Şükrü Nişancı’nın Sivil İtaatsizlik kitabını anlatmadan önce kitapta birçok yeri işaretledim. Birçok cümlenin altını çizdim. Aklımdan geçirdim ki; ben bütün buralara değinir, kitabın ‘sivil itaatsizlik’ ve ‘itaat’ ekseninde nelere işaret ettiğini okurlarıma göstermeye çalışırım. Fakat beceremedim. İki gün o cümleler etrafında gezdim durdum. Onlar bana baktılar, ben onlara baktım. Anladım ki, bu iş böyle olmayacak.
İçi böylesine dolu kitapların özetlerini çıkarmak zor. O kadar çok şey anlatıyorlar ki, hangi birisini aktaracağınızı şaşırıyorsunuz. En iyisi insanın kendisinde kalanları aktarması oluyor. En samimi ve en kolay yolu bu galiba, yazmanın.
Sivil itaatsizlik bir kavram olarak Türkiye’de yeterince çalışılmış, konuşulmuş birşey değil. Bunun altını, daha kitaba başlarken, Şükrü Nişancı da çiziyor. Bu kavram, temeli Batıda atılmış ve büyük çapta yine Batının geliştirdiği bir kavram. Sokrates’ten bugüne kokusu hissedilen birşey. Asya’daki karşılığı ise daha pratik düzeyde kalıyor. İşin teorik kısmı bizde zayıf. Belki Gandhi ile teori ve pratik bir derece birleşiyor, ama yine teorik kısmı çok arka planda.
Bu nedenle bazıları hakkında “Şu da olabilir. Bu da olabilir” diyebiliyoruz. Ama kendileri, kendilerine bu noktada isim vermediklerinden, emin olamıyoruz. Üstelik Asya tarihinde lidere itaatin kutsandığı da bir gerçek...
Peki, nedir şu sivil itaatsizlik? İşte burada, kendim beceremeyerek, cevabı Şükrü Hoca’nın sivil itaatsizlik kitabından tırnaklayabilirim: “Genel olarak sivil itaatsizlik, anayasal düzeni kabule bağlı olarak, herhangi bir kuralı, şiddet içermeyen yolları kullanarak, aleni bir şekilde, üçüncü kişilerin haklarını ihlal etmeden, suça katlanma iradesi gösterilerek, vicdani ve ahlaki gerekçelerle, ihlal etmektir.”
Evet, tanım bu. Aslında bu tanım sivil itaatsizliğin genel çerçevesini de belirleyen bir tanım. Bir hayali tarif etmekten çok pratik karşılığını içeriyor sivil itaatsizliğin. Bu nedenle kitabın içinde bana en olgun görünen tanım bu oldu.
Özellikle sivil itaatsizliği; muhalefetten, anarşiden, devrimden ve sıradan suçtan ayıran temel ilkeleri ortaya koyması açısından zihinde kalması gereken bir tanımlamaydı bu. Ve ayrıca, belki bu tanıma eklenmesi gereken bir diğer özelliğini sivil itaatsizliğin şöyle anladım: Sivil itaatsizlik, duygusal bir tepki değildi. Akılcıydı ve sonuçları itibariyle iyi planlanmış bir hareket olmalıydı.
Peki, sivil itaatsizlik ne işimize yarar? Bunu anlamak için kitabın birinci bölümüne bir göz atmanız gerek. Orada felsefî arka planıyla birlikte mesele izah edilmiş. Fakat ben anladığım kadarıyla aktarmaya çalışayım:
Modern dünyada devletlerin giderek daha merkezi, daha otoriter ve daha hayata müdahil bir hal aldığı ortada. Teknoloji de bunu kolaylaştırıyor. Bu gidişat, hangi iktidar türüne dayanıyor olursa olsun, en nihayetinde ferdin hayatını elinden alan, bireyselliğini eriten bir sürece götürüyor bizi. Hatta o devletin yönetim şekli demokrasi olsa bile çoğulculuğun azınlığı azınlık arzularından vazgeçmeye zorladığı bir baskı rejimine dönüşebilir sistem. Bu noktada işte sivil itaatsizlik devreye giriyor: Asla kusursuz olmayacak devlet sistemlerine karşı bireylerin kendi haklarını bir savunma şekli olarak ortaya çıkıyor.
Tabii şunun da altını çizmemiz gerek: Sivil itaatsizlik en son seçilecek yol. En son masum yol. Ama büsbütün de masum değil. Nihayetinde yasalara karşı gelmeyi göze almanız lazım. Ama büsbütün de suç sayılamaz. Çünkü suçu alenî, yakalanmayı göze alır bir şekilde; anayasanın hükümlerine saldırmadan ve şiddete sapmadan işliyor. Nişancı’nın kitabın bir yerinde belirttiği gibi: Alkışı haketmiyorsa eğer, kınamayı da haketmiyor.
Bu noktada sivil itaatsizlik bir sisteme başkaldırı, ama üçüncü kişilerin bu başkaldırıdan zarar görmemesine çalışan bir başkaldırı. Ayrıca başkaldırdığı alanı lokal ve dengeli tutan, bu yönüyle de devrimden ayrılan bir itaatsizlik süreci.
Sivil itaatsizliği önemsiyorum. Çünkü sivil itaatsizliğin öğrenilmesi, tartışılması ve tecrübe edilmesi; sisteme tepkili olan insanların anarşiye sapmadan bu tepkilerini ortaya koyabilmelerinin de yolunu gösteriyor. Şiddeti, tepkinin tek yolu olarak algılamamıza engel oluyor. Bu yönüyle devleti ve sistemi de ayakta tutan birşey sivil itaatsizlik. Ama gelişmeye de zorlayan bir olgu.
Üzerinde çok konuşulması, tartışılması gereken birşey. Zira her kültürün üzerinde şekillendiği değerler, itaatsizlik şekillerini de doğrudan etkiliyor. Belki bu noktada Bediüzzaman’ın da devrin idaresine karşı, şiddeti ve üçüncü kişilerin zararını öteleyen direniş şekli incelenmeli. Bu topraklar adına çok ders verici olabilir. Bu kitabı herkese tavsiye ediyorum. Hakkını, meşruiyetini yitirmeden savunabilen bireyler olabilmek, sivil itaatsizliği ve üzerinde yaşanmış tartışmaları bilmekle mümkün. Hepinize güzel okumalar karilerim.
twitter.com/yenirenkler