Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Bakara Sûresi 104-108. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
104-Ey îmân edenler! (Peygambere) رَاعِناَ demeyin,*اُنْظُرْناَ deyin (1) ve onu iyi) dinleyin! Kâfirler için ise (pek) elemli bir azab vardır.
105-Ne ehl-i kitabdan inkâr edenler, ne de müşrikler, Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler. Allah ise rahmetini dilediğine tahsîs eder.(2) Ve Allah, pek büyük ihsan sâhibidir.
106-(Biz) bir âyetin hükmünü kaldırır veya onu unutturursak, ondan daha hayırlısını veya benzerini getiririz.(3) Bilmez misin ki şübhesiz Allah, herşeye hakkıyla gücü yetendir!
107-(Hem) bilmez misin ki, göklerin ve yerin mülkü şübhesiz ki ancak Allah’ındır! Ve sizin için Allah’dan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.
108-Yoksa (siz de) daha önce Mûsâ’ya sorulduğu gibi, (itâat etmek yerine) peygamberinizi sorguya mı çekmek istiyorsunuz? Kim îmânı küfürle değiştirirse, o takdirde gerçekten (dosdoğru) yol ortasında sapıtmış olur.
(1)Resûllullah (asm) bir mevzû‘ hakkında konuşurken, Ashâb-ı Kirâm’dan (radıyallâhü anhüm ecmaîn) bazısı: “Bizi gözetip bekle (acele etme) ki, sözünü anlayalım!” ma‘nâsında رَاعِناَ (Râinâ) derlerdi. Yahudiler bu sözü, İbrânîce veya Süryânîce birbirlerine küfrederken kullandıkları “Râînâ” sözüyle değiştirip, Hz. Peygamber (asm)’a onunla hitâb etmeye başlamaları üzerine bu âyet nâzil olmuştur. Böylece mü’minlere, رَاعِنَا yerine, aynı ma‘nâya gelen اُنْظُرْنَا(Ünzurnâ) demeleri emredilmiştir. (Celâleyn Şerhi, c. 1, 135)
(2)“İnâyât-ı hâssa (husûsî yardımlar) ve imdâd-ı husûsiye ile ve ihsânât-ı mahsûsa (husûsî ihsanlar) ile Rahmânü’r-Rahîm, her bir bîçârenin (çâresiz kalmışın) imdâdına yetişebilir. Dertlerine derman yetiştirir. Fakat o ferdin hevesiyle değil, hakīkī menfaatiyle yardım eder.” (Kastamonu Lâhikası, 465)
(3)Şer‘î ıstılahta nesh, herhangi bir hükmün yerine, sonradan başka bir şer‘î hükmün beyân edilmesi ve böylelikle, evvelki hükmün vaktinin sona ermesidir. Nesh, ebediyetine hükmedilmemiş emir ve yasaklara mahsustur. (Kurtubî, c. 1/2, 62-65)
“Evet mevâsim-i erbaada (dört mevsimde) giyecek, yiyecek ve sâir ilaçların tebeddülüne (değişmesine) lüzum ve ihtiyaç hâsıl olduğu gibi, bir şahsın yaşayış devrelerinde, ta‘lim ve terbiye keyfiyeti (şekli) tebeddül eder (değişir). Kezâlik (bunun gibi), hikmet ve maslahatın iktizâsı (gereği) üzerine, ömr-i beşerin (insan ömrünün) mertebelerine göre ahkâm-ı fer‘iyede (esâsa âid olmayan hükümlerde) tebeddül (değişme) vardır. Çünki fer‘î hükümlerden biri, bir zamanda maslahat (faydalı) iken, diğer bir zamâna göre mazarrat (zararlı) olur. Veya bir ilâç, bir şahsa devâ iken, şahs-ı âhara (başka şahsa) dâ’ (hastalık) olur. Bu sırdandır ki Kur’ân, fer‘î hükümlerden bir kısmını neshetmiştir. Yani vakitleri bitti, nöbet başka hükümlere geldi, diye hükmetmiştir.”
(İşârâtü’l-İ‘câz, 44)