Gülay Atasoy'un yazısı:
Kadın eşine, "Hayatım koltuklarımızı değiştireceğin günü bekliyorum." dedi. Erkek, "Ben de senin iktisatlı bir kadın olmanı bekliyorum." cevabını verirken; çocuk atıldı
"Baba ben de cep telefonumu almanı bekliyorum."
Evet, asrımızın hastalığı beklentiler ve beklentileri beklemekle geçen ömürler... Kadın kocasından rahat bir hayat yaşatmasını bekliyor. Güzel bir ev, eşya, hatta araba almasını bekliyor. Kısacası filmlerdeki gibi bir hayat bekliyor.
Erkekse, eşinden beklentilerine cevap veremediğinden dolayı anlayış ve hoşgörü bekliyor. Evin huzurunu, dirlik ve düzenini sağlamasını bekliyor.
Çocuklar, babalarından özel okula gitmeyi, markalı giyinmeyi, her çıkan cep telefonundan alınmasını kendine ait bilgisayarının olmasını bekliyor...
Evin kedisi bile reklamlardaki mamadan yemeyi, aşılarının yapılmasını, hastalandığında veterinere götürülmesini bekliyor. Hayat, beklentileri beklemekle geçiyor. Tabii ki, her beklentinin gerçekleşmemesi de insanları mutsuz ediyor. Bu mutsuzluklarsa ailenin mutluluğuna tesir ediyor. Oysa mutlu olmak için bir şeyleri beklemeye gerek yok. Mutlu insan her yerde, her şartta ve her şeyle mutlu olur.
Nasıl ki, küçük bir havuzda yüzmesini bilmeyene, koskoca okyanus verseniz yine yüzemez.
Aynen öyle de küçük şeylerle mutlu olmayan bedbin insana bütün dünyayı da verseniz mutlu olmaz.
Çünkü mutluluk sabırla avlanır, sebatla büyütülür. Tahtını madde aleminden ziyade mana alemine kurar. Bir çiçeğin yapraklarında, bir böceğin kanatlarında, bir bebeğin gülücüklerinde onun parıltıları saklıdır.
Çiçeği sevmeyene has bahçe verseniz bir mana ifade etmez.
Kuşun uçuşundan mutlu olmayanı göklerde uçursanız uçmaz!
Mutluluk birilerinden bir şeyler bekleyerek elde edilmez. Daha doğrusu parayla satılmaz. İnsanın yüreğinde, gönlünde saklıdır.
Mutsuzun kalp sarayıysa virane, gönül bahçesi harabedir.
Böyle insanların yapması gerekenler, bu hanımın anlattığı olayda saklıdır:
"Oğlum üniversiteyi kazanamadı. O sıkıntıyla yürürken karşıma bir aile çıktı. Annenin elinde özürlü bir çocuk. Çocuğu bir türlü zaptedemiyor. O an donup kaldım. Ben neler düşünüyordum. O anne neler yaşıyordu. Ben de o annenin yerinde olabilirdim. Bana verilene şükredip mutlu olacağıma, verilmeyene üzülüyordum. O an Allah'a böyle bir evladım olmadığı için şükrettim."
Evet bu anne gibi bize verilmeyenlere feryat etmek yerine verilenlerle mutlu olmalıyız.
Bir elimiz yoksa iki eli olmayanlara bakmalıyız. Bir gözümüz yoksa iki gözü görmeyenlere dikkat etmeliyiz. Gözümüzü bizden yukarılara değil aşağılara çevirmeliyiz. Ancak o zaman beklentilerimize karşılık bulamadığımız zaman sıkıntımız azalır.
Tabii, bir şeyleri beklerken bizi bekleyen şeyleri de unutuyoruz.
Yakınlarda vefat eden Prof. İbrahim Canan'ın eşi Zarife Hanım, "Sabah güle oynaya gönderdik, gece onu beklerken ölüm haberini aldık." diyordu.
İsterseniz beklentilerimize kavuşamadığımız için duyduğumuz üzüntüleri bir kenara koyup biraz da bizi nelerin beklediğini düşünelim.
Zaman