Kara kuru bir çubuğun ucuna tutturulmuş üzüm taneleri gibiyiz. Bir kara kuru çubuğa, bir üzüm tanesine bakarız. Bir kara kuru çubuk hükmündeki kendimize, bir elimize konmuş/tutturulmuş başarılara. Üzüm tanesine baktıkça gurura kapılasımız gelir, kara kuru çubuğa baktıkça gururu hak edecek "hiçbir şeyimiz olmadığına" hükmederiz.
"Ben yaptım!" ne cazip bir sözdür. "Ben yetiştirdim, ben yazdım, ben akıl ettim, ben başardım, ben büyüttüm." Bir ben sarmalında dolanıp dururuz. Benliğimiz kurum kurum kurulmak, ben yaptım'ın narsistik hazzıyla dolup taşmak ister. Bütün bakışlar üzerimize toplansın, tüm takdirler bizde biriksin ister. Hayranlık dolu birkaç söz iştahımızı kabartır. Egomuz övgü dolu birkaç sözle biraz daha şişmek, genişlemek ister.
Vicdanımızsa içeride, taa derinlerde huzursuzlanmaya başlar. "Hadi canım sen de, gururlanmaya hakkın yok, takdir edilmesi gereken sen değilsin." diyen sesini duyurmak ister. Ruhumuzun, vicdanımızın yüzü kızarıp mahcup olur. Övgü ve hayranlığı hak edecek şeylere sahip olmadığımıza, mütevazı olmamız gerektiğine inandırmak için dürtükler durur bizi.
Onu dinlerken zihnimde kara kuru bir çubuğa tutturulmuş üzüm taneleri imgesi vardı. Narsisizmle mütevazılık arasında arafta sıkışıp kalmıştı. Çözümü kendini hakir görmekte bulmuştu. Ne yapsa kendini küçümseyecek bir gerekçe buluyordu. İyi bir not mu aldı, bildiği sorular denk geldiği içindi. Bir arkadaşı onu övdü mü, ona acıdığındandı. "Yaptım, başardım." demeye ödü patlıyordu. Gurura kapıldığını düşünerek karalar bağlıyordu. Öte yandan benliğinin narsistleşmemesi için geliştirdiği hakir görme yöntemi de başka bir marazı üretiyor, kendini aşağılayarak varoluşunu incitiyordu.
Kendini hakir görerek mütevazı olma projesi öylesine kasvetli idi ki kimi zaman onu silkeleyip "Kendini bu kadar hakir görmeye hakkın yok, kendine zulmetmemelisin, bu adaletsizlik, yeter!" demek istiyordum. Zihnimi işgal etmiş üzüm çubuğu imgesini bir kenara koyarak başka bir yöntem denemiştim.
"Birisi senin için son derece güzel bir elbise dikip onu sana hediye etse; elbiseyi giyince gerçekten çok hoş ve güzel görünsen ve görenler de 'Aaa, çok güzel olmuşsun!' dese ne hissedersin?"
"Çok utanırım bana böyle söylenmesine. Sanırım 'Yok canım, nereden çıkardınız güzel göründüğümü.' derim."
"Yani mütevazı olmaya çalışırsın."
"Evet, bunun çok sık başvurduğum bir yöntem olduğunu anlattım sana. Kendimi hakir görürüm."
"Emin misin? Hakir gördüğün gerçekten sen mi olursun?"
"Ben olurum tabii ki, başka kim olacak ki!"
Sorunu buydu. Hakir gördüğünün kendisi olduğunu sanıyordu çünkü kendini güzelleştiren şeyin elbise olduğunu unutup güzelliği sahiplenerek bizzat güzel olduğu vehmine kapılıyor, içinde uyanan gurur ve kibirden uzak durmak için de kendini hakir görmeye sığınıyordu.
"Yok canım, nereden çıkardınız güzel göründüğümü, dediğinde elbiseyi senin için diken ne hisseder sence?"
"Bilmem, üzülür ve incinir sanırım."
İşte sahici olmayan tevazuun sorunlu yönü tam da burada belirir. Bize verilenlere tevazu ile karşılık vereyim derken verilenleri inkâra varırız bilmeden.
"Evet, çok haklısınız, çok güzelim, mi demeliyim peki? Bunu söyleyemem. Çok mahcup olurum, suçluluk hissederim böyle söylersem."
"Güzel bir elbise ile biz güzelleşir miyiz yoksa güzel mi görünürüz?"
"Hımm, anladım sanırım ne demeye çalıştığını; 'Evet, güzel görünüyorum fakat bu güzellik bana değil elbiseye daha doğrusu elbiseyi benim için dikene aittir.' demeye getiriyorsun lafı. Ben de gösterdiğim başarıları hakir gördüğümde onların bana verildiği gerçeğini ihmal edip onları bana veren Yaratıcı'nın vericiliğini de inkâr etmiş gibi oluyorum."
Seansın bitimine yakın "Harika bir iş çıkardın." demişti. Ondan ilk kez seanslara ilişkin olumlu ya da olumsuz bir yorum duyduğumdan şaşırmıştım. Beni mi sınıyordu?
"Evet, harika bir iş çıkardım, diye düşünsem bu narsistik bir tutum olur. Yok canım, ben ne yaptım ki, desem bu da O'nun nimetini inkâr olur, doğrusu; evet güzel bir seans oldu ve bu O'nun ikramı, demek sanırım."
Muzipçe gülümseyince, "Sınavı geçtim mi?" diye sormuştum. "Bu bir sınav değildi, minnacık bir testti sadece." demiş ve ilave etmişti: "Evet, bu güzel bir seans oldu ve O'nun ikramıydı, diye düşünebilmek de, O'nun başka bir ikramı olsa gerek, diye de düşünmelisin ayrıca". Haklıydı.
Zaman