Ne hüzünsüz olabiliriz ne de kahkaha ile gülebiliriz
Nefsimizin bize yaptıklarının farkına varmak bir düzey işidir elbette. Kendi öz düşmanınca, içinden hançerlenenlerin farkına varıp çektikleri acıları ne olursa olsun kutsaldır. Bu gibilerin hüzünleri bile tatlı bir sonun müjdecisidir.
Nefsinden şikâyet edip de boynu bükük olanlar, derin düşünceliler, ufuk ötelere bakanlar, öz düşmanlarından kurtulmak için hummalı bir arayış içine girenler, büyük bir cihatla kutlanması gereken nadirlerdir. Onlar eli öpülesi insanlardır. Nefislerinin farkına varmaları ile bir uyanışın içinde oldukları açıktır.
Nefis açısından insanları kategorilere ayırır eskiler. Kimine göre nefs-i emmare, nefs-i levvame, nefs-i mulhime ve nefs-i mutmainne diye dört ve kimine göre de bunlara nefs-i radıyye, nefs-i mardıyye ve nefs-i kâmilenin eklenmesiyle yedi gruptadır insanlar. Bunların her biri birer basamaktır, birer makamdır, insanın kendisi ve yaratıcısı ile kurduğu iletişimin bir düzeyidir. Bu makamların en düşük derecesi nefs-i emmare ise en yükseği de nefs-i kâmiledir. Nefs-i mutmainne ya da nefs-i kâmile derecesindeki insan, Kur’an ve yüce Peygamberimizin hedeflediği insan tipidir. Bu tip insanlar nefsî çıkarlara tamamen kapalıdırlar; nefsin tuzaklarına en az takılanlardır. Şeytanın onlara tasallutu ya çok azdır ya hiç yoktur. Bunlar İslam’ın birer fedaisidirler; gerek ilimleri ve gerekse davranışları ile davalarının hizmetçisi, emirber neferidirler. Onların kalbini hiçbir dünyalık çelemez. Tam bir teslimiyettedirler. Başkalarını çileden çıkartacak hiçbir olay onların kılını bile kımıldatamaz. Büyük bir hoşgörü ve huzur içindedirler.
Eskiler, özellikle nefis terbiyesiyle ilgilenenler, bu makamları bir insan için gerçek yükseliş ve gelişimin basamakları olarak görmüşlerdir. Peygamberimizin de “büyük cihat” diye nitelediği nefisle mücadelede birer ölçü ve prensipler dizisi olarak kabul etmişlerdir. Her basamakta olanların ilgilendikleri konular farklıdır. Basamaklar yükseldikçe kişilik yapıları ona paralel olarak değişip yoğunluk kazanmaktadır. İnsan, birinci basamakta nefsinin oyuncağı olurken, son basamakta nefsin ayak seslerini bile duymaz; artık bu son basamakta olan insan başkalarını etkileyen olaylarla ilgilenmez. Onun hayatını kutsallıklar kaplamıştır.
Batı’da birçok psikologlar da buna benzer insana ilişkin gelişim basamaklarından söz etmiştir. Bunlardan Abraham Maslow’un piramidi, yani ihtiyaçlar hiyerarşisi insanın gelişimini esas alan bir teori olması noktasında nefis makamları ile benzerlik arz etmektedir. Gerek Maslow’un piramidindeki birinci basamak olan fizyolojik ihtiyaçların giderilmeye çalışıldığı ve gerekse nefs-i emmaredeki düzey, insanın olması gereken en düşük düzeydir. Bu düzeyde insan ve hayvan ortak tavırlar sergiler. Bu düzeyi aşamayan insanın anlayış, seziş ve yaşayış bakımından hayvandan çok farklı tarafı yoktur. Nefsî arzuların bütünü hayvan arzularının benzeridir. İnsan gelişim basamaklarına tırmanmak için mutlaka nefs-i emmarenin düzeyinden kurtulması, nefsin isteklerini en aza indirmesi gerekir. Fizyolojik ihtiyaçlar hayvanda da var; insanın hayatı yalnızca hayvana ilişkin ihtiyaçları gidermekle geçemez. Bu takdirde, nefsi aşan manevî ihtiyaçların doyumu ne olacak?
İnsanın gelişmesi, kemale doğru ilerlemesi tamamen nefisle ilgilidir. Ancak nefisten uzak olan hayat kemalin basamaklarına tırmanabilir. Yükselişimiz, tekâmülümüz nefsimizden uzak kalmakla doğru orantılıdır. Nefsin basamaklarından yükselirken nefsimizin etki gücü de azalmaktadır. Nefsi çıkar ve arzularımızın üzerimizdeki etkilerinin en aza indiği durum arzulanan bir düzeydir.
Nefis, söz dinlemeyen, kişiliğimizin yalancı beni olan egodur. Dış şeytanımızla sürekli kontak halindedir. Bizi her zaman aşağı çekmektedir. Basamaklardaki yükselişimize asla tahammül edemez. Yükseldiğimiz basamaklarda bile bizi rahat bırakmaz. Değişik kalıplara girmek onun huyudur. Sürekli işlettiği yanımız zaaflarımızdır.
Batı bile tam isimlendirmese ya da değişik adlarla gündeme getirmiş olsa da aslında üzerinde durduğu, insandan uzaklaştırılmasını istediği şey, insanın nefsidir, egosudur, kötü yanıdır, şeytanıdır.
Kemal makamında insan, nefsin tesirinde belki de hiç kalmadığı için kötülüğe asla bulaşmaz. Hak yolunun emrindedir. Günah işlememeye özen gösterir. Hak yolun emirleri başının tacıdır. Bu gibilere şeytan bile yaklaşamaz. Anlatırlar: Bir gün sahrada, şeytan, Abdülkadir Geylanî’ye yaklaşır ve “Ey Abdül kadir! Ben Rabbinim. Haramları sana mubah kıldım. Dilediğini yapabilirsin” der. Abdülkadir’in cevabı kâmil şeyhe yaraşandı: “Yalan söyledin. Sen gerçekten şeytansın. Allah fuhşu ve haramları emretmez.”
Kim bilir dört ya da yedi basamağı insan kaç yılda alabilir? Ama bu uzun soluklu bir yolculuktur. Her zaman tetikte, uyanık olmayı gerektiren bir savaştır; çünkü düşmanın nereden ve ne zaman geleceği belli değildir. Kâh uyurken, kâh uyanıkken, kâh işte ve kâh ibadet halinde iken gelir. Bazen de en masum isteğimizi sunarken bizi yakalar. Kemal makamında da olsa insan, nefis ve şeytandan emin olamaz.
Bundan dolayı içte nefis ve dışta şeytan gibi iki büyük düşmanı olan insan hüzünsüz olamaz; katıla katıla gülemez, ömrünün sonuna kadar tetikte olmadan duramaz. Çünkü bütün hayatımız nefsimizden ve nefsimizin bizi bulaştırdığı kötü huylarımızdan kurtuluşumuza bağlı.