Değerli dostlar hafta sonu Ankara’daydık. Risale-i Nur İçin 15 Vazife Arama Konferansı umduğumun ötesinde fevkalade bereketli geçti.
Risale Akademi uzun ve istikrarlı bir yol haritası için elini taşın altına koydu. Samimi niyetler var olmaya devam ettikçe rahmet-i ilahiye tevfikini ihsan edecektir. Ben Ankara Öğretmenevi’ndeki zemini “bu tevfik”in keşif kolu hükmünde gördüm.
Risale-i Nur, damen-i kıyamete kadar layık olduğu mevki-i muallâyı ihraz edecektir. Cenab-ı Hak liyakatli ellerle bu nurlara ait 15 vazifeyi itmam ettirecektir.
İnanıyor ve iman ediyorum ki bu berrak ve tasannusuz havuz dolmaya başladıkça, atılan her yanlış adım doğru mecrasına kayacaktır.
Ümidimi, heyecanımı ve mülahazalarımı bilahare detaylı olarak paylaşacağım. Çünkü geçen hafta başladığım konuya devam etmek zorundayım.
İslam düşünce sistematiğinde tarihi bir kırılmayı ifade eden “Mutezile”nin ortaya çıkışı, “Allah’ın zatının her türlü tecsim ve teşbihten uzak tutulması” endişesinden kaynaklanır.
Mutezile’nin ikinci önemli endişesi ise şu idi: “Allah’ın tevhid sıfatından başka sıfatları kabul edilirse, Allah ile birlikte başka unsurlara ezelilik niteliği verilmiş olur”
Mutezilenin ferdi hürriyet, adalet, emir, nehiy, hüsn (iyi), kubh ( kötü) vb. noktalarda diğer mezheplerden çok farklı yaklaşımları vardır.
Mesela onlara göre, bir şey “tanımı gereği iyi” olduğu için emredilmiş yine bir şey tanımı ve yapısı gereği “kötü” olduğu için yasaklanmıştır.
Bediüzzaman Risale-i Nur’da bu manadaki yaklaşımların yanlışlığını müteaddit defalar dile getirir.
On Üçüncü. Lem’a Hikmetü’l İstiaze risalesi ile Yirmi Altıncı Söz Kader Risalesi, mutezilenin bu yanlışlıklarına çözümler getirmektedir.
Mesela Bediüzzaman On Üçüncü Lem’a’da şunu söyler:”Mutezile mezhebi ve bir kısım Hariciye mezhebi ‘günah-ı kebair-i irtikab eden kâfir olur veya iman ve küfür ortasında kalır’ hükmünde hata ediyorlar.”
Mutezilenin kalkış noktası “iyi niyet” olmakla beraber getirileri, onları çok farklı noktalara savurmuştur.
Mutezilenin ön plana çıkan en önemli özelliği “aklı”, düşünce sistematiğinde “hâkim” konumda tutmasıdır.
Mutezile’ye göre “akıl nasstan (nakil) üstündür. Çünkü akıl bir önce doğru kabul ettiği şeyi bir sonraki aşamada yanlışlamaz. Ama nakil bir önce emrettiği şeyi, bir sonraki aşamada ortadan kaldırabilir (nesh)”
Ehl-i Sünnet geleneği (kelam) nassları açıklamada akla önemli bir rol yüklemekle beraber, kalkış noktasında nassı “belirleyici” bir ilke olarak kabul eder.
Bu ayrışmaya Bediüzzaman Hazretleri (Muhakemat) şöyle bir yorum getirir: “Akıl ve nakil taarruz ettikleri vakitte, akıl asıl itibar ve nakil te’vil olunur. Fakat o akıl, akıl olsa gerektir”
Said Nursi, “o akıl, akıl olsa gerektir” derken “ilahi ve semavi olanla yoğrulmuş yetkin ve müstaid bir aklı” kasdediyor olmalı.
Bu akıl, Ayetü’l Kübra’nın ifadesi ile “müstakim ve münevver bir akıl” dır ve ancak böyle bir akıl “te’vil” yapabilir.
Eğer şer’i akıl devrede olmazsa sebeplerin tesirinde olan ve mahiyeti (tabiatı) gereği dünyaya ve olaylara şüphe ile yaklaşan akıl, “imanî ve itikadî olana” kendi rengini verir.
Bu tutum, Yirmi Dördüncü Söz’ün İkinci Dal’ında anlatılan “Zühre, katre ve reşha” misallerindeki “Zühre”ye tekabül eder.
Zühre çiçeği, “ziyay-ı şemsten (güneş/kur’an ışığından) inhilâl etmiş (ayrılmış) bir renk alarak, kendi kendine oluşturduğu bu renge güneşten de parçalar (timsal) katarak süslü bir şekil” oluşturur.
Said Nursi, İşaratü’l-İ’caz’da Mutezile ile ilgili bu manayı nazara vererek onların “daire-i esbabda iken tabiatıyla (kişilik, karakter, mahiyet), vehmiyle (şüphe), hayaliyle daire-i itikada baktığını ve tesiri esbaba verdiğini” söyler.
Bütün bunlara rağmen şunu teslim etmek gerekir ki Mutezile, dini nasları dışlayan ve onların karşısında duran bir ekol değildir.
Evet, Mutezile aklı öncelemiştir fakat buradaki akılcılık, hem Antik Yunan’daki “din ile bağını koparan felsefî akıl”dan hem de “Batı Rasyonalizmi”nden çok uzaktır.
Mutezilede ayrıca çoğu Meşaiyyun ve hükemada görüldüğü gibi, “İslam hakikatlerinin felsefeden üstün olduğu”nu gösterme endişesi de yoktu. Fakat akla yapılan aşırı vurgu birçok itikadi savrulmayı beraberinde getirmiş ve Mutezileyi felsefe ile “metod” anlamında buluşturmuştur.
Bu durumun en önemli sonucu ise Yunan felsefesinin İslam dünyasına girişi olmuştur.