Namaz’ın haritası

Himmet UÇ

Bediüzzaman namazı bütün dini, İslam’ı içine alan yüksek bir boyutta, büyük bir ledünni harita olarak  işlemiş. Klasik kitabüsselat, kitabüzzekat vb dışında adeta görsel ve teatral bir şekilde namazı anlatmış: İnsan ezan ile girdiği namazda adeta bütün fiziki dünyayı ve ahireti, insan hayatını, mevsimleri, İslam’ın büyük olaylarını içine alan bir harita-i kudsiye içinde dolaşır.

Namaz yaşadığımız dünyadan çıkmak, uruc etmektir. Allah kulunu günde beş kere dünyanın mülevves işlerinden alıp semaya çıkarıp, Rabbi ile mükaleme ettirir, temizleyip selam ile dünyaya iade eder.

Bütün Risale-i Nur adeta namazın haritası içinde yer alacak şekilde tasarlanabilir ve herşey yerli yerine konabilir. Bediüzzaman’ın ifadesi ile “bizim davamız namazdır.” Bütün hayatında namazı en önemli işi olarak görür ve öyle de yerine getirir. Eğer onun anlattığı manada namaz bu toplumda anlaşılsa ülke ve insanlar güllük gülistana dönüşür.

Bediüzzaman namazın bütün safahatını doldurur, bunlardan biri namazdaki tahiyyatı anlatmaktır. Tahiyyat adeta bir son duraktır, tıpkı miracın son durak olması gibi. İnsan son durakta Halıkı ile buluşur, konuşur ve geriye döner. Bunu şöyle izah eder Bediüzzaman: “Teşehhüdün mübarek kelimatı miraç gecesinde Cenab-ı Hak ile Resülünün bir mükalemeleri olduğu halde namazda okunmasının hikmeti nedir?” Allah Resulü ile kanuşmasını getirip namaza monte etmiş.

Namaz o kadar mühim ki Peygamberimizin (asm) nihayetsiz konuşmaları içinde onun hayatının en mühim olayı olan miracdaki konuşması alınıp namaza yüklenmiş. Namaz ile miraç arasında bir ittisal hattı, nokta-i ittisal kurmuştur, adeta bir uhrevi köprüdür. İlahi bir asansördür. Bilmek başka onu hissetmek ve yaşamak başka. ”Her müminin namazı onun bir nevi miracı hükmündedir ve o huzura layık olan kelimeler ise Mirac-ı Ekber-i Muhammed’e (asm) söylenen sözlerdir.”

Burada bir kelime kullanmış “onları zikretmekle o kudsi sohbet tahattur edilir.“ Burada konunun bel kemiği tahattur kelimesidir. Yani tahiyyattaki ilahi tekellüm, oturunca hatırlanır, kul ettehiyyatu lillah derken manen miracdaki Peygamber ve Allah arasında sahneyi hatırlar ve hatırlamalıdır. Bediüzzaman bu miraca çıkma bahsini kulun zihninde canlandırır. Günde yirmi kere peygamber ile Allah’ın konuşmalarını tahiyyatta zikreden bir kimse maverai ve ledünni bir canlı olur. Vuslat insanı değiştirir, günde 5 kere Allah ile hissederek veya matematik olsun Allah ile buluşan kişinin yüzünde sevgilisini gören insanın yüzündeki ilahi tebessüm görülür. Namaz kılmayanların yüzünde bu nuraniliği göremezsiniz.

Tahattur kelimesine dönelim yine. ”O tahatturla o mübarek kelimelerin manaları cüziyetten külliyete çıkar ve o kudsi ve ihatalı manalar tasavvur edilir veya edilebilir. Ve o tasavvur ile kıymeti ve nuru teali edip genişlenir.” Allah ile kul arasındaki sahneyi hatırlayan kişide manalar genişler. Arkasından tahatturu tamamlayan bir kelime gelir: Tasavvur. Tahattura göre tasavvur daha geniş çaplı bir kelime. Tasavvur hatırlanan bahsi biçimlendirmektir. Tahiyyattaki kelimeler önce hatırlanır sonra zihinde biçimlenir, “ve o tasavvur ile kıymeti ve nuru teali edip genişler.”

Genişleyen anlamı anlatır. “Mesela Resul-i Ekrem (asm) gecede Cenab-ı Hakka karşı selam yerinde ettahiyyatulillah demiş.” Yani bütün zihayatların, hayatlarıyla gösterdikleri tesbihat-ı hayatiye ve sanilerine takdim ettikleri fıtri hediyeler Ey Rabbim sana mahsustur. Ben dahi bütün onları tasavvurumla ve imanımla sana takdim ediyorum.”

Namazın haritası o kadar genişledi ki bütün canlıların tesbihatları ve fıtri hediyeleri Allah’a takdim edilir. Bütün çiçekler ve meyveler önce Allah’ın nazarına arzedilir, varlıkların bütün Allah’ı anmaları tahiyyatta Allah’a takdim edilir. İnsan temsil etme hakkına sahiptir. Bütün varlıkların tesbihat ve hediyelerini insan temsil eder, Allah’a sunar. Namaz bütün kainatı içine alan bir genişlik kazandı. İşte namazın haritası. Namaz kılmayan, temsil edilmeyen varlıkların tesbihatlarını Allah‘a sunmamış ve onların haklarını yerinde kullanmamıştır. Adeta milleti temsil için meclise giden adamın oraya hiç uğramamasıdır. Cami büyük ümmet meclisidir, oraya insanlar varlıkları temsil için gelir giderler.

Dava namazdır, temsil için camiye giden kaç kişi var. Üstelik genç, dinamik insanlar değil, yaşlanmış kabre yakınlaşmış kişiler. Namazın büyük davası ile savunulması gerekir. Ezan okunur, herkes kendi halinde kimsenin kılı kıpırdamaz. Günde kullarını otuz kere “en büyük benim” diye çağıran Allah’a küçük işlerinden vazgeçip insanlar varamazlar. Ahirette “bizi dünyaya gönder salih kul olalım” yakarması karşısında Allah “siz beni unuttunuz orada şimdi unutma sırası bende” der. Bu bir ayet meali.

"Evet, nasıl ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm اَلتَّحِيَّاتُ kelimesiyle bütün zîhayatın ibâdât-ı fıtrîyelerini niyet edip takdim ediyor.

Öyle de, tahiyyatın hülâsası olan اَلْمُبَارَكَاتُ kelimesiyle de, bütün medar-ı bereket ve tebrik ve bârekâllah dediren ve mübarek denilen ve hayatın ve zîhayatın hülâsası olan mahlûklar, hususan tohumların ve çekirdeklerin, danelerin, yumurtaların fıtrî mübarekiyetlerini ve bereketlerini ve ubudiyetlerini temsil ederek, o geniş mânâ ile söylüyor.

Ve mübarekâtın hülâsası olan اَلصَّلَوَاتُ kelimesiyle de, zîhayatın hülâsası olan bütün zîruhun ibâdât-ı mahsusalarını tasavvur edip dergâh-ı İlâhîye o ihâtalı mânasıyla arzediyor.

Ve اَلطَّيِّبَاتُ kelimesiyle de, zîruhun hülâsaları olan kâmil insanların ve melâike-i mukarrebînin, salâvatın hülâsası olan tayyibat ile nuranî ve yüksek ibadetlerini irade ederek Mâbuduna tahsis ve takdim eder.

Hem nasıl ki o gecede Cenâb-ı Hak tarafından اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا اَيُّهَا النَّبِىُّ demesi, istikbâlde yüzer milyon insanların her biri, her gün, hiç olmazsa on defa اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا اَيُّهَا النَّبِىُّ demelerini âmirâne iş’ar eder ve o selâm-ı İlâhî, o kelimeye geniş bir nur ve yüksek bir mânâ verir.

Öyle de, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın, o selâma mukàbil اَلسَّلاَمُ عَلَيْنَا وَعَلٰى عِبَادِ اللهِ الصَّالِحِينَ demesi istikbalde muazzam ümmeti ve ümmetinin salihleri, selâm-ı İlâhîyi temsil eden İslâmiyete mazhar olmasını ve İslâmiyetin umumî bir şiarı olan mü’minler ortasındaki اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ - وَعَلَيْكَ السَّلاَمُ umum ümmet demesini râciyâne, dâîyâne Hâlıkından istediğini ifade ve ihtar eder.

Ve o sohbette hissedâr olan Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm, emr-i İlâhî ile o gece اَشْهَدُ اَنْ لاَۤ إِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللهِ demesi, bütün ümmet kıyamete kadar böyle şehadet edeceğini ve böyle diyeceklerini mübeşşirâne haber verir. Ve bu mükâleme-i kudsiyeyi tahattur ile kelimelerin mânâları parlar, genişlenir.

Bu Şuada namaz haritasının tahiyyatta genişleyen ilahi boyutu anlatılır. İnsan zaman zaman bu bahsi okumakla namazın bir safhasını nurlandırır, ışıklandırır. Peygamber (asm), Allah ve Cebrail arasındaki teatral konuşmalar anlatılır ve insana onları hatırlayarak namaz kılmayı öğütler.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.