İslam tarihinde asr-ı saadet sonrası ortaya çıkan içtihadî ihtilaflar, kısa zamanda yerini siyasi ayrılıklara bırakmıştı.
Süreç fikri ve itikadi boyutlara doğru tırmanmış ve önü alınamaz derin yaralara dönüşmüştü.
Özellikle Abbasi döneminde felsefeye duyulan ilgi ihtilafları körüklemiş, halife Me’mun’un felsefeye “hususi yakınlığı” ve aykırı görüşlere karşı “müstebit” duruşu, ihtilaflara zemin hazırlamıştı.
Bediüzzaman bir mektubunda (Şualar) bu manayı teyid eden şu ifadeleri kullanır: ”Abbasilerin zamanında o tarihte Mutezile Rafızi, Ceberi ve perde altında zındıklar mülhidler İslamiyeti zedeleyen çok fırak-ı dalle meydana getirmişlerdi.”
Şu cümle de Bediüzzaman’a aittir: “Şeriat ve itikad noktasında ehemmiyetli sarsıntılar olması hengâmında Buhari, Müslim, İmam-ı Azam, İmam-ı Şafii, İmam-ı Malik, İmam-ı Ahmet İbni Hanbel ve İmam-ı Gazali, Gavs-ı Azam ve Cüneyd-i Bağdadî gibi pekçok eazım-ı islamiye imdada yetişip o fitne-i diniyeyi mağlup ettiler. O tarihten üçyüz sene sonraya kadar o galebe devam ile beraber, perde altında yine o ehl-i dalalet fırkaları siyaset yoluyla Hulâgu-Cengiz fitnesini İslamların başına getirdiler.”
Kısmen siyasi çoğu dâhili ve konjonktürel olan bu fırkaların en çok iz bırakanı hiç şüphesiz “Mutezile” idi.
Mutezile ekolü, İslam düşünce tarihinde “akla yaptığı aşırı vurgu” ile ön plana çıkmıştı. Mutezile’nin öncüleri Vasıl b. Ata (Öl. H. 131), Nazzam (Öl. H. 231) ve Cubbaî (Öl. H.303) gibi âlimlerdi.
Ekolün ortaya çıkışını anlama bakımından şu tarihi anekdot önemlidir:
Tabiinin en büyüklerinden, zahir ve batın ilimlerini şahsında toplayan Peygamberimiz (asv)’ın süt evladı Hasan-ı Basri Hazretlerinin( h.21-110) meclisine bir zat gelir ve Haricileri kasdederek, “Zamanımızda bir cemaat ortaya çıktı ki, onlar günah-ı kebairi işleyenlere kâfir hükmü veriyorlar. Bu hususta kanaatiniz nedir?” diye sorar.
Hasan-ı Basri Hazretleri soruya cevap vermeye başlamadan, Vasıl Bin Ata ortaya atılarak, “Bana göre günah-ı kebair-i işleyen ne mü’mindir, ne de kâfirdir. Çünkü mü’min olsa günah-ı kebair-i işlemez. İman hakikatlerine inanan kimseye de kâfir denilmez” şeklinde cevap verdi.
Bunun üzerine Hasan-ı Basri Hazretleri , “Bu bizim itikadımızdan i’tizal eti (ayrıldı)” dedi.
Bu olaydan sonra Vasıl Bin Ata’nın fikrinde olanlara “i’tizal edenler” manasında “Mutezile” denildi.
Bu tarihi vakıa’da Vasıl Bin Ata’nın “bana göre” ifadesini kullanması farklı bir tutumdu. Ata, “Şer’i akıl (nakil-nas)” yerine “ferdi aklı” öncelemişti.
Tarihsel bir kırılmayı resmeden bu vakıa elbette o anda meydana gelmiş ve bitmiş bir vakıa değildi. Bu hadisenin zaman süreci içinde bir olgunlaşma süreci yaşadığı ve o anda patlak verdiği bilinmelidir.
Mutezile’yi ehl-i sünnet itikadından ayıran dört farklı yaklaşımı mevcuttur:
1-Cenab-ı hakkın sıfatlarını kabul etmemek (Tevhid sıfatı dışında).
2-“Kul, fiilinin Hâlıkıdır (yaratıcısıdır) diyerek şer, zulüm ve sair isyanları Allah’ın yaratmadığını ifade ile kaderi inkâr.
3-Küfür ile imanın ortasında üçüncü bir mertebeyi kabul etmek.
4-Cemel ve Sıffin muharebelerinde herhangi bir tarafın fasık olduğuna inanmak.
Haftaya devam edelim.