Namazda okuduğumuz ettahiyyatünün sırrı ne?

Namazın miracımız olduğunu hissedebiliyor muyuz?

Bir insanı ameliyat ederken uyuşturmak gerekir. Rûhunu ameliyat ederken de tam ters yöntemi kullanmamız gerekir. Yâni ruhunu ayıltmamız gerekir. Cümlelerim insanlara bâzen çok ağır geliyor. Ama bu hakîkatler ağır geliyor diye Mecnun’un Leylâ’yı bıraktığını kim görmüş? Kabirde ağır gelse daha mı iyi olacak? Bir daha geri dönüş yok. Film şeridi gibi geçecek her şey. “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.” (Hadîs-i Şerif) Ah kardeşim.. Ah âbicim.. Gerçekten bir ameliyât-ı cerrâhiye hükmünde bu hadis. Geçenlerde karşıma bir âyet çıktı ve âyetteki cümle çok garibime gitti; “Allâh’ın nimetlerini sayacak olsanız, sayamazsınız.” (İbrâhîm, 34.) Bu âyete rastlayana kadar bu açıklama yerine “sonsuz” kelimesini kullanırdım. Allâh’ın ne kadar nimeti var? -Sonsuz.. Daha sonra bir matematikçi olarak baktım; Alman Matematikçi Georg Cantor sonsuz kavramının kıyaslanabileceğini söylüyor: Sonsuzluk kavramı ikiye ayrılır. Sayılabilen sonsuzlar ve sayılamayan sonsuzlar. Sayılabilen sonsuzlar pozitif sayma sayılarıyla birebir eşleşme yapar. Yâni; dükkanınızda her ürüne etiket vurursunuz (1, 2, 3 numara vs.), bu sonsuza kadar gidebilir. Bunun adı “sayılabilen sonsuz”. Bir de etiket vuramadıklarınız vardır. Yâni bu ürünlerde kıyaslama bile yapılamadığından dolayı bu kavramın adı “sayılamayan sonsuz”dur. Alman Matematikçi Georg Cantor’un tezine göre; sayılabilen sonsuzlar sayılamayan sonsuzların yanında hiç hükmündedir.

Âyete tekrar dönelim. Dikkat edin âyette sonsuz nimet diye bir şey yazmıyor. Allah size sayılamayacak nimetler veriyor diyor. Ben birine saatimi hediye etsem bana istediği kadar iltifat veya teşekkür edebilir fakat bunun bir sayısı yok. Sonsuz da değil.. Sayılamayan bir sonsuza karşı bir insan nasıl mukâbelede bulunur? Yâni Allah Teâlâ’ya istediğiniz kadar şükredebilirsiniz ama bu, sayılamayan nimetlere yeterli gelmez. Namazda “Teşehhüd” denilen bir oturuş yapıyoruz. O teşehhüd oturuşunda inanılmaz kelimeler kullanıyoruz. O Tahiyyat! Peki “tahiyyat” ne demek, biliyor musunuz? Bunu bilmememiz biraz garip değil mi? Peki niçin yaratıldık? Önce îman daha sonra namaz. Namazdan daha ehemmiyetli birşey var mı? Günde yirmi bir defa, elli yıllık mükellef hayâtı baz alırsak hayâtımızda toplam dört yüz bin defa teşehhüde oturuyoruz. Ve mükemmel bir dikkatle Ettahiyyâtü! Ves-salavâtü! diyoruz. Fakat ne mânâya geldiğini bilmiyoruz. İronik bir durum değil mi? Öğrenmek zorumuza mı gidiyor, neden öğrenmiyoruz? İnandığımız Allah için bunları bilmemek size de çok garip gelmiyor mu? Neden dünyâ işlerimizde böyle değiliz? Yeni sözlendiğiniz kişinin doğum târihini unutun bakalım o zaman nasıl olur aranız acaba? Tanıdıklarımın evlerine-ofislerine bakıyorum; dosyalarının sayısını, hattâ yerini bile biliyorlar.

Neden Tahiyyât’ı bilmiyoruz? Neden namazın mânâlarını bilmiyoruz? İki rekat namaz kılmak zorumuza mı gidiyor? Biz bu işi ezbere yapıyoruz, namaz bizde bir şeyler uyandırmıyor mu?! Bizde namaz vicdânı rahatlatan bir ritüel oluyor artık. “Geleyim, farz borcunu ödeyeyim sonra hemen gideyim.” Kulak müşteride, aklın yeni sözlünde. Yâni bu malı, mülkü, işi, eşi, dostu veren Allah değil mi? Tesbîhâtta dikkat etmişsinizdir insanlara. Sübhânallâh yerine “Süb,süb,süb,süb.” Elhamdülillâh yerine “Elelelelelele”, Allâhu Ekber yerine “Alalalala”. Ben o kadar hızlı silah kullanan görmedim. Peki ne dedin kardeşim? Garip değil mi acaba? Kiminle buluşmaya gidiyoruz namazda kardeşim? Bizi Yaratanla, Allah Teâlâ’yla buluşmaya gidiyoruz! Peki bu, laubâlilik olmuyor mu? İşin en kritik kısmıysa; çocuğuna bu Kur’ân hakîkatlerini öğretmeyen anneler ve babalar, bana sorarsanız artık korkmanız lazım. Çok ciddî bir vebâle gireceksiniz bu meseleleri sürekli ezberlettiğiniz için. Nasıl bir namaz? Ezbere. Nasıl bir din? Ezbere. Nasıl bir Allah? Yarattı…

Konuşmalarsa hep şu yönde geçiyor: Kardeşim namaz kılmıyorsun, Rabbbini tanımıyorsun nasıl olacak? -Hayırlısı be abi. -Kardeşim artık başlaman lazım. –İnşâallâh, şu düğünüm geçsin, nişanım geçsin, çocuğum büyüsün. Sıkıyorsa bölüm sınavlarımızda cevâba “Hayırlısı” yazalım. Yazabilir miyiz? İşyeri evraklarına “Hayırlısı” yazabilir miyiz? Peki Allâh’a neden böyle? Çünkü bize çok ucuz geliyor. Peki namazın bu kadar kıymetli muhteviyâtını içeren teşehhüd bahsi nedir? Bir kişi Bediüzzaman Said Nursî’ye soruyor; Birinci Sual: Teşehhüdün mübârek kelimâtı, Miraç gecesinde Cenâb-ı Hakk ile Resûlü’nün bir mükâlemeleri (konuşmaları) olduğu hâlde, namazda okunmasının hikmeti nedir? (Şualar, Sayfa 86.)Yâni oturduğumuz anda okuduğumuz şey Allah Teâlâ ile kâinattaki en kıymetli insan Efendimiz (sav) arasında Miraç’ta geçiyor.

Miraç gibi bir hâdisede Efendimiz (sav) Cenâb-ı Allâh’ın huzûruna çıkıyor ve Cenâb-ı Allah tecellî eliyle konuşuyor. Bu kadar önemli bir konuşmaya tanık oluyoruz. Peki böyle bir konuşmayı neden namazımıza alıyoruz? Elcevap: Her mü’minin namazı, onun bir nevi miracı hükmündedir. Namazın miracımız olduğunu hissedebiliyor muyuz? Bundan önce de daha acı bir soru var: Namaz kılıyor musun? Komik değil mi? Bir müslümana bu soruyu yöneltmek.. Acı bir soru. Namaz kılıyor musun? –Hayır. -Îmânın var mı? -Süper. Başını secdeye bile götüremeyen bir îman… Peh!! “Ve o huzûra lâyık olan kelimelerse Mirâc-ı Ekber-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmda söylenen sözlerdir. Onları zikretmekle o kudsî sohbet tahattur edilir.” (Şualar, Sayfa 86.) Yâni bu sözleri neden zikrediyoruz? Cenâb-ı Allah’la Efendimiz’in (sav) aklımıza gelmesi için. Peki akla gelmesi için ilk başlangıçtaki dizayn nasıl oluyor?

Önce İftitah Tekbiriyle “Allâhu Ekber!” diyorsun. “Hepsi senin yolunda olmadıktan sonra geçecek şeyler değil mi? Geçecek şeylere saadet demek mümkün mü Rabbim?”. İftitah tekbirinden sonra “Sübhâneke!” diyorsun. “Sen hiçbir kusura bulaşmış olamazsın, bütün kusurlar senden uzaktır!”. Ve Eûzu Besmele ile kılıçları çekip şeytâna karşı bir koruma alıyorsun. Ardından bir “Fâtihâ”, yâni Kur’ân’ın hülâsâsını alıyorsun. “İyyâke!” “Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dilerim.” diyorsun. İşyerinde Cenâb-ı Allâh’ın rızâsından önceye insanların rızâsını koyanlar! Dikkat edin, bu cümleler sizce samîmî söyleniyor mu? Ardından rükûya eğiliyor, “Sübhâne Rabbbiyel Azîm” ile tekrar tesbih ediyoruz Cenâb-ı Allâh’ı. Ardından “Semiallâhu limen hamideh”, yâni ” Sen bütün hamdedenleri işitensin” diyorsun. “Rabbbenâ ve lekel hamd” diyorsun, tekrar hamdediyorsun. Ardından secdeye kapanıyorsun. Senin en mahrem ânın alnının seccâdeye değdiği an. Ve ardından kalkıyorsun “Allâhu Ekber”. Ve teşehhüde oturuyorsun.

Bir insan ne için oturur? Konuşmak için. Peki o esnâda Rabbbinle ne konuştuğunun farkında mısın?Meselâ Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o gecede Cenâb-ı Hakk’a karşı selâm yerinde “Ettahiyyâtü lillah” demiş. Yâni, “Bütün zîhayatların hayatlarıyla gösterdikleri tesbihât-ı hayâtiye (canlı varlıkların duruşlarıyla Allâh’ı bütün kusurlardan noksan sayması) ve Sânilerine (Yaratıcılarına) takdîm ettikleri fıtrî hediyeler, ey Rabbbim, sana mahsustur. Ben dahi bütün onları tasavvurumla ve îmânımla sana takdîm ediyorum. (Şualar, Sayfa 86.) Yâni canlıların bütün tesbîhâtlarını hediye götürüyoruz. Cenâb-ı Allâh’a teşekküre gidiyorsunuz. Peki tek başına teşekkür yeter mi? Yetmez tabii ki. Bütün zîhayat canlıların, bal yapan arısından tut, meleklerine, cinlerine, ceylanına, tavşanına, hüceyrâtına kadar “Yâ Rabb! Senin için tesbih eden bütün bu varlıkların teşekkürüyle sana geliyorum!” Ettahiyyat ne demekmiş? Bütün canlıların teşekkürü ve hediyeleriyle senin makâmına geliyorum. Neden? Çünkü bir teşekkür kâfi gelmiyor. Kifâyetsiz kalıyor. Öyle de, tahiyyâtın hülâsâsı olan kelimesiyle bütün medâr-ı bereket ve tebrik ve bârekallâh dediren ve mübârek denilen ve hayâtın ve zîhayâtın hülâsâsı olan mahlûklar, husûsan tohumların ve çekirdeklerin, dânelerin, yumurtaların fıtrî mübârekiyetlerini ve bereketlerini ve ubûdiyetlerini temsil ederek, o geniş mânâ ile söylüyor. (Şualar, Sayfa 86.)

Neden söylüyor? Bârekallâh! mânâsına geliyor. Yâni çok şaşırdığınız şeyleri temsil etmesi için. Saatimden İzmir saat kulesi çıksa insan şaşırır değil mi? Yumurtadan tavuskuşu çıkıyor buna neden şaşırmıyoruz? Her şeyi geçtim, ben bir ateistin mandalinayı inkâr etmesine tahammül edemiyorum. Resmen Allah senin için dilimlemiş vermiş. Bu noktadaysa bize yalnızca “Bârekallâh!” demek düşer.Ateist bir bilim adamı her yağmur yağdığında kapalı bir alana kaçıyor. Sebebiyse, o sistemde yağmur oluşmasıyla, oluşması en son ihtimal olan şey su damlacığıdır. Yâni asit veya çamur yağmuru olma ihtimâli daha çoktur. En son düşme ihtimâli olan şey ilk sırada düşüyorsa bize yalnızca “Bârekallâh!” demek düşer. Bu nasıl muazzam bir sistemdir? Bunun, teşehhüd oturuşundaki karşılığıysa “El-mübârekât”. Ve mübârekâtın hülâsâsı olan “Es-salavât” kelimesiyle de “Yâ Rabb! Bugüne kadar edilmiş bütün duâlarla berâber sana geliyorum.” “Sen bizim Suriye’de, Filistin’de, Çeçenistan’da, nerede ezilen, mâsum kardeşlerimiz varsa hepsini koru!” duâları ediliyor değil mi? Ediliyor. Peki her gün insanlar çok güzel bir şekilde namazlardan sonra tesbîhât yapıyorlar mı? Yapıyorlar. “Bütün hepsinin ikrâmıyla sana geliyorum.” diyoruz. “Ya Rabb! Sen hayırlı îmân ver, sen hayırlı çevre ver”. Bütün bu kudsî duâlarla o dergâh-ı ilâhiyeye geliyorum.

“Et-Tahiyyât” kimle geliyor? Canlılarla. “El-Mübârekât”? “Bârekallâh” deyip şaşırtan herşeyle. “Es-Salavât”? Bütün duâlarla. Ardından “Et-Tayyibât” diyoruz. Yâni güzel söylenmiş bütün sözlerle, güzel olmuş bütün davranışlarla. Yâni “Bütün bu kâinatta kim kime güzel bir cümle etmişse, kim kime hangi mutlu edeceği hediyeyi vermişse hepsiyle berâber geliyorum Yâ Rabb!” Farkında mısınız? Bunları namazda söylüyoruz. Biliyor muydunuz? İşte bütün bunlara karşılık Cenâb-ı Allah, Resûlü’ne; “Es-selâmu aleyke eyyuhennebiyyu ve rahmetullâhi ve berakâtühu”. Yâni ” Allâh’ın selâmı, rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun Yâ Nebî!” Peki böyle mükemmel bir sohbeti kâinâtın Yaratıcısı Cenâb-ı Allah ve kâinattaki en yüksek makamdaki zât Efendimiz (sav) konuşurken kim dinliyor? Cibrîl (as). Ve diyor ki; “Şâhidim ki Allah’tan başka ikinci bir kudret eli bu kâinâta dokunamaz. Ve Efendimiz (sav) O’nun habercisidir. O’nun peygamberidir. O’nun kuludur.” Namazda bunları dediğimizi biliyor muydunuz? Ne kadar kısır bir namazımız varmış öyle değil mi? Peki neden baştan beri bu konuşmalar? Bütün namazlarımız suratımıza çarpılmasın diye! Korkmuyor musun kardeşim? Daha önemli neyin var? Çağır yedi ceddini de altmış yıl sonra kabirde de yardımcı olsunlar sana.

Hâlâ namaz kılmayan mı var? Bir yoklayın îmânınızı, bu nasıl îman? Başını secdeye götürmüyor, nasıl îmân?
 

Yeni Akit

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.

İslam Haberleri