Bediüzzaman’ın avukatı Bekir Berk hayatın getirdiği şartlara teslim olmaz. Hizmet için bütün engelleri aşmayı göze alır, sonrasını Rabbine bırakır. Bunun birçok örneği yaşanmıştır.
Bekir bir kış mevsiminde Karabük’teki bir duruşmaya gider. Yanında Bayram Yüksel de vardır. Karabük’e giderken Mustafa Sungur’un Eflani’deki ailesini ziyaret etmek isterler. Sungur hizmet için Anadolu’yu karış karış dolaştığından ailesine yeterince zaman ayıramıyor, hatta doğru düzgün evine bile uğrayamıyordur. Bekirler ailesine moral olur düşüncesiyle kapısını varırlar. Bu arada yavaş yavaş kar yağmaya başlamıştır. Bekir, Sungur’un fedakâr eşine hediye etmek üzere bir radyo almıştır. Niyetleri kapıyı çalıp hediyeyi verdikten sonra yola devam etmektir. Kapıyı çaldıklarında Sungur’u görünce şaşkınlık geçirirler. “Senin ne işin var burada?” diye şaka yollu takılırlar. Sungur da gülümseyerek “Asıl sizin ne işiniz var burada?” diye karşılık verir.
Belli ki Sungur ailesinin Bekir’in sohbetine ve bereketine ihtiyacı vardır. Sungur ailesinin evi de Bekir’i misafir etme şerefine erecektir. Sungur’un ziyaret saatinde evinde bulunması bunu göstermektedir. Sungur’un eşi kalkıp sobayı yakar. Çorba pişirir. Çorba Bekir’in çok hoşuna gider. Yıllar sonra, “Çorbanı unutamıyorum! Kuşlara selam, taşlara selam, ağaçlara selam…” diye mektupla teşekkür eder.
Bir süre sohbet ettikten sonra Bekir ertesi günkü Karabük’teki mahkemeye yetişmek istediğini söyleyerek izin ister. Sungur bölgenin iklimine aşinadır. Kar bastırırsa yolda kalacaklardır. Üstelik akşam olmuştur. Bu çekincelerle, “Yarın döneriz. Hem gece oluyor, hem de hava pekiyi görünmüyor” der.
Bekir hizmette yaydan fırlamış ok gibidir. Hiçbir insan onu hedefinden döndüremez. Sungur ne söylerse söylesin kararından döndüremez. Nihayet evden çıkarlar. Bekir’in ağır dosya çantasını karlara bata çıka nöbetle taşıyarak şehre inerler. Tuttukları bir arabayla Karabük yoluna koyulurlar. Gece karanlığı ve kar birleşince yolculuk çekilmez olur. Nitekim ormanlık alanda kara saplanıp kalırlar. Nur Talebeleri, “Geri dönelim” deseler de lügatinde geri vites olmayan Bekir’i yine ikna edemezler.
“Gidebileceğimiz yere kadar gider, orada kalırız.”
“Peki” deyip tekrar yola koyulurlar. Orman içinde diz boyu karda saatlerce yürürler. Ayakları dizlerine kadar kar suyuna batar. Bu arada aç kurtların saldırma tehlikesine karşı ellerine birer sopa almışlardır. Bir zaman sonra uzaktan bir ışık görünür. Sungur buranın yabancısı olmadığından, “İçkici, kumarcı, eşkıya türünden adamların hanıdır” der. Ama bu havada başka çareleri de yoktur.
Hana girdiklerinde hancılar, onlara garip garip bakarlar. Hâllerine bir anlam veremezler.
“Hayrola, nereye böyle?”
“Arabamız karda kaldı. Biz de yaya geldik. Karabük’e gideceğiz.”
Ortada kızarmış bir odun sobası yanıyordur. Kısa zaman sonra Bekir’in üzerine ağırlık çöker. Kir pas içindeki simsiyah bir yatağa uzanıverir.
Sabah olunca tekrar ellerinde bavullar ve sopalarla yola çıkarlar. Safranbolu’da kalp ehli Nur Talebelerinden Mustafa Osman’ın evine varırlar. Gariptir ki Mustafa Osman hazır kıta onları beklemektedir.
“Ne zorunuz vardı gece yarısı ormandan yaya olarak gelmeye? Sabaha kadar bana kurt kovalattınız!”
Bu keramet karşısında şaşkın gözlerle birbirlerine bakarlar. Onlar şaşkın gözlerle birbirlerine bakarken Mustafa Osman dile gelir.
“Size kahvaltı vermeyecektim, ama neyse, hadi affettim, gelin bakalım!” deyip içeri alır.
Ne mutlu imana ve insanlığa hizmet eden iman kahramanı Bekir Berklere, Bayram Yüksellere, Mustafa Sungurlara hizmet eden Emine Sungurlara…
Ne mutlu her türlü zorluğa rağmen hizmetten bir adım geri durmayan Bekir Berklere, Mustafa Sungurlara, Bayram Yüksellere…
Ne mutlu karlı kışlı günlerde, insan suretine girmiş kurtların, çakalların saldırılarına dualarıyla, kerametleriyle göğüs geren Mustafa Osmanlara…