Bedeni, yani bedenle yapılan ibadetlerin en önemlisi olan namaz ve namazda yapılan her hareketin bir manasının olup olmadığı, varsa, neler olduğu insanın aklına gelebilen sorulardandır.
Bu ve benzeri bütün konularda olduğu gibi, bu konuda da referansımız Risale-i Nur'lar olacaktır, şüphesiz.
Üstad Said Nursinin İşaratül İcaz adlı eserinde: "Namazı dos doğru kılarlar." (Bakara Sûresi, 2:3.) ayetinin açıklamasında, Bu cümlenin evvelki cümleyle bağlılığı ve münasebeti gün gibi âşikârdır. Lâkin bedenî ibadet ve taatlerden namazın tahsisi, namazın bütün hasenata fihrist ve örnek olduğuna işarettir. Evet, nasıl ki Fâtiha Kur'ân'a, insan kâinata fihristedir; namaz da hasenata fihristedir. Çünkü namaz; savm, hac, zekât ve sair hakikatleri hâvi olduğu gibi, idrakli ve idraksiz mahlûkatın ihtiyarî ve fıtrî ibadetlerinin nümunelerine de şâmildir. Meselâ secdede, rükûda, kıyamda olan melâikenin ibadetlerini, hem taş, ağaç ve hayvanların o ibadetlere benzeyen durumlarını andıran bir ibadettir. denilerek, namazda yapılan hareketlerin manalarının bir kısmını belirtmektedir.
Daha sonra devamında ; S -Yusallune kelimesine bedel, itnablı (uzatmalı) Yukimunessalat nın zikrinde ne hikmet vardır? sorusunu sorarak cevabını şöyle vermektedir;
C - Namazda lâzım olan tâdil-i erkân, müdavemet, muhafaza gibi "ikame"nin mânâlarını müraat etmeye işarettir.
Bu cevapta, hareketin muhalifi olan tadil-i erkan, devamlılık ve namazın muhafazası hususları öne çıkarılmıştır. Yani, namazdaki hareketlerin değil bazen de, hareketsizliğin anlamları olduğu ve bunun aynı zamanda makbul olduğu belirtilmektedir.
Ayrıca yine Said Nursi, 9. sözde, namazın beş vakte tahsisi konusunda; Evet, herbir namazın vakti, mühim bir inkılâp başı olduğu gibi, azîm bir tasarruf-u İlâhînin aynası ve o tasarruf içinde ihsânât-ı külliye-i İlâhiyenin birer mâkesi olduğundan, Kadîr-i Zülcelâle o vakitlerde daha ziyade tesbih ve tazim ve hadsiz nimetlerinin iki vakit ortasında toplanmış yekûnuna karşı şükür ve hamd demek olan namaza emredilmiştir. demektedir.
Bunlardaki ince ve derin mânâyı bir parça fehmetmek (anlamak) için, Beş Nükteyi nefsimle beraber dinlemek lâzım.. diyerek nüktelere geçmektedir.
Birinci nükte 'de, Namazın mânâsının, Cenâb-ı Hakkı tesbih ve tâzim ve şükür olduğunu. Yani, celâline karşı kavlen ve fiilen Sübhânallah deyip takdis etmek; hem, kemâline karşı lâfzen ve amelen Allahu ekber deyip tâzim etmek; hem, cemâline karşı kalben ve lisanen ve bedenen Elhamdü lillâh deyip şükretmek olduğunu söylemektedir. Buradan da, tespih, tekbir ve hamd'in , namazın çekirdekleri hükmünde olduğu hükmen varılabileceği ve dolayısıyla , namazın hareketlerinde ve okumalarında, bu üç kelime her tarafında söylemesi gerektiğini ve söylendiklerini ifade etmektedir.
İkinci nükte 'de ise, ibadetin mânâsı anlatırken ilk olarak secde hareketinin niçin yapıldığını tarif ediyor ve diyor ki; ..abd, Dergâh-ı İlâhîde, ... kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemâl-i Rububiyetin ve kudret-i Samedâniyenin ve rahmet-i İlâhiyenin önünde hayret ve muhabbetle.. eğilmesi gerektiğini ve bunun da yolunun secde etmek olduğunu belirtiyor.
Daha sonra, ikinci olarak, rüku hareketinin niçin yapıldığını da şu cümle ile açıklamaktadır. .. Rububiyetin kemâl-i kudreti dahi ister ki, abd, kendi zaafını ve mahlûkatın aczini görmekle, kudret-i Samedâniyenin azamet-i âsârına karşı istihsan ve hayret içinde Allahu ekber deyip, huzû (tevazu) ile rükûa gidip, Ona iltica ve tevekkül etsin.
Ve yine diyor ki, Demek, namazın ef'âl ve akvâli bu mânâları tazammun ediyor (kapsıyor) ve bunlar için taraf-ı İlâhîden vaz edilmişler.
Aynı konunun devamında namazların hikmetini anlatırken de: (öğle saatlerindeki günlük işlerin çoğunluğunun bitmeye yaklaşması ve meşguliyetlerin stresinden geçici bir istirahat zamanı ve fâni dünyanın bitmeyen ve bitmeyecek şekilde olan ağır işlerin verdiği gaflet ve sersemlikten ruhun teneffüse ihtiyaç vaktinde kul, öğle namazı için hazırlandığında; ...Ruh-u beşer o tazyikten kurtulup, o gafletten sıyrılıp, o mânâsız ve bekasız şeylerden çıkıp, Kayyûm-u Bâkî olan Mün'im-i Hakikînin dergâhına gidip el bağlayarak, yekûn nimetlerine şükür ve hamd edip ve istiâne etmek ve celâl ve azametine karşı rükû ile aczini izhar etmek ve kemâl-i bîzevâline ve cemâl-i bîmisâline karşı secde edip hayret ve muhabbet ve mahviyetini ilân ... edip, namazı kılmakla ne kadar güzel, ne kadar hoş, ne kadar lâzım ve münasip bir iş yaptığını .. anlatarak, bunları bu şekilde yapmayana insan da denemeyeceğini belirtmektedir.
Hüzünlü güz mevsimini, mahzun ihtiyarlık hallerini ve ahir zamanı hatırlatan bir anı, insanın günlük işlerin neticelenmesi zamanı, hem o günde mazhar olduğu sıhhat ve selâmet ve hayırlı hizmet gibi İlâhi nimetlerin zamanı, hem o koca güneşin batması işaretiyle insanın bir misafir memur ve her şey geçici, kararsız olduğunu ilân etmek zamanı .. olan Asr (ikindi) vaktinde ise, kalkıp, abdest alıp, ikindi namazını kılan bir kul da, hesapsız nimetlerine karşı şükür ve hamd ederek, izzet-i Rububiyetine karşı zelilâne rükûa gidip, sermediyet-i Ulûhiyetine karşı mahviyetkârâne secde ederek, hakikî bir teselli, bir rahat-ı ruh bulup huzur-u kibriyâsında kemerbeste-i ubudiyet olması .. gerektiğini anlatmaktadır.
Yaz ve güz âleminin veda ederek kışın başlaması zamanını, hem insanın vefatıyla bütün sevdiklerinden bir firâk-ı elîmâne içinde ayrılıp kabre girmek zamanını, hem dünyanın zelzele-i sekerat içinde vefatıyla, bütün sekenesi başka âlemlere göçmesi ve bu dar-ı imtihan lâmbasının söndürülmesi zamanını andıran Mağrib zamanında kılınan bir akşam namazında da hareketlerin (el bağlama,kıyam, rukû, secde, teşehhüd v.s.) anlamlarını şu veciz ifadelerle bizlere ve bütün okuyanlara anlatıyor.
İşte, akşam namazı için, böyle bir vakitte, fıtraten bir cemâl-i bâkîye âyine-i müştak olan ruh-u beşer, şu azîm işleri yapan ve bu cesîm âlemleri çeviren, tebdil eden Kadîm-i Lemyezel ve Bâkî-i Lâyezâlin Arş-ı Azametine yüzünü çevirip, bu fânilerin üstünde Allahu ekber deyip, onlardan ellerini çekip, hizmet-i Mevlâ için el bağlayıp, Dâim-i Bâkînin huzurunda kıyam edip Elhamdü lillâh demekle kusursuz kemâline, misilsiz cemâline, nihayetsiz rahmetine karşı hamd ü senâ edip; subhanallah demekle muinsiz Rububiyetine, şeriksiz Ulûhiyetine, vezirsiz Saltanatına karşı arz-ı ubudiyet ve istiâne etmek; hem nihâyetsiz kibriyâsına, hadsiz kudretine ve aczsiz izzetine karşı rükûa gidip bütün kâinatla beraber zaaf ve aczini, fakr ve zilletini izhar eder ...
...hem zevalsiz cemâl-i Zatına, tağayyürsüz sıfât-ı kudsiyesine, tebeddülsüz kemâl-i sermediyetine karşı secde edip, hayret ve mahviyet içinde terk-i mâsivâ ile muhabbet ve ubudiyetini ilân edip, hem bütün fânilere bedel bir Cemîl-i Bâkî, bir Rahîm-i Sermedî bulup demekle zevalden münezzeh, kusurdan müberrâ Rabb-i Âlâsını takdis etmek; sonra teşehhüd edip, oturup, bütün mahlûkatın tahiyyât-ı mübarekelerini ve salâvât-ı tayyibelerini kendi hesabına o Cemîl-i Lemyezel ve Celîl-i Lâyezâle hediye edip ve Resul-i Ekremine selâm etmekle biatını tecdid ve evamirine itaatini izhar edip ve imanını tecdid ile tenvir etmek için şu kasr-ı kâinatın intizam-ı hakîmânesini müşahede edip Sâni-i Zülcelâlin vahdaniyetine şehadet eder...
Daha sonraki satırlarda, yatsı namazının manasını anlattığı kısımda ise, yaratılmış diğer varlıklardan örnek vererek namaz hareketlerinin anlamlarını belirtiyor; ...hem şimdi yatmış nebatat, hayvanat gibi gizlenmiş güneşler, huşyar yıldızlar, birer nefer misilli emrine musahhar ve bu misafirhane-i âlemde birer lâmbası ve hizmetkârı olan Zat-ı Zülcelâlin kibriyâsını düşünüp, Allahu ekber deyip rukûa varmak; hem bütün mahlûkatın secde-i kübrâsını düşünüp, yani şu gecede yatmış mahlûkat gibi her senede, her asırdaki envâ-ı mevcudat, hattâ arz, hattâ dünya birer muntazam ordu, belki birer muti nefer gibi vazife-i ubudiyet-i dünyeviyesinden emr-i kün feyekûn ile terhis edildiği zaman, yani âlem-i gayba gönderildiği vakit, nihayet intizam ile zevalde gurub seccadesinde Allahu ekber deyip secde ettikleri, hem emr-i kün feyekûn'dan gelen bir sayha-i ihyâ ve ikaz ile yine baharda kısmen aynen, kısmen mislen haşrolup, kıyam edip, kemerbeste-i hizmet-i Mevlâ oldukları gibi, şu insancık, onlara iktidaen, o Rahmân-ı Zülkemâlin, o Rahîm-i Zülcemâlin bârgâh-ı huzurunda hayret-âlûd bir muhabbet, beka-âlûd bir mahviyet, izzet-âlûd bir tezellül içinde Allahu ekber deyip sücuda gitmek, yani bir nevi miraca çıkmak demek olan işâ namazını kılmak ne kadar hoş, ne kadar güzel, ne kadar şirin, ne kadar yüksek, ne kadar aziz ve leziz, ne kadar mâkul ve münasip bir vazife, bir hizmet, bir ubudiyet, bir ciddî hakikat olduğunu elbette anladın.
Bütün bu manaların şuurunda olarak namazlarımızı kılmayı Cenab-ı Haktan bütün duygularımızla diliyoruz.