“Ben”in gerçek “ben” olabilmesi için uyması gereken kriterler kadar “Biz”in gerçek “biz”, yani birlik ya da toplum olabilmesi için bireylerde aradığı şartlar da önemlidir.
Her kalabalığın istediğimiz “biz” bilincini yansıtabilme özelliğine sahip olması, özellikle doğru ile yanlış kriterlerinin birbirine karıştığı günümüzde düşünülemez elbette. Sürü psikolojisinin hâkim olduğu, yani hiçbir “ben”in, bireyin özgür olmadığı, tam aksine her bireyin köle olduğu bir kalabalığa “biz” bilincinin sinebildiğini söylemek çok zor. Çok zordur haksızlığa uğrasa da” ahı” bile çıkmayan ya da her kafadan ses çıkan bireylerin oluşturduğu birlikteliklerde “biz” bilincinin varlığından söz etmek.
“Biz/nahnu” bilinci, başta gerçek “ben”lerle, kişiliklerini tamamlamış bireylerle oluşan bir olgudur. “Biz” bilincinin, bizden istediği şeylerin başında, yaratılışımızın sırrının en güzel bir şekilde kendini gösterdiği adaletin büyük meyvesi olan özgürlüğümüzdür. Yalnız Yaratıcıya kul olan bir insan, başka köleliklere tenezzül etmez. Yalnız Tekten korkan, başka şeylerin korkusunu kalbinde barındırmaz. Kendi sınırlarını bilen, başkasının sınırına tecavüz etmez. Özgürlüğünü yaşayan, başkasının özgürlüğünü yaşamasına engel olmaz.
“Biz” bilinci de, özgürlüğün nimetlerinden doyasıya yararlanan ancak bir başkasının özgürlük sınırına taşmayan, kendisi için düşündüğünü başkası için de düşünebilen, kendi çıkarını başkasına iyilikte görebilen insanların bir arada gelmelerini ister. Kendinde olmayan, kendisiyle bütünleşmeyen, doğruyu savunamayan, birilerinin gücüne sığınmaktan haz alan bireyler, “biz” bilincinin oluşmasına en büyük engeldirler. Onların oluşturdukları “biz”, sürüden farksızdır. Bu sürünün hiçbir bireyinde irade yoktur, bu sürüde birey kendi gönlünce hiçbir şeyi tercih edemez, içinden geleni konuşamaz, düşünemez, hayal bile edemez, fikrini söyleyemez, bir buluşu olamaz, gelişemez, hakkıyla sevemez, dostluklar kuramaz. Ve böyle bir sürü toplumu açılıma, dal budak salıp büyümeye, medeniyete, teknolojiye ve evrensel değerlerin hepsine bütün kapılarını kapar.
Birbiriyle dalaşan ve özgürlüğü yalnız kendileri için kullanan bireylerin kuracağı birlik de en az bir önceki kadar iç karartıcı. Bu birliktelikte de keşmekeşlik, birbirini kandırma, kıskanma, tökezletme ve hatta boğazlama vardır. Öylesine ki, böylesi bir toplumda çokları birbirinin kuyusunu kazarken, başka güzel gelişmelere vakit bulamaz.
“Biz”i biz yapan, elbette bireylerdir, yani “ben”lerdir. Bireyler ne ise, oluşturacakları toplumlar da odur. Bir havuza akıtılan pis su hiçbir zaman tertemiz suya dönüşemez. “Ego” ağırlıklı bir insandan özgür insan çıkamaz. Toplum ya da herhangi bir birlik, havuz gibidir elbette. “Ego”ları, yani “enaniyet”leri şişmiş ve kalınlaşmış bireyler elbette özgür olamaz, “Kevser-i Kur’anîden süzülen” tatlı ve saf suda doyasıya yıkanamaz.
İnsan, yani birey olmadan toplum, “biz” bilinci gerçekleşmeyeceğine göre, bütün hesaplar bireyin üzerinden yapılmaktadır. İnsan ne zaman iyileşir, kendine gelir, kendini sever, hayatından haz alır ve her şeyden önce kendisiyle bütünleşirse, işte o zaman sağlıklı toplumdan, yani “biz” bilincinden söz edebiliriz. İşte o zaman ideal toplum diyebileceğimiz umut toplumu oluşabilir. Bu toplumda adalet, eşitlik ve özgürlük vardır. Bu toplumda herkes hakkına razıdır; hiç kimse bir başkasının özgürlük sınırına tecavüz etme yanılgısına düşmez. Bu toplumda bireylere hâkim olan “ben” değil, “biz” anlayışıdır; bireylerde ben-sen kavgası asla olmaz.
O halde “biz” bilinci insandan iki ana temel kural ister: Biri insanın kendini kabullenmesi, diğeri de kendisiyle bütünleşmesi.
Kendini kabul etmeyen bir başkasını kabul edemez; bir başkasını kabul edemeyen de istenilen toplumu oluşturamaz. Kendini kabul etme olgusu zaman içinde, yani anne-baba ile başlayıp ilerleyen hayat boyunca sürüp giden bir eğitimin, bir terbiyenin sonucu. İnsanın kendini kabul etmesi, elbette özen isteyen psikoloji destekli bir pedagojik terbiyenin sonucunda oluşur. Böylesi bir ortamda yetişen insanın, birey olarak önce beş özgürlüğü özümsemesi gerekir: (1)Sansürsüz algılama özgürlüğü. (2) Dilediği gibi düşünme özgürlüğü. (3) İçinden geldiği gibi hissetme özgürlüğü. (4) Seçme özgürlüğü. (5) Ve sınırsız hayal kurma özgürlüğü.
İnsanın bu özgürlükleri yaşayıp çevresinde olup bitenleri bu gözle değerlendirdiğinin göstergesi ise, bütün bu hakların başkalarınca da kullanılmasına razı, kullanılmasından dolayı mutlu olmasıdır. Bu özgürlükleri yaşayan insanların kuracağı toplumda “biz” bilincinden, yani “kevser-i Kur’anîden süzülen tatlı havuz”dan söz etmek mümkün.