Bu işler Bediüzzaman’ın yaşadığı Emirdağ’dan olmaz
Bekir Berk yokluk ve sıkıntılar içinde iman, ihlâs ve sadakat timsalidir. Tam bir Anadolu Alpereni, katıksız bir serdengeçtidir. Hamiyet, himmet ve gayrette onunla yarışacak yok gibidir.
O mazlumların avukatı; yazarların, düşünce adamlarının, ilkeli siyasetçilerin dostudur. Sevilip sayılan biridir. Öyle ki ofisindeki telefonu hiç susmaz. Mehmet Fırıncı, “Herhâlde İçişleri Bakanlığının telefonu bu kadar çalmaz!” diye durumu özetler. Ofisi arı kovanı gibi kalabalıktır. Gâh Medrese-i Nuriye, gâh avukatlık bürosu vazifesi gören ofisinde çoğu kere misafirlerine ikram edebileceği bir simit bile bulamaz. Mehmet Fırıncı ve bir avuç Nur gönüllüsünün destekleriyle ikramlar yapılır.
Yakın dönem düşünce hayatımızın büyüklerinden Peyami Safa ile dostluğu vardır. Onun Falih Rıfkı Atay’la olan mahkemesinde avukatlığını yapar. Peyami Safa bir gün Bekir’i yazıhanesinde ziyaret eder. Ziyaretin ardından Fırıncı ve Birinci’ye dönerek, “Bu zatın kıymetini biliniz. Avrupa’da böyle bir avukat yoktur!” der. Gerçekten de Bekir öyle kıymetli bir avukattır ki Falih Rıfkı Atay gibi derin yapıların desteğini alan bir kişiye bile karşı durmuş, üstelik buradan da zaferle ayrılmıştır.
Bir gün Bekir Berk, Bediüzzaman’ın ilk avukatlarından Necdet Doğanata ile birlikte Peyami Safa’yı ziyaret ederler. Bediüzzaman o günlerde Emirdağ’da ikamet etmektedir. Bekir Risale-i Nur ile tanıştıktan sonra hizmeti hayatının merkezine aldığı için haliyle o günkü sohbetin konusu Bediüzzaman olur. Peyami Safa mücadeleci bir adamdır. Toplumu dönüştürme gibi bir misyonu gerçekleştirmek istemektedir. Bunun yerinin de İstanbul olduğunu düşünmektedir. Bediüzzaman’ı takdir etmekle beraber onun İstanbul’dan uzakta yaşamasını uygun bulmamaktadır. Nihayet, “Çocuklar bu işler Emirdağ’dan olmaz…” diyerek sözlerine açıklık getirir.
Hadiselere bulunulan yerden ve zamandan değil de zaman ve mekân ötesi bir yerden bakılabildiğinde hakikat ve akıbet tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilir. Bediüzzaman’ın talebeleri Bekir Berk ve Necdet Doğanata olaylara Risale-i Nur perspektifinden zaman ve mekân üstü bir yerden bakabildikleri için ezelden gelip ebede doğru uzanan sesin çağıltısını o anda bile duyabilmektedir. Nitekim zaman onları haklı çıkarır. 1948 yılında Emirdağ’dan yükselen ses bütün dünyayı kaplar. Emirdağ’da yanan ateşin ışığı dünyayı aydınlatır. Büyük mütefekkirimiz ve yazarımız Peyami Safa’nın hiçbir eseri yabancı dile çevrilmediği halde 60 yılın sonunda Bediüzzaman’ın eserleri 60’dan fazla dile çevrilir.
Ne mutlu kozasında münzevi yaşarken ipek sesleri ile dünyayı dokuyanlara…
Ne mutlu Çam Dağında, Emirdağ’da kandil aydığında yazdığı nurlu eserlerle dünyayı aydınlatanlara…
Ne mutlu hakikatin yolunda Bekir Berk gibi yoldaşlarla yola koyulanlara…
Ne mutlu yaşadığı her beldeyi Barla ve Ravza yapanlara…
Ruhlarına El-Fatiha…