İktisat Risalesi yazıları - 8
Şu üç davranışın altındaki anlayışı bulabilirsek iktisat etmek için nasıl bir zihinsel yapılanma gerektiğini de bulabiliriz; birincisi: akarsu kenarında abdest alırken suyu gerektiğinden fazla kullanmamak. İkincisi: canı bir şey çektiğinde o yiyeceği alacak kadar parayı bir kenara ayırıp onların toplamıyla bir cami inşa ettirmek. Üçüncüsü: ehl-i kalb ve ehl-i cennet mübarek karı- kocaya Cennetteki köşklerinden bir altın tuğla gönderildiği halde ve onlar da fakr-u zaruret halinde olmalarına rağmen baki Cennete ait olanı bu dünyada sarf etmeyelim diye onun geri gitmesi için dua etmeleri…
Evet, iktisada riayet etmek için böyle bir halet-i ruhiye gerekiyor. Vicdan, kalb ve ruhtan gelen bir mananın yaşanmasıdır iktisat. Ruhumuzda hükmeden bir nizam ve intizamın fiillerimize aksetmesidir. Yoksa sadece aklımızla kendimize vereceğimiz direktiflere uyarak yerine getirebileceğimiz bir davranış kalıbı değildir.
Kainatta hükmeden, ism-i Adl ve ism-i Hakem’den gelen tecellilere ruhumuzu, kalbimizi açabildiğimiz ve kalb aynamızı parlatabildiğimiz ölçüde mazhar olabileceğimiz bir hal.
Eğer bir çekirdekteki inkişaf meyli onun içinden gelmez de dışarıdan o çekirdeğe müdahale ile çekirdeğin çatlaması sağlanmaya çalışılırsa malumdur ki o çekirdek çürür ve inkişaf edemez. Aynen öyle de; kendimize dışımızdan dayatma suretinde iktisada uymaya çalışırsak belki muvakkat bir muvaffakiyet olabilir ama devam etmez. Fakat iktisada riayet meyli içimizden, kalb ve ruhumuz ile mazhar olduğumuz bir ilahi tecelli vasıtasıyla gelirse, yani; Adl ve Hakem isimlerine kalb ve ruhumuzla ayine olabilirsek sürdürülebilir bir iktisadı hayatımıza yerleştirebiliriz.
Elbette fıtratlar farklı farklı ve kabiliyetler muhtelif olduğundan bunun tek yolu budur demiyoruz. Yani kalben ve ruhen bu iki ism-i azama mazhar olmayan iktisat edemez demiyoruz. Fakat iktisada riayet nasıl olur da insanın içinden coşan bir arzu ile uygulanabilir sorusunun cevabıdır belki bu. İradesi gelişmiş ve hislerini ve nefsî arzularını ortak aklın süzgecinden geçirmeye alışmışların iktisada riayet etmelerinin daha kolay olacağı açık.
Öyle ise her derdin dermanı olan imanımızı kuvvetlendirmekle ancak muktesitlerden olabilir ve büyük bir hastalık olan israftan kurtulabiliriz. Zira imanımızın kuvvetlenmesi demek Allah’ın marifetine çalışmak ile ilahi tecellilere kalb ve ruhumuzu açmak demektir. Allah’ı bilmek ise, Allah’ı anlatan eserlere ciddi bir muhataplıkla onlardan istifade etmekle olabilir.
Allah’ı tanımak kuru bir bilgi ile olamayacağı açıktır. Risale-i Nur aklın yanı sıra kalbe ruha ve nihayet vicdanlara hitap etmektedir. Vicdanı harekete geçirir. Zihin, irade his ve latife-i rabbaniye dörtlüsünden ibaret olan vicdan harekete geçtiğinde ise daima marifet-i Sani pompalar. Yani bu kainatın Sanatkarının varlığını daima hatırlatır.
Kainatın mahlukatı ile Allah’ın varlığının ve birliğinin isbat edilmesi yolu ile Risale-i Nur, bakılan görünen her şeyden kainatın sanatkarına giden yolu açar ve gösterir. Böylesi içselleştirilen bir tefekkürün neticesi ise sadece akılda kalmayıp tüm latifelere ve vücudun zerratına bile nüfuz eden bir tahkiki imanı netice verir ki işte şeytanın sekeratta insanı kandırıp da elinden alamayacağı iman böylesi bir imandır.
İktisada riayet konusunda da; kainattaki tasarrufata bakıp kainatta nasıl bir iktisat hükmettiğini bilmek, müşahede etmek; bu iktisadın hususi alemimizde dahi hükmetmesinin gereğini bize ders verir. İşte bu zaman, sadece harcamalarımızı azaltıp kesemizi ve kasamızı rahatlatmak kastı ile değil kainattaki umumi nizam ve intizama kendimizi dahi uyumlamak, kainatta olanın biz de de olması gereğini derk etmek ile iktisada uymaya bir arzuyu içimizde coşar bulabiliriz.
Kainat Allah’ın emirlerine nasıl muti ise biz dahi öyle muti olmak isteği ile iktisada uymayı gündemimiz haline getirebiliriz.
Bundan bütün bütün farklı olarak kendimizi sıkmak ve sadece harcamaları azaltmak niyeti ile iktisat etmek ise bizi gittikçe daha müsrif olmaya sürükleyen gereksiz bir istibdat anlamına gelebilir. Eğer doğru olan bir işi doğru olmayan bir niyet ve yöntem ile yapıyorsak sürdürülebilirliği kaybederiz.
Demek iktisadı da ihlasla istemek ve ihlassız istemek var. Görüntüyü ve maddeyi kurtarmaya yönelik bir iktisat arayışı riyadan ve surî ve geçici bir davranıştan öte gidemez iken, Allah’ın emrine uyarak fıtratımızda olanı yaşamak ise kalıcı ve istikametli bir iktisat anlayışına ve davranışına bizi taşır. Fıtratımızda zaten iktisat vardır. İsraf ruha ziyandır.
İktisatlı olursak âdil de oluruz. Hak sahibine hakkını veririz. Hayatımızda neye ne kadar harcama yapmak gerekiyorsa o kadar yaparız. Mesela ebedi hayatımız için ne kadar vakit ayıracağız, dünya hayatımız için ne kadar? Merak ve endişelerimizin ne kadarını dünya için sarf edeceğiz ne kadarını ahiret için? Daha da güzeli; dünyayı ahirete tarla ve ticarethane yapabilecek miyiz?
Evet, dünyamızı israf etmeyip iktisatlı kullanmak onu ahirete, Allah’ın rızasına alet etmektir, vasıta olarak kullanmaktır.
Demek iktisada riayet etmek için önce onun ne olduğunu ve ne olmadığını anlamak ve yaratılışta hükmeden iktisat kanunlarını fark etmek, bunun için de o kanunların işlettiricisini tanımak gerekir. Mahiyet ve kıymet itibariyle her şey ilme bağlıdır. Bildikten sonra uygulamak gelir ki hikmet uygulanan, yaşanan bilginin adıdır. Uygulayanlardan olabilmek için de uygulamış olan örneklere ihtiyaç var. İşte Asr-ı Saadetin mesut mü’minleri ve bu zamanda Bediüzzaman ve saff-ı evvel talebeleri iktisadı her konuda uygulayıp yaşayanlardır. Bir tek nefesini, bir tek kelimesini, bir tek düşüncesini ve bir anını dahî israf etmeyen bu mübarekler hayatları ile bize en güzel misaldirler. Demek iktisat yaşanamaz bir hedef değildir yaşanmış, yaşanabilirdir ve ruhun ihtiyaçlarındandır.