Lemaat ekseninde duygu çağrışımları (47)
Mutluluk, her insanın istediği bir haldir; ama ona ulaşmak için yapılması gerekenleri yerine getirenler ve hayatı buna göre düzene sokanlarsa çok az.
Oysaölçülü bir hayatın gerektirdiği ve ruha gıda olacak şeylerle beslenme sonucunda ortaya çıkanmutluluk, bir çareye başvurmadan ve özellikle manevî hayat dikkate alınmadan damdan düşer gibi kimseye gelmez ve gelemez. Bu açıdan bakma, aslında bir hayat yasasıdır. Dünyada bedelsiz bir şeye ulaşma lüksümüz var mı?
Doğrusu çevremizde “ruhum daralıyor, kalbim sıkılıyor ya da dünya benim sırtımdaymış gibi altında ezilip duruyorum” gibi şikâyetler pek eksik olmuyor. İşin garibi de bu hallerin dışarıdan bize dayatıldığını sanarak dış dünyayı ha bire şikâyet etmemiz.
Yok, cennet içimizdedir, cehennem de. Hayatı cennete ya da cehenneme çeviren biziz.
Bediüzzaman, Lemaat’ın sonlarında, bir gerçeğe parmak basarak, imanın kuvvetlilik derecesine göre, ruha kıvam verilerek bir rahatlamanın sağlandığını söyler. Hemen devamla bedenimizin ruhla ve ruhun vicdanla gerekli hazzı aldığını ifade ederek ruh, vicdan ve bedenin sıkı sıkıya birbirine bağlı olduğunu belirtir. O demek oluyor ki ruha ve vicdanımıza uygun ve iyi gelecek şeyleri yapamadığımız zaman arzu edilen hayatın yaşanması uzak bir ihtimal.
O halde ruhumuz, vicdanımız, kalbimiz bakım ister; hem de fıtratları doğrultusunda olmalıdır. Dünya nüfusunun yüzde kaçı bu manevî değerlere gereğince eğilebiliyor? Önce kendimizden sonra çevremizden hareket ederek bu nispetin çok az olduğunu tahmin edebiliyoruz. Manevî hayatın iyi olmadığı her an dikenler üzerindeyiz
Lemaat’ta, “Bir saadet-i acile, vicdanda münderiçtir. Bir firdevs-i manevî, kalbinde mündemiçtir” denmek suretiyle, biraz önce söylediğimiz mutluluğun içimizde olduğu yargısına dayanak oluyor. Vicdanda olan peşin mutluluk ve kalpte olan cennetimsi hal, onları ortadan kaldıracak tutum ve davranışlar sergilemediğimiz takdirde bir çekirdek halinde oradadırlar. Çekirdeği filizlendirecek bizim ona özenle uygulayacağımız manevî bakımdır. Manevî bakım, çiçek için su ve güneş neyse, bu cennet çekirdeği için de odur.
İman, bütün duyguların fıtratları doğrultusunda gelişmeleri için en uygun ve gerekli kazanımdır. İmansızlık, yani küfür duyguların öteye beriye savrulup körelmeleridir; bir şeylerin köleliğine talimdir. Sonsuzluğa meftun olan bu duygular, bu halde özgürlüğü asla tadamazlar. İmanın verdiği özgür havadan mahrum her duygu, derin bir bunalımı da barındırır.
Bu dünyaya adım atan herkesin asıl amacının olduğu, uğrunda çok şeylerin verildiği mutluluk ve işte “hayat varmış” diyerek dolu dolunefes alındığı bu doyumsuz hal nasıl elde edilir?
Birinci adım, Bediüzzaman’ın Lemaat’ta“düşünmekse deşmektir” dediği gibi düşünmektir. İkinci adımı yine onun deyişiyle “şuur ise şiar-ı râz” diye düşünmenin rehberliğinde bilinçliliktir.
Düşünmek, başka bir deyişle tefekkür, biri enfüsî/içsel ve diğeri afakî/dışsal olmak üzere iki şekilde yapılır. İnsanın iç dünyasında var olanların ve olup bitenlerin ancak enfüsî tefekkürle farkına varabiliriz. İçimiz muhteşem bir dünya… Ruhumuz, kalbimiz, aklımız, irademiz ve bin bir türlü duygularımızla yaratıcının bir mucizesiyiz. Ruhumuza ve diğer duygularımıza nelerin ve hangi hallerin iyi geldiğini tespit temek, bir araştırmanın, bir gayretin sonunda olduğu ise açıktır.
İç dünyamız yalnız bilgiyle sağlığına eremez. İslam’ın gelişme dönemlerinde tasavvufun devreye girmesi boşuna değildir. İçselleşmeyen bilginin duygularımızın açılıp serpilmesine yeterli olmamış ki, daha çok enfüsî düşünmeyi güncelleştiren tekke eğitimi, yani tasavvuf eğitimi devreye girmişti. Mutlu bir hayat, o denli bir ihtiyaç olduğu fark edilmiş ki afaki tarzın bir tezahürü olan medreselerde yetişenlerin büyük bölümü tekkelerin eğitiminden yararlanma yoluna gitmişti. Enfüsî eğitimin bütün türleri mutlu olmanın bir iksiri olmuştur. Kur’an da her iki düşünce tarzından bahsedip insanların düşünebilme kabiliyetlerini sürekli aktif tutmak isterken, manevî hayata daha bir özenle eğilmesi konumuz açısından dikkat çekicidir.
Batı bile çaresiz kalarak doğu mistisizmine tutunur hale gelmiştir. Oysa İslam duyguların eğitimine daha çok önem vermektedir. İşte ihlas, duyguların sırat-ı müstakiminden sonra gerçekleşen bir olgudur. Mesela, öfkesini yenemeyen gerçek kahraman olamaz;zihniningevezeliklerini susturmayan mutlu ve rahat olmanın bahtiyarlığına eremez.
İnsan, günlük çekişmelerden ne denli uzak durursa o denli rahata erme şansını yakalar. Olumlu eğitim fırsatını yakalamak zor olsa da olumsuzluklardan uzak durmak o denli zor değildir. Manevi hayatı engelleyen ve hatta orada yıkımlar yapan aşağı yukarı bellidir. İnsanın günlük deneyimlerinden bile bunlar tespit edilebilir. En basiti günlük siyasî çekişmeler duygularımızın şirazesinden çıkmasına fazlasıyla yeterlidir. Siyaset bir hastalıktır, ama onulmaz bir hastalıktır. Üstelik bulaşıcıdır. Diyeceğim ki bizim mutluluğumuz, siyaset ve güncel çekişmelerden uzak durmakla doğru orantılıdır. Bu böyle olduğu halde “benim diyenler” bile bu hastalığın pençesinden kurtulamamaktadır. Siyaset doludizgin insanımızı bir yerlere sürükleyedururken, buna karşılık duyguların üzerinde saatlerini harcayanlar,evet, üzülerek söylemek gerekir ki bu gibi konulara ilgi duyanlar son derece azdır. Şunu da dikte etmede yarar var: Siyasî konuların hiç biri iç dünyamıza merhem olamaz.
Bediüzzaman, aynı konunun devamında daha açıklayıcı bilgi verir ve der ki :“Şimdi ne kadar kalp ikaz edilirse, vicdan tahrik edilse, ruha ihsas verilse, lezzet ziyade olur. Hem de döner ateşi nur, şitası yaz.” Kalbin uyarılması, vicdanın hareketlenmesi ve ruhun duyarlılık kıvamına ermesi elbette mutlu olmak için yapılması gerekenlerin köşe başı konuların başında gelir. Bunlara önem vermekle bizim dünyadan ve hayattan haz alma düzeyimiz yükselir; günlük kısır çekişmelerle ve kahve köşelerindeki malayani sohbetlerle değil. Duygularımıza bakım uyguladığımızda her zaman “ateşimiz nur ve kışımız yaz” olur.
Böylece hayatımızın mutlu geçmesi için belli parametreleri tespit ettikten sonra yine Bediüzzaman’ın bu konuyla ilgili son cümlesini almakla yetinmiş olalım: “Vicdanda Firdevslerin kapıları açılır; dünya olur bir Cennet. İçinde ruhlarımız, eder pervazüperdaz/kanatlanarak uçar, olur şehbazüşehbaz/bir yiğitlik ve güzelliğe dönüşür, yelpeznamazüniyaz/namaz ve dua ise yelpaze.”
Öyledir elbette, duygularımıza bakım uyguladığımızda, her taraftan firdevs cennetlerinin kapıları açılır, dünyamız bir cennet olur, içinde ruhlarımız ise kanatlanıp uçar, namaz ve duamız ise ağır basan havasızlığa karşı sırf rahatımız için yelpaze pozisyonuna geçer.
İç dünyamızı, iç zenginliğimizi enfüsî tefekkürle yakından tanımak, büyük hakikatin de kapısını aralar. Oradan büyük hakikati görme imkânına kavuşuruz. Bizi yaratanı daha bir ayrıntılı tanırız.