Gördün mü namaz kılacak olan kulu bundan alıkoyanı?
Alâk Sûresi, 96:9-10
Bu iki ayetin ve onları izleyen âyetlerin tehdidinde bir yandan namazın önemini, diğer yandan ibadet özgürlüğünü dile getiren bir vurgu vardır.
Âyette karşılıklı olarak,
(1) namazdan,
(2) ondan alıkoyan kimseden
söz edilmiştir ki, bunlar simgeleşmiş değerlerdir; aynı anlamı taşıyan herşeyi onların kapsamında düşünmek gerekir:
Bir tarafta, namaz başta olmak üzere bütün ibadetler, diğer tarafta da insanı ibadetten alıkoyan herkes ve her türlü sebep söz konusudur.
Namazın özellikle zikredilmesi, onun önemini açıkça gösteriyor. O, bütün ibadetleri özetleyen, Müslümanın bütün hayatına yayılan ve onun Müslümanlığının alâmet-i farikası haline gelmiş bir kulluk görevidir. O kadar ki, bir hadiste “İman ile inançsızlık arasında namazın terki vardır”[1] buyurulmuştur. Bundan anlaşılıyor ki, namaz kılmayan kimse, onu inkâr niyeti taşımadığı sürece dinden çıkmış olmaz; ancak, bu davranışıyla inancını koruyacak bir destekten yoksun kalmış demektir.
Namazdan alıkoymanın ne anlama geldiğini görmek için, onun insanı hangi şeylerden alıkoyduğuna bakmak da yeterli olabilir. İşte, bir başka âyet bunun cevabını veriyor:
Sana vahyolunan kitabı oku; namazı dosdoğru kıl. Hiç şüphe yok ki namaz fuhşiyattan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak ise en büyük iştir. Ve Allah bütün işlediklerinizi bilir.[2]
Eğer namaz kötülükten alıkoyuyorsa, namazdan alıkoymak, apaçık bir şekilde, kötülüğe destek vermek anlamına gelir. Bu ister bilinçli olsun, ister bilinçsiz, fark etmez.
Ve bu durum, aynen diğer ibadetler için de geçerlidir. Çünkü namazın bu özelliği, ibadet oluşundan gelen bir özelliktir. Onun için, inanan insanları namazlarından alıkoymak, onların ibadetlerini şu veya bu şekilde engellemek yahut sınırlamak, doğrudan doğruya şer hesabına geçecek bir hareket olur. Buna karşı Kur’ân’ın tehditleri tüyler ürperticidir:
Allah’ın onu gördüğünü bilmez mi?
Hele bir vazgeçmesin, onu alnından yakalarız:
O yalancı, günahkâr alnından.
Çağırsın taraftarlarını!
Biz de zebanileri çağıracağız.[3]
Âyette geçen “namaz” sözü bütün ibadetleri kapsadığı gibi, “alıkoyma” fiilinden de, ibadetlerin önündeki her türlü engel anlaşılmalıdır. İnsanı namazdan ve kulluk görevlerinden alıkoyan ne varsa, hepsi bu uyarının kapsamı içindedir.
O bazan bir insan veya cin şeytanı olabilir. Veya onlar tarafından insanın önüne serilmiş tuzaklardan bir tuzak olabilir. Yahut insanın kendi kendisine çıkardığı meşgalelerden biri de olabilir. Ayrıntıya girmeye hiç gerek yok; bugün hangimiz etrafımıza şöyle bir bakacak olsak, böyle tuzakların ve meşgalelerin nicesiyle kuşatılmış olduğumuzu görürüz.
Nitekim Kur’ân’ın daha başka âyetleri, bizi, namazdan ve kulluk görevlerimizden alıkoyacak tuzaklara karşı uyarır. Mâide Sûresinin şu âyeti de bunlardan biridir:
Hiç kuşku yok ki, şeytan içki ve kumarla aranıza kin ve düşmanlık sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık bundan vazgeçtiniz, değil mi?[4]
Bu konu sadece bir özgürlük sorunu olarak ele alınacak olursa, zamanımızın insanı, ibadetleri hususunda çok ciddî ve yaygın engellerle karşı karşıya görülmeyebilir. Fakat işin asıl düşündürücü yanı şurada:
Engellerin büyük çoğunluğu ve en etkili olanları, bir engel şeklinde değil, insanın kendi iradesiyle içine atıldığı meşgaleler halinde beliriyor. Öyle ki, bu engellerin insanı ibadetten alıkoyduğuna dair bir düşünce akıllara bile gelmiyor. Bir geçim derdinin yahut televizyon bağımlılığının insan hayatında namazı ve ibadeti kaçıncı plana ittiğini hesaplayabilecek kimse var mı?
Veya, elimize kalem kâğıdı alıp da, günlük hayatımızda bizi ibadetten alıkoyan sebepleri bir sıralamaya kalkacak olsak, nasıl bir listeyle masa başından kalkardık dersiniz?
“Sarhoşken ne söyleyeceğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın”[5] âyeti indiği zaman, Allah Resulünün Sahâbîleri, “Bizi namazdan alıkoyan şeye bizim ihtiyacımız yok” diyerek, o güne kadar içmekte oldukları içkiyi toptan terk etmişlerdi.
“Gördün mü namaz kılacak olan kulu bundan alıkoyanı?” âyeti de, arkadan gelen şiddetli uyarılarıyla birlikte, bizi, öyle bir duyarlılığa çağırıyor.
[1] Tirmizî, İman: 9.
[2] Ankebut Sûresi, 29:45.
[3] Alâk Sûresi, 96:14-18.
[4] Mâide Sûresi, 5:90.
[5] Nisâ Sûresi, 4:43.