58 yıl önce köhne bir otel odasında vefat etmiş. Geride bıraktığı dünyalık, bir sepet eski eşya! Dilenciye verecek olsan, haysiyetine dokunur; hakaret addeder!..
Bir de altı bin sahifelik bir eser külliyatı bırakmış geride: Risâle-i Nur!.. Sürgünlerde, Cumhuriyet zindanlarında binbir sıkıntı ve yokluk içinde kaleme alınmış eserler.
Kemalist ve ulusalcıların temsilciliğini yaptığı devlete göre, Kürt ve Kürtçü bir hain o! Dini istismar eden bir softa! Tehlikeli mi, tehlikeli bir düşman aynı zamanda!
Suçları sıralamakla bitmez ama affa hiçbir suretle kabiliyeti olmayan suçu, Kamal Atatürk’ün icraat ve düşüncelerinin muhalefetinde sergilediği büyük ve tereddüdsüz gayret. Baş belâsı Külliyatı, bu amansız muhalefetin neticesidir. Başka bir ifâde ile, Bediüzzaman ve Külliyatına hayat veren Kamal Atatürk’tür.
Onun devlet eliyle ve devlet imkânlarını kullanarak başladığı lâdinî hareketin önüne fırlayan tek cengaverdir Said Nursi! Devlet eliyle neşrine teşebbüs edilen küfr-ü mutlakın belini bugün dünyanın bir çok diline tercüme edilen ve müntesibleri dünya çapında yüz milyonları yakalayan Risâle-i Nur’la kırar. Risâle-i Nur, Kur’an’dan süzülen îmân hakikatleri...
Devletin otuz beş yıllık amansız takibi mazlumun vefatıyla da bitmez. Şerefsizliğin, alçaklığın emsâli olmayan bir örneğine imza atan devlet, bu mübarek insanın naaşını bir gece vakti mezarını kırarak gasbedip bir meçhule tevdi eder, elli sekiz yıllık bir mechûliyet!..
Naaşının başına gelecekleri gayb âşina bir göz ile görmüş veya keskin bir nazar ile tahmin etmiş olacak ki, talebelerine bir kaç has talebesinden başka mezarının yerinin bilinmemesi gerektiğini söyler. İkna için de Hz. Ali’nin meçhul kabrine atıfta bulunur, aralarındaki nisbete dikkat çeker. Bir de kabir ziyariti adabının bozulmuşluğunu hatırlatır.
Nurcuların kahir ekseriyeti “vâsiyet” dedikleri bu kayıdlarla müteselli. Muhtemelen Üstad’ın bu kayıdlardan muradı, naaşının uğrayacağı alçakça felâketin karşısında talebelerini teselli etmekdir. Bu yüz kızartıcı hırsızlığı Üstad’ın vasiyetinin neticesi telâkki eden Nurcular, bu mechûliyeti bir nevî keramet tescili görüp şükrediyorlar.
Oysa orta yerde dehşetli bir zulüm, bir ahlâksızlık ve haksızlık var! Devlet bu mechûliyetin üstündeki perdeyi kaldırmadığı müddetçe, Bediüzzaman ismi, devlet çevrelerinde hain ve düşman olarak kalmaya devam edecektir.
Bu sebeble diyorum ki, devlet, ya cürmüne sahib çıkmalı ya da tarziye vermelidir. Bediüzzaman’ın naaşının nerede olduğunu, arşivlerle ifşa etmekle kalmamalı, mezarı ve türbesini de inşa etmelidir. Bu, Bediüzzaman için devletin bir nevi özrü ve iade-i itibarı olur.
AK Parti, on beş yıllık iktidarında Nurcuların kahir ekseriyetinden hep destek gördü ve görüyor. Bu zulmü bitirmek onlara yakışır, çoktan bitirmiş olmaları gerekirdi. Dönüp, bunu Nurcular istemiyor, demesinler. Hakikat değil bu, birbirimizi kandırmayalım.
Devlet üstüne düşeni yapıp naaşı teslim etsin, Nurcular Üstad’larının mübarek naaşlarını bir başka mechûle defnedeceklerse, bu da onların meselesi olsun.
Bediüzzaman Hazretleri’ne bu vefat sene-i devriyesinde rahmet niyaz ediyorum. Milletim gibi, ümmet de onun Kur’an’dan taşıdığı aydınlığa muhtaç. İnşaallah bu ihtiyaç erken farkedilir.