Çok kıymetli varlık olan insan, kâinat bahçesinin nazlı bir gülü, varlıkların incisi, yaratılanların en şereflisi ve kâinatın hülâsasıdır. İnsanı büyütsen kâinat olur, kâinatı küçültsen insan olur. “İnsan küçük bir âlem olduğu gibi, âlem dahi büyük bir insandır” diyen Üstad Bediüzzaman ne güzel söylemiş. Burada şu hususu önemle vurgulamak gerekirse, acaba anne, baba ve öğretmenler küçük bir âlemi eğitmekle yükümlü olduğunun farkındalar mı?
Aynı zamanda en mükemmel canlı varlık olan insan, konuşan, akıl ve mantığını kullanan, bununla birlikte aciz ve fakir, onlarca his ve duyguya sahip. Bütün bu donanımlara rağmen insanın zalim ve cahil olma gibi bir özelliği de var.
Bu meziyetlerle sahip insan, öğrenerek gelişecek, hayatı, yaşamayı, sevmeyi ve sevilmeyi öğrenecek ve öğretecek. Mutluluğu yaşayacak ve yaşatacak.
Tek bir hücreden, 60 trilyon hücreye ulaşan harika bir sanat eseri insan. Bu mucizeyi inşa eden kuvvet ve kudrete hayranlık duymamak mümkün mü? Başlangıçta bir hücreden ibaret küçük varlık, sonunda anne kucağında sevimli bir bebek olup çıkmakta.
İnsansız, ne kâinatın, ne güneşin, ne de ayın anlamı var. Dünyayı bir an onsuz düşünelim; Bu kâinat üzerindeki güzellikleri kim görecek, ondaki satırları kim okuyacak, ahengi ve ihtişamı kim çözecek. Yaratıcının sunduğu nimetleri kim tadacak, tanıttıranı bilecek.
İnsanlar ile hayvanlar dünyaya gelişlerinden itibaren annesini kendi becerisiyle emmeye, ayakta durmaya hazır halde dünyaya gönderilirler. Ördek yavrusu yumurtadan çıkar çıkmaz suya doğru koşmaya, kuzular ise daha ilk günlerden annesinin ardından yürümeye ve onun sütünden emmeye başlar. Sanki dünyaya gelmeden önce, hayatını idame ettirmek için gerekli davranışları, dünya ötesi bir okulda eğitim almış ve öğrenmiş olarak gelirler.
Örneğin bir karınca kendi ağırlığının beş on katı ağırlığı taşırken, insanoğlu ancak ağırlığının beşte biri kadar yükü taşıyabilmekte.
İnsanoğlu ise, kendi fıtratında olan yaratılıştan gelen hasletleri geliştirerek, güzel dünyayı kendine cennet yapma becerisi kazanır. Hayat mücadele, sabır ve tahammül ile kazanılabilen uzun bir yoldur. Uzun soluklu ve dayanıklı olanlar, hayatı, yaşanan tecrübelerle olgunlaştırabilenler, bu mücadeleden başarı ile çıkarlar.
Her hadise, kaderin ördüğü program gereği insanoğluna ders vermektedir. Kader aynı zamanda ölçü ve miktar demek olduğuna göre, bütün hayvanlar ve bitkiler kendilerine biçilmiş ölçü ve miktar gereğince, kaderlerinde yazılan rolleri oynuyorlar.
Ancak insanoğlu kendisine verilen akıl ve cüz-i irade ile yaptıklarından sorumlu tutulmaktadır. Hayat denilen bu gerçek oyunda, hata yapıp kabahati kadere yükleme yanlışlığına düşmemeli. Hayat, herkesin kendi hayatıdır, sorumlulukta kendine aittir.
Hayat, geçen zamanın adıdır. Bir tiyatro oyunu veya herhangi bir film çalışmasında bir veya birkaç kez prova yaparak arzu ettiğimiz mükemmelliği yakalayabilirsiniz. Ancak, içinde yaşadığımız bu hayatın provası yoktur, böyle bir şansımız da bulunmuyor. Biz hayat dediğimiz oyunun kendisini oynuyoruz. Keşke prova etme şansımız olsaydı.
İşte insan, mutlu olmayı fazlasıyla hak ediyor. Onun için hayat, sadece maddi değil, manevi değerler üzerine de kurulmuştur. Bu değerlere bağlı olan, insan denen varlığın birlikte yaşama, sevme, sevilme ve mutlu olma en tabi hakkıdır. Bu mutluluğu altın tepsi içinde birilerinin bize hediye etmesini bekleme yerine, onu hak etmek için emek harcamak ve fedakârlık yapmak gerekmektedir. Çünkü sevgi ve mutluluk emek ister.