Geçenlerde bir Risale-i Nur dersinde, kitap okuyan kardeşimizi hızlı okumasından dolayı ikaz ettim. Her metnin bir okuma şekli ve hızı yok mudur? Yıllardır bu okuma işinin içindeyiz, şahsen biz de bunun mükemmel uygulayıcısı olduğumuzu söyleyemeyiz. Bazen okurken uzatma kısaltmalarda, inceltme ve vurgularda yanlışlarımız olmuyor değil. Dinleyiciler açısından, sevimsiz durumlar bunlar. Sungur abinin birkaç defa beni okurken ikaz ettiğini unutamam.
"Gazete gibi okumak" işini bir türlü aklım almıyor. "Bu derste, bu bahsi bitirelim abi." diyor. Peki, sonra ne olacak? Mesele sayfa arşınlayıp satır saymak mıdır? Yoksa akıl midesini doyurup mânânın kalbe kut ve kuvvet olması mıdır?
"İlim ile gelen mesâil-i îmâniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecâta göre ruh, kalp, sır, nefis ve hâkezâ... letâif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa, noksandır." Bu kısmın tevili olmaz. Her şey açıkça ifade edilmiş. Anlamadan okumak, eksiktir. Çok faydalı olmaz. Okuduğunu veya okunanı yani dinlediğini, bir parça anlamalısın. Anlamalısın ki diğer duyguların da hissesini alsın. "Ben bugün şunu tâlim ettim, âlemime yerleştirdim, kanaat getirdim, yakînim ziyadeleşti, arttı." diyebilmeliyiz.
Âcizane kanaatime göre, her ders ve sohbet ortamı çok mükemmel olmazsa da bir tâlim ortamı da olmalı bir yönüyle değil mi? Bu durum, hususî okumalarda daha da önem kazanıyor. Âcizane elimde kalem olmadan okuyamıyorum. Ya altına cizeceğim ya da not alacağım. Bu yazılar da alınan bu notların yeniden tanziminden ortaya çıkıyor çoğu zaman. İşte bu yazı da mehri verilmiş okumalarımızdan Kader Risalesinin Hatimesinde geçen "mutlak gafletten kurtulmak" kısmının tefekküründen doğdu.
Az bir tefekkür ve dikkatli okumak, insanı geriyor. Emmare nefsi epeyce bir sarsıyor, tokatlıyor, kendine getiriyor. İnsan en azından bir müddetliğine uyanık bir dimağa, seçici biz selektöre, âlemi, ok atmaya hazır bir yay kıvamına kavuşuyor. Biraz hafifliyor insan. Bir müddet sonra, bu uyanıklığı yavaş yavaş gevşekliğe dönüveriyor. İşte tekrar tekrar okumak da burada imdada yetişiyor zaten. Niye, dön dön oku deniliyor? İşte bunun için.
Şahsen kendimi tutmazsam, her an uyanık bir keyfiyette "an"larımın akışını kontrol edemezsem, yani gidişatın seline kapılıversem, Mutaffifîn Suresinin 14. Âyetinin bildirdiği hâl bende görünüyor. Kalbimin kısmen karardığını görüyorum, hissediyorum. Şuur kapanıklığı yaşıyorum. Göz bulanıklaşıyor, ruh cevvaliyetini kısmen kaybediyor.
Geçen bir yerde okudum. İki hâl ehli yoğun okuma ve meşguliyet arasında dinlenirken, birbirlerine hikmetli beyitler okurlarmış. Birinin okuduğu beytin son harfi, diğer kişinin okuyacağı beytin ilk harfi olması gerekiyor. Zor ve yüksek bir keyfiyet gerektiren bir iş. Yani bir işin yorgunluğunu, diğer bir işle bitirmeye çalışmak. Zor görünüyor değil mi? Değil aslında. Denenince, güzelliklerini görüyor insan ve bırakamıyor. Belki de her şey irade terbiyesinde saklı. Bir ömrün var arkadaş. Ne kaldı bunun burasında?
Bazen aklıma gelince, heyecanlanıyorum. "Her gelecek yakındır." Sonra gelsin bekâ âlemi. Fakat kapatılmayacak pişmanlıklar içinde mi olacağız, şimdiden düşünmek gerekiyor. Behlül-ü Dâna Harun Reşid'e "Yerin altında neler var?" diye soruvermiş. "Ölülerden başka ne olacak?" cevabını alınca da "Hayır, yerin altı pişmanlıklarla dolu." demiş.
Derece derece pişmanlıklarımız olacak. Az okuyan, az okuduğundan, çok okuyan da daha çok okumadığından pişman olacak. Çünkü ebedî, kapanmayacak bir kaybın var. Çünkü oradaki tefekkür ve ibadetin bir mecburiyetten değil. Bir lezzetten gelip lezzete gidecek. Yani senin ebedî âlemde yapacaklarının hiçbiri, senin dereceni yükseltmiyor. Onlar kazanılmış cinsinden değil, isteğe bağlı ikram cinsinden olacak.
Bütün bu mânaların anlaşılması, pişmanlıkların ahirete kalmaması, herhalde üstadın ifadesi ile "mutlak gafletten kurtulmaya" bağlı. Cümlenin devamındaki "huzur-u dâimiye girmektir" ifadesi, gafletten kurtulmanın izahını" bir ilerisindeki "Her şeyde Cenab-ı Hakk'a bir yol bulmaktır." cümlesi de gafletten kurtulmanın neticesini formüle ediyor.
Şimdi bir şehirde Mimar Sinan'ın bir iki eseri olsaydı, her an onların farkına varır ve onları nazara verirdik. Bu eserler biraz artsa, onları artık sıradan görmeye başlarız. Şehirdeki bütün eserler Sinan'ın olsa, artık dikkatimizi hiç çekmez, onlara alışır ve bizim için sıradan oluverirler. İşte kâinat bir sanat galerisi. Bütün eserler, Cenab-ı Hakk'ın antika sanatları. Bunlara alıştığımız için, bize basit ve sıradan geliyorlar. Artık ne otun ete, kana, yüne; toprağın oduna, yaprağa, çiçeğe, neticede meyveye; bir parça suyun ete, kemiğe, göze, buruna,dişe ve kulağa dönüvermesi ve canlanması ne de bu et ve kemiğin konuşması, yürümesi gibi mucizeler dikkatimizi çekiyor. Çünkü bu mucizevî eserler bizi kuşattığı için, artık bizim için sıradanlaşmış. Şiddet-i zuhurundan gizlenmiş. Hemen fark edilmez durumda. İşte gaflet de burada başlıyor zaten. Sanatın sanat yönünü görememek, bunun farkında olamamak hâli. Neticede de kolay kolay sanatkâra ulaşamıyorsunuz. Ulaşamayınca, sanatkârdan uzakta, yani gaflette kalıyoruzsunuz. Gaflet ise, insanı vurdumduymaz, ilgisiz kılıyor. Neye ilgisiz kalıyorsun? Başta insan oluşuna. Zeminin göz bebeği kılınışına. Etrafındaki yüksek keyfiyete. Gündüz yeryüzüne, gece gökyüzüne. Dilimize gelen binlerce tada, kulağımıza ulaşan bir o kadar sese, gözüne ilişen renge. İlgisizlik arttıkça da gaflet derinleşiyor, huzurda bulunmak insanı rahatsız ediyor.
Halbuki gafletten kurtulmayı, Allah'ın huzurunda bulunmak keyfiyetini kazanarak elde edebiliyoruz. Âmeli çöp olmaktan kurtarıp âmel eden, yapıp ettiklerinin katsayısını ve Cenab-ı Allah nazarındaki değerini yükselten İhlas da buna bağlı değil mi? İhlasın başı "Tefekkür-ü imaniden gelen lemaat ile bir nevi huzur kazanıp Halık-ı Rahimin hazır, nazır olduğunu düşünmek" değil miydi? İşin başı da sonu da tefekküre bakıyor arkadaş. Huzurda başkasının teveccühüne değil, huzurunda olduğunun teveccühüne yönelmek, bu huzurda edebini takınmak, şevkini diri heyecanını taze tutmak, kendini hesabın dışında görmemek de tefekküre bağlı.
Evet dostlar, gafletten kurtulmak dedik, bir türlü cıkamadık, yazı uzadı. Derdimiz çok zahir. Fakat dert bilinince, derman yakın olurmuş. İlla tefekkür, illa tefekkür.
Selam ve dua ile.