Risale Haber-Haber Merkezi
Mustafa Ulusoy, ne zaman başı sıkışsa, darda kalsa Dördüncü Şua'nın aklına geldiğini söyledi.
Ulusoy'un yazısı şöyle:
Karşılıksız aşklar boşa mı gider?
Boşa harcandığını düşündüğü bir hayatın hüznü sızıyor gözlerinden. İnsan ne kadar çabalarsa çabalasın, içi sırlanmış küp bile olsa, yine de dışarıya sızdırıyor içindekileri.
Boşluğa diktiği bakışları uygun bir zamanı kolluyor. Sorsa mı sormasa mı, bilemiyor. Sezinliyorum bunu. Sorsam mı, sormasam mı?
Uygun zamanı kolluyorum.
“Zihninde dolaşıp duran nedir, dönme dolap gibi?”
“Ama neden, neden ama, neden âşık oldum ki?” diyor kısık ama hırçın bir sesle. Sözcükler kırık bir bardağın parçaları gibi saçılıyor etrafa. Tarumar olmuş bir kalbin yıkıntıları arasından çıkıp geldikleri için çok yorgunlar.
Öfke, mayın tarlasına döndürmüş içini. Ses tonumu bile ayarlama ihtiyacı duyuyorum öfkesini körüklememek için. Bir süre sessiz kalmak en iyisi. Bırak içini döksün. Ama gözlerinde beliren bakış, sorularınla içimdekileri dökmeme yardım et diyor.
Ümit Kaf Dağı’nın ardında
“Sorun neden âşık olduğun mu, yoksa?”
“Hayır, karşılık bulamayışım,”
Her aşk bir umutla başlar.
Belkilerle beslenir aşk.
Belki o da beni seviyordur.
“Belki bir gün” o da beni sevecek.
“Belki bir gün,” ümidi, Kaf Dağı’nın ardında artık. Bir arkadaşı vasıtasıyla ona olan ilgisini belli ettiği gün, bütün hayalleri yıkıldı. Gönlünü kaptırdığı kişi kesinlikle ona ilgi duymadığını, başkasını sevdiğini söyledi şüpheye mahal bırakmayan sözlerle.
“Şunu çok iyi biliyorum,” diyor ve susuyor. Sudan bir yudum alıyor. “Kalbime onun sevgisini O koydu.” Ne kadar doğru diye geçiriyorum içimden. Tamam, diyorum aşkın sırrına vâkıf olmuş. “Peki, Rabbimizin kuluna böyle bir şey yaşatmasının sebebi ne olabilir? O, kalbime onun sevgisini koyduğunda karşılık bulamayacağımı da biliyordu. O zaman bu aşkın, ona beslediğim bu sevginin kalbimde işi ne?”
Huzursuzca kıpırdanıyorum. Hayatın anlamı nedir, diye sorsaydı halihazırda birkaç kelam ederdim ama bu soru hazırlıksız yakalıyor beni. Biraz düşündükten sonra tam dilimin ucuna geleni söyleyecekken, lafı ağzıma tıkıyor adeta. “Yoksa sınav mı diyeceksiniz siz de herkes gibi? Kime sorduysam sınav işte dediler de,” diyor hafif müstehzi bir ses tonuyla.
Aslında sınav diyecektim ama artık der miyim, demem elbette. “Yok, öyle demeyeceğim, ama ne diyeceğimi de bildiğimi söyleyemem,” deyip susuyorum. Tam çaresizlik denizinde sessizliğe gömüleceğim sırada zihnimde bir şimşek gibi çakıyor biraz önce söyledikleri.
‘Hayatın sırrını ifşa ettin’
“Fakat, öyle bir laf ettin ki, farkında olduğunu bile sanmıyorum. Çok çok önemli bir şey söyledin. Sanki hayatın sırrını ifşa ettin.”
Gözlerinde uyanan merak, hadi ama uzatma da sadede gel, dercesine kızgınlığa dönüşmeden devam ediyorum. ‘Kalbime onun sevgisini O koydu’ dedin ya, bu çok büyük bir hakikat.”
“Bilmem bilir misiniz, Kürt şair Ahmet Hâni der ki: Gülümseyen bir gonca yoksa, sevdalı bülbüller ne yapsın? Tamam, O koydu kalbime sevgiyi ama sevgisini koyduğu kalbe niye koymadı, ben bunu anlamak istiyorum.”
“Bilmiyorum bu sorunun cevabını. Ama üzerinde düşünmeye değer,” diyorum.
Zamanın Bedii’nin Şualar kitabındaki “Dördüncü Şua” bahsi aklıma geliveriyor. Ne zaman başım sıkışsa, ne zaman darda kalsam Kainatın Rabbinin onu vesile ederek el uzattığı Dördüncü Şua.