Risale Haber - Haber Merkezi
Yazar ve Psikiyatrist Mustafa Ulusoy'un sempozyumda sunduğu "Tek kişilik evrende ihlas" tebliğinde bireyin yalnız veya sosyal hayatın içinde yaşadığı bir hayat arasında 'ihlas' kavramından bahsedilip bahsedilemeyeceği konusunu ele aldı.
"Bir bebeğin ihlaslı olup olmadığından bahsedebilir miyiz?" ifadesiyle tebliğine başlayan Ulusoy; insanın benlik duygusuyla birlikte, şuurunun gelişmesinin üzerinde durarak şunları kaydetti:
...
İnsan nefs-i emmare sahibidir. ''Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm (Yusuf; 53).'' Mealen: ''Hâlbuki nefsimi temize çıkarmıyorum. Muhakkak ki nefis, dâimâ kötülüğü emredicidir; ancak Rabbimin merhamet ettiği (koruduğu kimse)müstesnâ. Şübhesiz ki Rabbim, Gafûr (çok bağışlayan)dır, Rahîm (çok merhamet eden)dir.'' Hadisin işaret ettiği gibi insanın nefs-i emmaresi de onun en büyük düşmanıdır.
Nefs-i emarenin en büyük arızalarından biri ve insana emrettiği kötülüğün başlıcası, başka nefslerin teveccühüne, ilgisine, övgüsüne olan talebidir. Övülmek nefs-i emarenin en büyük zaafı dense yeridir. Nefsi emmaresinin bu hastalıklı talebine uyan insan, hayatını başkalarına göre ayarlamaya başlar. İnsanların övgüsünün bağımlısı haline bile gelebilir.
İhlas, nefsi emarenin bu talebine karşı çıkıp insanların teveccühüne karşı Mutlak Varlığın teveccühüne sığınma halidir, dense yeridir. İhlas risalesinde Said Nursi'nin birinci düstur olarak sunduğu hakikat buna işaret eder: “Amelinizde rıza-yı İlahî olmalı. Eğer o razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer o kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok.''[3]
Akla iki soru gelmektedir:
1-İhlas, kişinin halk mı Hak mı ikileminde tercihinden doğuyorsa; insanların teveccühünün söz konusu olmadığı durumlarda kişi ihlas sorunundan azade midir? Mesela, övgü bekleyeceği kimsenin olmadığı bir adada tek başına yaşayan bir insan ihlas sorunundan kurtulmuş mudur? Ya da evinde yalnız yaşayan birini düşünelim. Çok güzel bir yemek yaptı, sofrayı donattı. ''Yaptığın yemek harika olmuş, sen harika bir ahçısın, pilavı senin gibi yapanı görmedim,'' diye hayranlık ve övgü saçacak birisi yanında yok. Sofrayı donattı, yemeğini yedi, tabakları mutfağa taşıdı, yıkadı ve mutfağı temizleyip çıktı. Bu insanın yemek yapma eylemi ya da yemek yapma amelinde ihlaslı olma gibi bir sorunu yok, diyebilir miyiz?
2-Öte yandan, başka insanların teveccühünü, başka insanların kendi hakkındaki düşünce ve değerlendirmelerini önemsemediğini söyleyen insanlar vardır. Mesela, ''Başkalarına beğendirmek için yapmıyorum, kendi beğenim benim için yeterli,'' denilmesi ve gerçekten de başkalarından ilgi ve övgü beklentisi içine girilmemesi bir ihlaslılık hali midir? ''Ben başkaları beni güzel bulsun diye değil ben kendimi güzel bulmak için güzel giyiniyorum,'' diyen bir kadın riyakarlık, hodfuruşluk, teveccüh-ü nas, gurur ve kibir hastalığından azade midir? ''Ben yaptıklarımı kendim için yapıyorum,'' derken, ''kendim'' dediği kimdir?
Benim her iki soruya cevabım, her iki durumda da kişinin ihlas sorunuyla hala karşı karşıya olduğudur.
Gerçek şu ki, kainatla, hayatla, diğer insan ve varlıklarla ilişki ve etkileşim halindeki insanın en çok ilişki halinde olduğu varlık, kendisidir. Ve başkalarının olduğu kadar -belki de daha çok- kendi hayatının, varoluşunun seyircisidir.
...
Dr. Mustafa Ulusoy'un Din Hizmetleri ve İhlas Sempozyumu tebliğine ulaşmak için TIKLAYINIZ