Bediüzzaman dış dünyaya bakarken nasıl bakmıştır, onun bakışının perspektifinin nerelerde odaklandığı konusuna bakalım. Bediüzzaman tevhid mülahazalarında bir sıralamaya uyar, önce eşyaya bakar, sonra eşyanın ve nesnenin sanat inceliklerine bakar. O sanatı ve inceliği, atlayıp klasik tevhid yorumlarındaki gibi Allah demez, ikna edici bir sanat felsefesi yapar, nesnenin geometrisine ve ona gösterilen sanat ihtimamına dikkat çeker onun arkasından yorumunu gözleme dayandırdığı için sonuç alır.
İlk bakışta eşyanın “defi ve ani bir zamanda vücuda geldiğini” söyler. Bu noktada olayı Allah’a bağlamaz. Bu ansızın yapılmanın sorunlarını anlatır “Halbuki defi ve ani bir surette basit bir maddeden çıkan şeyler gayet basit, şekilsiz, sanatsız olması lazım gelirken, “Mesela buğdaydan en kolay ekmek yapılır su ile karıştırıp fırına sürülünce ekmek ortaya çıkar, ama baklava yapmak uzun zaman ve ihtimam gerektirir.” bir demir parçaşı en kolay bükülmüş şekli ile binalara dayanak olur, ama o demir parçasından saat yapmak ne kadar işlemler gerektirir.
Burada yine sanat felsefesi yapar konuyu genel bir sanat yorumuna dayandırır.
“Çok meharete muhtaç bir hüsn-ü sanatta”
Çok zamana muhtaç ihtimamkarane nakışlarla münakkaş”
“çok alata muhtaç acib sanatlarla müzeyyen “
Bir maddeye sanat güzelliği vermek çok ustalıklı becerikli insanlar ile gerçekleştirilir.
Bir nakış ince ve eğri çizgilerle uzun zaman alan ihtimam dikkat ile yapılır, o nakışı yaptıktan sonra onu bir şey üzerine yerleştirmek de ayrı bir sanattır, nakışlarla münakkaş bu demek. Öyle çiçekler var ki baharda onu masaya yatırıp geometrisini belirleyip bir benzerini yapmak insanın iktidarı dahilinde değil. Şu baharda gördüğün ağaçların çiçekleri ve tabiatın kucağında kendini insanlara arzetmiş güzellikler insanın başını döndürecek düzeydedir. Hatta bazan o kadar sıradan bir tabiatta karışık bulaşık öyle güzel çiçekler görüyorum ki Bediüzzaman yazığım geliyor diyor, ben o çiçeğin orada açmasına gönlüm razı olmuyor, yazığım geliyor. Ama nerde bir güzel çiçek açmışsa insanlara arzetmek gibi bir sanat telakkisi var, Allah sanatını her yerde sahneye veya galeriye koyuyor. Bediüzzaman bu güzellikleri insanlara arzetmek yetmez diyor çünkü bu güzellikleri insanlar görmüyor, kendi icad ettiği güzellik çeşitleri insanları daha mutlu ediyor, bir ağacın güzelliğini düşünmek biraz toplumda yadırganır olmuş. Bu yüzden tabiatın asıl takdirkar seyircilerinin melekler olduğunu söylüyor Bediüzzaman. Bu kadar sanat eseri ilgisiz insanların nazarına arzedilmez, o bizim yazığımız gelen çiçeğin başında kimbilir ne kadar melek ve ruhani o inceliğe bakıp hayretlerini gösteriyorlar. Bediüzzaman sürekli tabiatın kucağında dolaşır bu incelikleri görür ve onlarla ilahi sanatın felsefesini yapar.
Sonraki cümlede güzel nesnenin ancak farklı aletlerle yapılması mümkün, acip kelimesi Kur’an da ve Bediüzzaman’ın yorum lisanında insanın acze düştüğü olaylarda nesnelerde kullanılır. sanatın ve ilimin izah edemediği güzellikler vardır, mesela insanın ana rahminde inşasına acip der Bediüzzaman başka ne denir ki. Bir küçük demir parçasını bir sanat eserine dönüştürmek için çok aletler kullanılır, acip bir sanatı meydana getirmek için kimbilir ne kadar alet ve araç lazımdır. Ana rahmindeki çocuğun hafızası nasıl yerleştirilir, bütün duyguları nasıl münasip yerlerine konur. Ayaklar, bacaklar, dünyanın “sütihet “ düzlüğünün nasıl olduğuna dikkat çeker Allah, devenin nasıl yaratıldığına dikkat çeker, güneşin nasıl direksiz durduğuna dikkat çeker, dağların nasıl yaratıldığına dikkat çeker, bunlarla sanat inceliklerine örnekler verir diğerlerine siz bakın der. Siyaset ve cemaat kavgaları bizi asıl işimizden ne kadar uzaklaştırdı, ortalık sadece çekişme dolu, ve itidal telkin eden yok, bu kavgalar gazabı ilahiyi çağırırsa sen o zaman gör. İki taraftan birine itidalsiz bakanlar çok itibar görüyor, susanlar anında karşı tarafın adamı görülüyor, ne kadar densiz adamlar var. Risale haberde haberlere yapılan yorumlarda seviyemiz o kadar açık ki seyret gül, ağla, üzül.
İşte “acip sanatlarla müzeyyen” bu demek. Risalelerdeki güzellikleri tabiattaki örnekleri ile yayınlamak ortaya güzellik atlasları çıkarır. İhtimamkarane nakışlarla münakkaş cümlesine kaç tane resim çekmen lazım, bunları yayınla insanlar alalade ve gündelik yaşamaktan çıkmalı zaten Bediüzzaman’ın gayreti bu. Siyasi bir olayın ayrıntısından Zübeyir Abi’yi dağdan kovmaya karar verir bir saat sonra “anladım niyetin bozuk değilmiş” der. Ya bizim yaptığımız sayısız bitevi yorumlara ne derdi, biz kendimizi bunlara kaptırdığımızda kovulmuş sayalım kendimizi. olmaz mı? Herkesin uyanık geçindiği yerde hassasiyet ve saflık, tam bir enayilik.
Şimdi görür, esas vazeder teori ortaya koyar sonra teoriden ilahi sanata geçiş yapar. “işte bu defi ve ani bir surette bu harika sanat ve güzel heyet her biri bir Sani-i Hakim’in vücub-ı vücuduna şehadet ve vahdet-i rububiyetine işaret ettikleri gibi, mecmuu gayet parlak bir tarzda nihayetsiz Kadir nihayetsiz Hakim bir Vacib ül Vücudu gösterir.” (Sözler 637)
Cümleye bak “harika sanat, güzel heyet” harika gözler harika sanatları görür, güzel heyet hep birlikte bir nesnenin görüntüsün güzelliği, sanat felsefesi dehası filozofu demek başka ne diyeceksin. Sanat felsefesi kitaplarına bak böyle yorumlar yok hep teorik, Bediüzzaman hem görüyor. Hem teori vazediyor, hem de teoriden sonra Allah’a bağlıyor. İşte Bediüzzaman’ın bakışının safahatı bunlar. Afaki tefekkür insanı boğuyor, tıpkı günümüzdeki gibi.
Yunus ile bağlayalım
Her nereye baksam dopdolusun seni nere koyam benden içeri
Aşkımızı yitirdik
Bulduk ne bulduk
Para pul debdebe
Vah zavallı sen
Hocanın dizleri yamalı, pantolu yamalı, sofrada lor ile ekmek, lavaboda taş gibi bir sabun, otobüste para yok bilet alasın. Yokluktaki haz varlıkta yok.
Kapısına gelen Fatih’i kabul etmeyen şeyh efendiye naibi der ki “efendim oldu mu yani?”, o da “oğlum bu ziyaretler bizim dokumuzu bozar”. Padişaha da naibi der, “oldu mu efendim?” Fatih, “Vezir, hikmete hiddet karıştırma o şeyhin bir bildiği vardır. “
Bu Pazar çiçeklerin resimlerini çekip birbirimize gösterelim, Allah diyelim daim ancak oluruz öyle kaim.