"İçimden ona şöyle bağırmak geldi: 'Beni fark etsene! Ben de senin gibi uyanığım, ben de acı çekiyorum. Duy beni! Duy beni!'" Stefan Zweig, Kadın ve Doğa öyküsünden.
Herşeye karşı o kadar telaşlıyız ki, bütün o uğraşların içinde, Allah'ın rahmet/hikmet izlerine dikkat etmeden geçip gidiyoruz. Bu hastalık insanlardan nasıl giderilir bilmiyorum. Karamsar değilim ama endişeliyim. Merakları kalmamış. Varlığıyla değil, varlığını bilmenin ve ilgilenmenin gerekliliğiyle sorunları var. Hakkında konuşmak bile başlarını çevirmelerine, kaçmalarına, daralmalarına, 'yanlış yerde oldukları hissine' kapılmalarına sebep oluyor. Cevap arayan birisine cevapları sunabilmek, tartışabilmek, anlaşabilmek kolay. Fakat önemsemeyenlerle nasıl başedeceğiz? Küçük şeylere karşı yoğun bir ilgi, bir sarhoşluk, bir baştançıkma, en büyük hakikate karşı kopkoyu bir ilgisizliği netice veriyor.
Bu insanlara Allah lazım değil mi? Değil gibi. Öyle olduğunu düşünmeden düşünüyorlar. Düşünmemeleri içinden düşündükleri çıkıyor. Şer yokluksaldır. "Ekseriyet-i mutlaka ile dalâlet ve şer, menfidir ve tahriptir ve ademîdir ve bozmaktır. Ve ekseriyet-i mutlaka ile hidayet ve hayır, müsbettir ve vücudîdir ve imar ve tamirdir." İlgisizlikleri 'öyle düşündükleri düşüncesine' vücud veriyor. Bir emr-i itibari gibi.
Herşey o kadar çabuk olup bitiyor ve o kadar sebep sebep içinde ki, hepsinin ardında Müsebbibü'l-Esbab olanı aramak bir dikkat işi. Zaten dikkat önce 'zaman ayırma'dır. Dikkat edeceğin şeye zamanının birazını ayırmak zorundasın. Zaman ayırmadığın kişi anlar ki ona dikkat etmiyorsun. (Bu hep böyle değil midir?) Zamanı anlara bölebildiğin gibi ilgini/yönelişlerini de dikkatlere bölebilirsin. "Uyandım. Önce şuna dikkat ettim, sonra şuna dikkat ettim, sonra şuna..."
Eşler arasındaki ilişkiyi ele alalım. Bazen boşanmaya kadar giden 'ilgisizliği' nasıl farkediyorlar? Yalnızlık, eğer dikkatli bir yöneliş yoksa, beraberken de yaşanılan birşeydir. Bir insanın yalnız olması, cismen öyle olduğu anlamına gelmez her zaman. Kendisine dair 'dikkatli bir yönelişin olmadığını düşündüğü' anlamına gelir. Dikkatli bir yöneliş ve ancak bunun sonucu olabilecek bir 'anlaşılma ve önemsenme hissi' yoktur onun hayatında. Başını yastığa koyup ağlayan eş de, okul sıralarına "Çok yalnızım!" cümlesini karalayan genç de aslında bunun altını çizer: "Bana kimse dikkatle yönelmiyor." Bu dikkatin ölçüsü başka başka olabilir. Ancak şu kesindir: İkinci birşey arada olmayacak. Dikkatte asgarî bunu arıyoruz.
Eşini dinlerken televizyon izleyen, gazete okuyan, gözlerine dahi bakmayan insanların "Senin için çalışıyorum" demesinin neden bu eşlere inandırıcı gelmediğini buradan anlayabiliriz. Onlar, yaratılmış olmanın açlığı olarak, 'dikkatli bir yöneliş' bekliyorlar. Bir detay farkındalığı, belki saçlarındaki bir değişikliğin farkedilmesi, o gün alınan bir giysinin ayrımına varılması, neşelerinin veya hüzünlerinin yüzlerinden okunması, bu onlara hayatın bir köşesine atılmadıklarını/unutulmadıklarını ve hep dikkate değer bulunduklarını düşündürüyor.
İnsanın içine Allah'ın koyduğu bir açlık bu. Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın dahi Duha sûresinde "Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı da..." şeklinde teselli edilmesi manidar değil mi? Kur'an'da Allah'ın 'unutmaz' oluşu, yani dikkatten ıskalamaz oluşu sık aktarılan bir bilgidir. Bence bu da bir devadır kalbimize. Dikkat çekmek istiyoruz hepimiz. Kafasının bir kenarını kazıtıp diğer tarafını uzatan, bir yanını başka öteki yanını başka renge boyayan veya daha farklı biçimlerde dikkat çektikçe içten içe bir tatmin yaşayan açlarla dolu sokaklar. İnsanın inkârı hiçbir olguyu hayatından çıkarmaya yetmemiştir.
Ve yine alıntılamadan geçemeyeceğim bir ayet bu konuya dokunan: "Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir. Allah, sizin konuşmanızı işitir. Çünkü Allah işitendir, bilendir." Kocası hakkında şikayette bulunan bir kadının zikri geçen ayette 'işitilmenin' hususiyetle ve hikmetle zikri, kadınların işitilmeye/dikkate hassasiyetleri de düşünülünce, daha bir manidar değil mi?
Aslında hepimiz bir Ehadiyet açlığı yaşıyoruz. Bir Allah'ın, tüm isimleri ve sıfatlarıyla, birebir muhatap olunabilecek bir dikkatle (kelimelerin kifayet etmediği bir alanda tereddütle bunları kullanıyorum) bizimle muhatap olduğunu bilmek zorundayız. Buna açız. "Bunun en mühim ciheti, en güzel gayesi, en tatlı meyvesi şudur ki: Dua eden adam anlar ki, Birisi var, onun hâtırât-ı kalbini işitir, herşeye eli yetişir, herbir arzusunu yerine getirebilir, aczine merhamet eder, fakrına medet eder..." derken Bediüzzaman'ın da altını çizdiği şey bu bence.
Birisinin bize dikkat ettiğini, bizi dinlediğini, kalbimizin sızılarını işittiğini ve değer verdiğini bilmeye ihtiyacımız var. Fakat bu ihtiyacı nasıl tekrar hatırlayacağız? Dikkat çekici felaketlerin gelmesini mi bekleyeceğiz? Ki aile meselelerinde de süreç böyledir. Israrlı dikkatsizliklerin sonucu, ailenin yıkılmasıdır. Varlık dikkat üzere kurulmuş gibi. Bir ism-i Kayyum sırrı sanki bu. İnsan-insan ilişkilerini de dikkat ayakta tutuyor. Varlık-varlık ilişkilerini de... Allah da kainattaki düzeni bize anlatırken 'zatına uyuklama arız olmadığını' vurgulamıyor mu Bakara sûresinde? "O'ndan başka ilah yoktur; O, hayydir, kayyumdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama..." Demek dikkat ettiğin kadar varolur âlem sana ve dikkat edildiğin kadar da mutlu olursun.