmuştu. Sevgili de bu güzelliğe ondan başkasına dönüp bakmamakla karşılık vermiş, böylece Sevdiceği’ne kıskançlık acısı yaşatmamıştı. Sevdicek şimdi mutlulukla hüznü bir arada yaşamıştı. Yine de hüznünü hissettirmemek için elinden geleni yapmıştı.
“Mübarek olsun yâ Resûlâllah. Hazretin onlarla, onlar hazretin ile safa etsinler. Benim ortağım değillerdir, kızkardeşlerimdir…”
Sevgili onun kalbinden geçenleri biliyordu. Hz. Meryem ve Hz. Asiye isimlerinin Sevgili’ye eş olacağını öğrenince Sevdiceği birazcık kıskanmış ve huzursuz olmuş ama belli etmemeye çalışmıştı işte. Az sonra onu rahatlamıştı.
“Hatice kıskanmayıp, rızâ ve şükran eyledi.”
O gün orada Hz. Fatıma da vardı. Annesinin hafif kıskançlığına şahit olmuştu. Kısa süre sonra annesi vefat etmişti fakat aklı hâlâ o gündeydi. Babası her işini hikmet üzere yapardı. O gün o sözleri söylerken acaba neyi hedeflemişti? Bir gün dayanamayıp o sözlerin sırrını sormuştu.
“Yâ Resûlâllah! Dâima validem Hatice’nin hatırına riâyet ederdin. Vefatı vaktinde bu gussâyı neden reva gördün?”
Resûlûllahın tek derdi Sevdiceği’nin cennetteki makamını birazcık daha yükseltmekti. O sözleri bundan dolayı söylemişti.
“Onun amellerine nazar ettim. Amel defterinde bütün iyilikler ve envâı ibâdetler doluydu. Yalnız hatunların cihad ve gazası ki, erlerini kıskanmaktır; o yoktu. Hasenat defteri bu sevabdan hâli olmasın diye o gammı reva gördüm.”
O’nun Yolunda Tükenen Hayat
Sevdiceğin ömür dakikaları an be an tükeniyordu. Sevgili ve kızları başucundaydı.
Hatice bir ara Azrail’in sesini işitmiş olmalı ki vasiyetini fısıldamıştı.
“Ya Resulallah, beni dinlemeni ve vasiyetimi yerine getirmeni istiyorum.
Birincisi: Sana hakkıyla hizmet edemedim. Beni affetmeni istiyorum yâ Resulallah!”
Sevgili, bir gün, “Bir kadın, kocası kendisinden razı olduğu halde ölürse cennete girer.” demişti.
Ölüm zor değildi. Zor olan Sevgili’den ayrılmaktı. Hatice, İmran kızı Meryem, Hz. Musa’nın kız kardeşi Gülsüm ve Firavunun zulmüne rağmen Rabbinin yolundan dönmeyen Asiye gibi gönül sultanlarına yakışır bir hayat yaşamıştı. Bereketli ve çileli ömrünün son anlarındaydı. Şimdi teselliye her zamankinden daha çok muhtaçtı. Onlar ezelde birbirine yazılmıştı. Dünyada aşkla birbirlerine karışmışlardı. O güzelliğin şerefine ebedde de birlikte haşrolacaklardı. Sevgili, dudaklarını Sevdiceğinin yanağını yaklaştırmıştı.
“Benden dolayı çok acı çektiğini görüyorum. Bu acıyı hafifletmek için sana ne desem ey Hatice? Ancak Allah her zorluğun ve sıkıntının arkasından büyük hayırlar yaratır. Biliyor musun, Allahu teâlâ cennette seni benimle, Meryem binti İmran’ı Musa’nın kardeşi Gülsüm ve Asiye ile birlikte yaratacak.”
Sevdiceğin tükenmek üzere olan canına bir nebzecik can gelmişti. Son bir gayret ve sevinçle,
“Gerçekten öyle mi ya Resûlullah?” demişti.
“Evet, ey Hatice!” demişti Göklerin Sesi.
“Huzur içinde ve çocuklarla birlikte olur inşallah.” diye karşılık vermişti Hz Hatice.
Sevgili de, “Huzur içinde ve çocuklarla birlikte.” diyerek müjdeyi tekrarlamıştı.
Hz. Fatıma İçin Gözden Düşen İnciler
Sevdicek en çok küçük kızı Fatıma için kaygılanıyordu. Kendisi ahirete göç edince kim bakardı ona. Bir gün hasta yatağında hıçkırıklar içre masum kızına bakmıştı. O gün Esma bint Umeys de oradaydı. İhtimal ki onun ölümden korktuğu için ağladığını düşünmüştü. Onu teselli etmeye çalışmıştı.
“Ağlıyor musun? Sen ki âlemlerdeki tüm kadınların efendisisin. Bizzat Peygamber tarafından cennetle müjdelenmiş kimsesin. Niçin ağlıyorsun?”
Hayatının hiçbir döneminde Hatice’nin kendine ait bir kaygısı olmamıştı. Kalbi kederden burkulmuş, sesi derinleştikçe derinleşmişti. Sesindeki derinlik sözlerindeki ince manaları ele veriyordu.
“Kendim için ağlamıyorum. Bir kadın, zifaf gecesinde ihtiyaçlarını karşılayacak ve kendisine yardım edecek bir kadına ihtiyaç duyar. Fatıma henüz küçüktür. Ben o gün geldiğinde kendisine yardım edecek kimsenin olmamasından korkuyorum...”
Bugün yine Sevdicek’in bakışları Fatıma’cığına dönmüştü.
“Ya Resulallah, Sana onu vasiyet ediyorum. O benden sonra garip ve yetim kalacaktır. Hiçbir Kureyşli kadın ona eziyet etmesin. Onun yüzünü kimse incitmesin. Yüzüne kimse bağırmasın, kötü bir şey söylemesin.”
Fatma ile ilgili hâlini Sevgili’ye açınca içi biraz açılmış, rahatlamıştı. El-Emin olan Hz. Mustafa’ya emaneti teslim etmenin rahatlığıyla üçüncü arzusunu dile getirmişti.
Hz. Hatice Dünyadan Geçiyor
Hz. Fatıma, annesinin dünyadan hicretini gözyaşları içinde izlemişti. Yağmurun Hazinesi (sav) Sevdicek’inin emaneti evladını teselli etmeye çalışmıştı.
“Sil gözyaşlarını yavrum. Annen şu an kamıştan bir köşkün içinde yaşıyor. İnci, yakut ve mercanlarla bezeli, kumaştan yapılmış bir saray...”
Hz. Fatıma annesinin ahiretteki durumundan emin olmak istiyordu.
“Ya Resulallah, Cebrail’e sorup annemin durumunu öğrenmeden içim rahat etmeyecek.” demişti.
Bunun üzerine Efendimiz, Cebrail’e Hatice’sini sormuştu. Cevap ikisini de rahatlatacak şekildeydi.
“Hatice cennette Meryem ve Sâre arasındadır.”
Sevda Sofrası
Fatıma ile Ali, Hatice ve Hz. Mustafa’nın bereketli aşk sofrasına oturmuşlardı. Ali, Fatıma’nın yüzüne baktığında gam ve kederi yok olup giderdi. Değil mi ki yüzünde huzur bulmadığın birinin parmağına ebedi aşkın nişanı yüzüğü takamazsın. Onların aşk sözleri okunurken kalpten gam ve hüzün sürgün oluyordu. Bir daha, bir daha âşık olunuyordu.
Ebu Talib yoksul olduğu için oğlu Ali’yi 6 yaşındayken Ebedi Sevgililer yanlarına almışlardı. 4 yıl sonra Sevgili’ye peygamberlik gelince ilk önce Hz Hatice ve Ali Müslüman olmuştu. Hz. Ali Peygamber ve Allah aşkıyla dopdolu bu evde evleninceye kadar kalmıştı. Evliliğini de bu mutlu evlilikten doğan Fatıma ile yaparak ailenin manevi oğlundan sonra damadı unvanını da alacaktı.
Sevgili ve Hatice’nin goncası Fatıma aşkın en derunisinin yaşandığı peygamber ailesinin en son çiçeğiydi. Fatıma ve Ali, Hz. Hatice ve Hz. Mustafa’yı örnek almışlar; onlar gibi aşka, insanlığa ve Allah’a adanmış bir ömür yaşamışlardı. Ali aşkın inceliklerine bu Ezeli ve Ebedi Sevgililer’de şahit olmuştu.
Hz. Fatıma Gelinlik Çağına Geliyor
Yıllar çabucak geçmiş, Hz. Fatıma evlilik çağına gelmişti. O Hz. Hatice’nin terbiyesinde, Cennet kadınları Sare, Hacer, Meryem ve Gülsüm’ün himayesinde yetişmişti. Her yönüyle babasının kızı, annesinin biricik göz ağrısıydı. İnsani ve manevi kadınlık değerleri açısından tam anlamıyla zirveydi. Narin ve zarif bedeni, ince ruhu, tertemiz kalbi, yüksek ahlakı, üstün zekası ve kavrayışı, kadına yakışır nezafeti ve nezaketi, davranışlarındaki ciddiyet ve vakurluğu, sözlerindeki derinliği, kıyafetindeki sadeliği ve masumiyeti, iffeti ifade eden halleri, cömertlikle zahidâne yaşantıyı varlığında birleştiriciliği, dünya işleri hakkındaki bilgi ve becerisi ile, özetle hurileri andıran suret güzelliği, cennet kadınları Hz. Sare, Hz. Hacer, Hz Meryem, Hz Gülsüm ve Hz Hatice’yi hatırlatan siret güzelliğiyle, cennetmisal bir hayat yaşayan erkeklerin dikkatini çekiyordu.
Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer Eşikte
Hz. Ebubekir, kızı Hz. Aişe’yi Hz. Mustafa’ya eş olarak vererek O’nun kayınpederi olma şerefine ermişti. Bu sefer damadı olarak O’na akraba olmak için eşiğinde görünmüştü.
Hz. Ömer, Hz. Ebubekir gibi kızı Hz. Hafsa’yı Efendimize (sav) eş olarak vererek O’nun kayınpederi olma şerefine ermişti. Bu sefer damadı olarak O’na akraba olmak için kapısına gelmişti.
Hz. Fatıma daha dünyaya gelmeden önce ismi Fatıma olarak gökler katından bildirilmişti. İhtimal ki evleneceği kişinin ismi de gökler katından gelecekti.
Hz. Mustafa can dostları, ahiret yoldaşları Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in evlilik tekliflerine sevinmekle beraber, “Fâtıma hakkında Allah Teâlâ’nın emrini bekleyelim.” diyerek teklifleri beklemeye almıştı.
Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’den sonra ümmetin en hayırlı erkeği Hz. Osman’dı. Hz. Osman, Sevgili’nin kızı Ümmü Gülsüm ile evliydi. Dolayısıyla iki kız kardeşin aynı evde eş olarak bulunması uygun olmazdı. Bundan dolayı Hz. Osman’ın Hz. Fatıma’ya talip olması söz konusu değildi. O halde Hz. Fatıma’ya dünyada ve ahrette kim yoldaşlık, yar ve yardımcılık ve eşlik edecekti?
Hz. Ali’nin Kalbinden Geçen Hz. Fatıma
Hz. Fatıma’ya görücülerin geldiğini öğrenen Hz. Ali’nin azaldı kölesi Hz. Ali ve Hz Fatıma’yı birbirine çok yakıştırmış olacak ki Hz. Fatıma’yı Resûlullahtan istemesini söylemişti.
Hz. Ali ise evlilik yapacak kadar birikimi olmadığını söylemişti. Azadlı köle, eğer istemesi halinde Efendimiz’in muhakkak Fatıma’yı ona nikahlayacağını söylemişti. Buna rağmen Hz. Ali kararsız kalmıştı.
Hz. Mustafa, Hz. Ali’nin ailesinin manevi evladı olarak Ebu Talip ve eşi Hz. Fatıma’nın elinde büyümüştü. Hz. Fatıma nasıl ki Hz. Mustafa’ya annelik etmişse, kızı Fatıma’ya da annelik ederdi.
Hz. Mustafa ve Hz. Hatice evlendikten sonra Hz. Ali’yi çocuk yaşlarda evlerine almışlardı. Ebu Talip ve Hz. Fatıma, Sevgili’yi nasıl sahiplenmişlerse Ebedi Sevgililer de Hz. Ali’yi öyle sahiplenmişlerdi. Ebedi Sevgililer gerçekte kendilerine damat olacak bir çocuğu daha başta yetiştirmeye başlamışlardı.
Ey Sen Ne Bahtiyarsın Hz. Fatıma
Sevgili ve eşi Hz. Hatice, yengeleri Hz. Fatıma’yı öyle sevmişlerdi ki kızlarına onun ismini vermişlerdi. Kader hükmü vermiş, göklerden ilahi haber gelmişti. Hz. Fatıma ismini taşıdığı, babasının “annemden sonra annem” dediği kadına gelin olarak verilecek, Hz Hatice’den sonra onu anne bilecekti. Ey sen ne bahtiyarsın Hz. Mustafa’dan sonra kızı Fatıma’ya da annelik edecek, annelerin annesi Hz Fatıma...
Hz Fatıma, babasına annelik ettiği gibi kızı Hz. Fatıma’ya da annelik etmek istiyordu. Oğlu Hz Ali’den Hz Fatıma’ya talip olmasını istemişti.
Hz Ali haddini de hakkını da bilen biriydi. Hz Ebubekir ve Hz Ömer’in kapıdan döndüğü bir yere nasıl girebilirdi…
“Ebûbekir ve Ömer’den sonra bana verirler mi?” diyerek kalbinden geçenleri ifşa etmişti.
Hz Ali her ne kadar Hz Mustafa’nın manevi evladı olarak yetişmişse de Efendimiz’e evlilik arzusunu açmaktan çekiniyordu. Nihayet sevenleri onu ikna ederek istemeye razı etmişlerdi.
Hz. Mustafa, Ebu Talip’in eşi Hz Fatıma’yı “Annemden sonra annem” diyerek rahmetle anardı. Kızı Fatıma da onun öyle bilecekti.
Hz Ali, Sevgili’nin Menzilinde
Hz Ali çekinerek de olsa Sevgili’nin evine doğru yola çıkmıştı. Kapıyı çalıp içeri girmişti. Sevgili ona yanında yer göstermişti. Edepli, mahcup ve heyecanlı bir vaziyette başını öne eğip gösterilen yere oturdu. Sanki dili lâl kesilmişti. Ne söyleyeceğini, söze nereden başlayacağını bilemiyordu.
Hz Mustafa daha önce üç kızını evlendirmişti. Damatların kız isteme anlarındaki heyecanlarına şahitlik etmişti. Hz Ali’nin hallerinde de bunu hissetmişti.
“Ya Ali! Öyle zannederim ki bir muradın var.” demişti.
Hz Ali heyecanın ve hayanın perdeleri arasında dolaşıp kalmıştı. Nihayet dil çözülmüştü.
“Ya Resûlallah! Anam-babam sana fedâ olsun. Senin bereketinle sırat-ı müstakimi bulduk. Hayatımın sermayesi sensin. Nice zamandır ona cüret edip söyleyemedim.”
Bu sözler üzerine Resülullah tebessüm etmişti.
“Herhalde Fâtıma’yı istemeye geldin.”
Hz Ali biraz rahatlamıştı.
“Evet.”
Bunun üzerine Sevgili tekrar dile gelmişti.
“Fâtıma’ya mehir olarak verebileceğin neyin var?”
Hz Ali yoksuldu. Evlilikten onu yoksun bırakan şey de işte bu yoksulluk duygusuydu.
“Bir kılıcım, bir devem bir de küçük zırhım var.” diyebildi.
Kâinatın kendisi için yaratıldığı Hz Mustafa’nın kızı Fatıma’ya talip olan Hz Ali’nin dünyadan nasibi işte bu kadardı. O dünyaya talip olmamıştı. Dünyaya talip olsaydı elbette ki dünyaların kendisi için yaratıldığı Hz Mustafa’nın kızına talip olamazdı.
Efendimiz böyle dünyaya beş para ehemmiyet vermeyen, ahireti unutup dünyaya dalmayan bir damat adayının kendi kızını tercih etmesinden dolayı çok memnun olmuştu.
“Kılıcın sana lazımdır. Deven bineğindir. Zırhını sat Ya Ali!”
Meleklerin Düğün Şahidi Olduğu Evlilik
Bir an soluklandıktan sonra tekrar dili inciler dökmeye başlamıştı.
“Hak Teâlâ kendi katında Fâtıma’yı sana nikâhladı. Senden önce melek gelip bana bu hâli haber verdi.”
Meleklerin Hz Mustafa’ya damat olacağını haber vermesi Hz Ali için dünyada ve ahirette şeref olarak yeterdi.
Bu sözlerin üzerine düğün hazırlıkları başlamıştı. Sevgili Hz Ali ile Hz Fatıma arasında oluşan gönül bağını ve hayatlarını birleştirme kararını etrafındakilere ilan etmişti.
“Ey Müslümanlar! Yüce Allah Fâtıma’yı Ali’ye nikâhlamamı bana emir buyurdu. Sizler şâhit olunuz; Fatıma’yı 400 miskal gümüş mehirle Ali’ye nikâhladım.”
Hz. Fatıma’nın Çeyizi
1 adet kadife yorgan, 1 adet yüzü deri içi lif dolu yastık, 3 adet minder. 2 döşek, 1 koç postu, 1 adet topraktan yapılmış su testisi, 1 su tulumu, 1 elek, 1 kilim, 2 adet Yemen işi, üzerleri gümüşle işlenmiş elbise, 2 adet el değirmeni, 1 meşin su bardağı, 2 adet çanak çömlek, 1 adet hurma yaprağından örülmüş sedir.
Peygamber Efendimiz’in Evlilik Duası
Efendimiz, Hz Ali ile Hz Fatıma gerdeğe girmeden önce yanlarına gelmişti. Ümmü Eymen’e bir kapla su getirtmişti. Getirilen su ile abdest aldıktan sonra abdest suyunun bir kısmını Hz Ali’nin göğsüne ve iki omzunun arasına serpmişti. Kalan suyu da aynı şekilde Hz Fatıma’nın üzerinde gezdirmişti.
Efendimiz birisi evleneceği zaman onu tebrik eder; “Allah bunu senin için mübarek kılsın! Allah’ın bereketi senin üzerine Olsun! Allah ikinizi hayırda birleştirsin!” diye dualar ederdi. O gün de öyle olmuştu. Sevgili dualara durmuştu.
“Allah’ım bu evliliği mübarek kıl! Onlara ve nesillerine mübarek kıl.
Ey Allah’ım! Fâtıma ve zürriyeti hakkında kovulmuş şeytandan sana sığınırım.
Ey Allah’ım! Ali ve zürriyeti hakkında kovulmuş şeytandan sana sığınırım.”
Sevgili’nin Canından Bir Can
Dua sarmalı ilmek ilmek çözülünce Fatıma’ya seslenmişti.
“Vallahi Ey Fâtıma! Ben seni, ailemin en hayırlısına nikâhladım! Allah hakkı için erin iyi erdir. Sahâbenin evvelidir. İslâm’ın büyüğüdür. İlim de en derinidir. İmamların kadısı, İslâm’ın kahramanıdır. Zinhar ona isyan eyleme ve emrine muhalefet etme!” diye nasihatte bulundu.
Sıra Hz Fatıma’nın değerini takdir etmeye ve Hz Ali’ye bunu hatırlatmaya gelmişti.
“Ey Ali, Fâtıma’nın hakkına riâyet eyle! Onu hoş tut. O benden bir parçadır. Eğer onu üzersen, beni üzmüş olursun. Allah’ın ismi ve bereketiyle gir zevcenin yanına.”
Kâinat Hz Mustafa ile mayalanmıştı. Her şey O’nunla anlamlanmıştı. Her varlık O’nunla bağı ve ilgisi kadar değerlenmişti. Kâinatın en bahtiyar insanı Hz Mustafa, en bahtiyar kadını Hz Hatice, en bahtiyar çocukları bu iki nurani tenden ve ruhtan doğan çocuklar, en bahtiyar damatlar ise bu iki ruhtan can alan kadınlara eş olan Hz Osman, Hz Ali ve Ebu’l As idi. Ne mutlu onlara ki Ebedi ve Ezeli Sevgililerinin canlarından can taşıyan Hz Zeynep, Hz Ümmmügülsüm, Hz Rukiye ve Hz Fatıma’nın canlarını canlarına katmışlar, onların hayatlarıyla hayatlanmışlardı.
Bu kutlu evlilikten seyyid ve şerif ruhlu evlatlar dünyaya gelecek, nesiller onların sevgisiyle mayalanacaktı. Hasan ve Hüseyin gibi cennetin efendileri torunlara sahip olacaklardı.
Kadınların Hükmettiği Erkekler
Hz. Mustafa, “Kadınlar, aşk ve gönül sahibi erkeklere hükmeder.” buyurmuştu.
Hz Hatice ile Hz. Mustafa aşk ve gönül sahipliğinin zirvesinde insanlar olarak aşk, vefa ve sadakatle birbirlerine hükmediyorlar, birbirlerinin kölesi ve cariyesi misali birbirlerine hizmet ediyorlardı.
Hz Fatıma ile Hz Ali evlendikleri gece Peygamberimiz aralarına girip ellerinden tutmuştu. “Fatıma sen Ali’nin cariyesi gibi ol. Ali sen de Fatıma’nın kölesi gibi ol.” demişti.
Onlar da Peygamberimizin tavsiyesi doğrultusunda iffet, izzet, muhabbet ve sadakatle birbirlerine bağlanmışlardı. Birbirlerinin kölesi ve cariyesi gibi birbirlerine hizmet etmişlerdi.
Hz Fatıma ile Hz Ali, Hz Hatice ile Hz. Mustafa’nın bereketli aşk sofrasına oturmuşlardı. Hz Ali, Hz Fatıma’nın yüzüne baktığında gam ve kederi yok olup giderdi. Değil mi ki yüzünde huzur bulmadığın birinin parmağına ebedi aşkın nişanı yüzüğü takamazsın. Onların aşk sözleri okunurken kalpten gam ve hüzün sürgün oluyordu. Bir daha, bir daha âşık olunuyordu.
İffet Kahramanı Fatıma
Hz Fatıma’nın beyaz, parlak ve aydınlık bir yüzü olduğu için Zehra adıyla anılıyordu. O Zehra ismine layık bir şekilde Rabbinin verdiği güzelliğin şükrü olan cennet hurilerine layık
iffetli bir hayat yaşamıştı. İffetli ve namuslu bir kadın olarak yaşadığı için Fatıma ve Zehra isimlerinin yanına bir de Betül ismi eklenmişti.
Zehra, “dolunay ışığı” demekti. Sevgili (as) “ay ışığı kızım” diye diye severdi onu. Hilâl yüreğiyle Hatice dünyanın biricik hurisiydi. Bundandır ki, “Kızım Fatıma insandan olma bir huridir… Bir cennet meleğidir.” derdi Sevgili.
Yarim Medine’yi mesken mi tuttun?
Hicretin on birinci yılının Ramazan ayıydı. Sevgili’nin (sav) vefatının üzerinden 6 ay geçmişti. O gün bu gündür Hz Fatıma’nın yüzü gülmüyor, hasret ateşi ağırlaştıkça ağırlaşıyordu. Peygamberimiz Hz Fatıma’ya ailesinden ilk önce kendisinin vefat edeceğini bildirmişti. İhtimal ki o gün bu gündü. İhtimal ki o gece babası rüyasına gelmiş, “Kavuşma vakti geldi dolunayım.” deyivermişti.
Rahatsızlığı şiddetlenince çocuklarının dışarı çıkarılmasını istemişti. İçeriye “anneciğim” dediği Ümmü Râfi ile Hz. Esma girdi. O gün vefat edeceğini hissetmişti. Hz Fatıma edebli, hayalı bir insandı. Gerekmedikçe sokağa çıkmaz, erkeklerin nazarından kendini korurdu. Bu gün ölümün eşiğine dayanmıştı. Araplar o günlerde cenazeleri üstü açık sala benzer bir tabutla taşırlardı. Mevta kefenli olsa da zaman zaman eli, üstü açık tabutun üzerinden sarkar, hal böyle olunca da vefat edenin cinsiyeti belli olurdu. Hz Fatıma hayatta iken kendini erkeklerin nazarlarından koruduğu gibi vefat ettiğinde de korumak istiyordu. Bu konudaki endişesini Hz Esma ile paylaşmıştı.
“Ey Esma, ben kadınların cenazesinin üzerine bir bez atılarak dört ağaç üzerinde mezarlığa doğru götürülmesini sevmiyorum. Zira onun bedeninin izleri parçanın altından gözükmekte ve herkes onun bedeninin hacmini görmektedir."
Hz Esma ona Habeşistan taraflarında gördüğü üstü örtülü tabuttan bahsedince Hz Fatıma gülümsemişti.
"Ne güzel bir şeydir. Zira cenaze onun içerisine bırakıldığında artık cenazenin kadın ya da erkek olup olmadığı belli olunmuyor. Benim tabutum böyle üstü örtülü olsun.” demişti.
Gelin olmuş, ata binmiş, er evine gidiyorsun.
Vefat etmiş, tabuta binmiş, cennete gidiyorsun.
O, iffetine öyle düşkündü ki erkeklerin nazarından korunmak için cenazesinin gece toprağa emanet edilmesini istemişti.
Zaman ruh ritmiyle ilerlemekteydi. Hz Fatma dünya kutbundan ahiret kutbuna doğru yavaş yavaş geçiyordu. Hz Esma’ya seslenmiş, “Bana gusül abdesti aldırın.” demişti.
İsteği üzerine gusül abdesti aldırılmıştı. Ardından yatağının kıble yönüne çevrilmesini istenmişti. O isteği yerine getirilmişti.
Şimdi Ben Vefat Edeceğim
Dili yavaş yavaş çözülmüştü. Dünyaya ait son sözleri inci taneleri gibi dudaklarından dökülmeye başlamıştı.
“Şimdi ben vefat edeceğim. Vücudumu vefatımdan sonra da kimse gömesin. Vefat edince tekrar gusül abdesti aldırmayın. Beni yalnız bırakın. Rabbime duâ ve niyazda bulunmak istiyorum.”
İsteği üzerine onu yalnız bırakmışlardı.
Fatıma dünya defterini kapatmış; dualar, niyazlar içre son nefesi vermiş, Sevgili babacığına ve annesine kavuşmuştu.
Vasiyeti üzerine cenazesi gece vakti tabutla taşınarak Hz. Ali, Hz. Abbas ile oğlu Fazl tarafından Cennetü’l-baki toprağına emanet edildi.
Bu Çağın Alileri, Fatımaları Hafız Ali ve Ümmühan Hanım
Hz Ali ve Hz Fatıma ismi anılınca benim aklıma bu çağın Hz Ali’si, Bediüzzaman’ın izzet timsali talebesi Hafız Ali Ergün ve Hafız Ali’nin eşi, bu çağın iffet sembolü Hafize Ümmühan Hanım gelir.
Ümmühan Hanım çağının Hz Fatma’sı gibi bir hayat yaşamıştı. Kendisinde Allah’ın Kuddüs ismi tecelli etmişti. Maddi ve manevi temizliğe çok dikkat ederdi. Günümüz insanının idrak edemeyeceği kadar temiz ve titizdi.
Hafız Ali’den sonra dünyaya dönüp bakmamıştı. Kendisini Ali’sine saklamıştı. Bütün vaktini talebe okutmaya vermişti. Gerekmedikçe evinden çıkmamıştı. Hafız’dan başkasına görünmek istememişti. Öyle ki evinden dışarı çıkması gerektiği zaman sadece tek gözü görünecek şekilde bütün vücudunu örterdi. Takva örtüsünü öyle bürünmüştü ki ihtiyarlık yaşına girmiş olmasına rağmen erkeklerin bakışlarından kendini korumuş, asla önlerinden geçmemişti. Bir erkekle karşılaşacak olsa yolunu değiştirdi. Herkes onun Allah dostu, İslamköy’de Hz Ali (ra) ruhunu taşıyan Hafız Ali’nin eşi olduğunu, sahabemisal hayatı olduğunu bilmesine ve bundan dolayı kendisine saygı duyup gerekli hassasiyeti göstermesine rağmen onun bu şekilde titiz davranmasını anlamakta zorlanmışlardı. Gerçekten de onun sahabe saffeti taşıyan hayatı ve engin iffeti herkesi hayrette bırakmıştı. Takva, iffet ve izzet konusunda kendisi hassas olduğu gibi etrafındakilere de aynı şekilde davranmalarını tavsiye etmişti.
Yarim İslamköy’ü Mesken mi Tuttun?
Ümmühan Hanım yıllarca özlem ve hasretle sevdiceğine kavuşacağı günü beklemişti. Sevdiceğinin Kur’an ve Risale-i Nur ile daha da billurlaşan sesi içinde çalkanıp durmuştu. “Kur’an okurken öyle güzel bir sesi vardı ki…” diye diye o güzel günleri hasret ve huzurla anıp durmuştu.
Ümmühan Hanım Hafız’ına kavuşacağı anın hasretiyle yanıp, sabırla ötelerde gerçekleşecek vuslatını beklemişti. 1975 yılı sonlarında vuslatın sesini duymuştu. Ciddi derecede hastalanmıştı. Kendisini annesi gibi seven yeğeni Fatma Hanım onu hiç yalnız bırakmamıştı. Evine alıp onunla ilgilenmişti.
Hafız Ali’den Haber Var: Ben Vefat Edeceğim
Ümmühan Hanım Azrail meleğinin selamını soluğunu daha derinden hissetmeye başlamıştı. Nisan ayı başında Fatma Hanıma halini açmıştı.
“Ben vefat edeceğim. Beni evime götürün, orada vefat edeyim.”
Fatma Hanım annesi gibi sevdiği teyzesinin isteğini kabul etmişti. Onu evine götürmüştü. Kendisi de ona hizmet etmek için yanına taşınmıştı. Onun hastalandığını haber alan herkes yanına gelip helallik dilemişti
1976 yılıydı. Nisan’ın 17’siydi. Bahar, buram buram İslamköy’ü sarmıştı. Ümmühan Hanımın gönlünde gelincik çiçekleri açmıştı. Artık ebedi sevgilisi Hafız Ali’nin yanına gitme vakti gelmişti. Fatma Hanımın dizine başını koymuştu. Son bir defa bakmıştı dünyaya. Ardından yavaşça gözlerini kapatmış, içi aydınlanmıştı. 32 yıl sonra, 17 Nisan 1976 tarihinde sevdiceği Ali’sine kavuşmuştu. Kabri İslamköy’de babacığının yanındaysa da kalbi her daim Ali’ciğinin kabrinde, Denizli’dedir.
Ruhlarına El-fatiha…