Şu hayatta inandığımız ve uygulamaya çalıştığımız dinimizi ne kadar yaşıyoruz? Yaşamak derken kastettiğim şey uygulama değil, uygulamadaki farkındalık. Soruya böyle baktığımız zaman gerçekten de çok büyük bir çukur, hatta devasa bir boşluk göreceksiniz. Çünkü inandıklarımızı uygularken ne yaptığımızın farkında değiliz.
Birinci söz bize, zikir, fikir, şükür üçlüsünü kavramamızı sağlar. Bir şey yemeden önce bismillah dedik, sonunda da elhamdülillah dedik. Peki, fikir nerde? Sadece okuyoruz, ne güzel yazmış ve maşallah deyip yine bildiğimizi yapıyoruz. Üstad aslında orda, bize bismillah ve elhamdülillah arasında o ikisinin açılımı olan ve bizi düşünmeye, hissetmeye ve farkında olmaya davet eden bir “fikir” açılımı yapmakta. Peki bizim bu konuda bir fikrimiz var mı?
Şükretmek bence görünüşte bir kalıpta ama hakikatte bir kalıpta olmamalı. Diğer bir değişle Şükretmek sadece dilde değil, kalp ve ruhla o şükrü hissetmek ve yaşatmaktır. Mesela Elhamdülillah derken, neden Elhamdülillah dediğimiz konusunda bir fikrimiz olmalı. Yani bizi fiilen şükre götüren, farkındalığımız olmalı. Şükrü kafamızdaki kalıptan çıkarmak ve onu düşünce aleminde aklımıza ve kalbimize sindirmek ve bunu manevi olarak kalıbı olmayan kalıplarda dil ile beyan etmek heralde bu farkındalığa bizi ulaştırabilir.
Bu konuyla alaklı Üstadın aklıma ‘gayr-ı şuuri şükür’ tabiri geliyor. Yani lezzet ve zevk ile olan bu fıtri şükrü, anlam boyasıyla aklımızı ve kalbimizi boyamadıkça, o şükrün mahiyetinin değişip şirke girme ihtimali var.
Şükürle alakalı Üstadın şu sözü:
“Şükrün mikyası kanaattir ve iktisattır ve rızadır ve memnuniyettir” aslında söylemek istediklerime çok daha güzel tercüman oluyor sanırım. Rıza ve memnuniyet şükre anlam katan iki ölçü olarak karşımıza çıkıyor. Ondan razı ve memnun olmanın dil ile beyan edilişi Elhamdülillah, kanaat ve iktisat da şükrü fiiliyata dökmek olarak görüyorum. Burada dikkatimi en fazla çeken noktalardan biri olan memnuniyet, şükrü şuuri boyuta taşıyan en önemli unsur olduğudur.
Peki biz şükrederken memnun muyuz? Yani memnun olarak mı şükrediyoruz Allah’a? Bence şükür, sadece kelime olarak dilimizde yankılanıyor. Herşeyden o kadar şikayetçiyiz ki.
Oysa Allah’tan memnun olma, ancak onun yarattıklarını ondan ötürü sevmek, onlara güzel bakmak ve nimet nazarında saygı göstermekle olur. Bu da his ve akıl boyutunda şükrü anlamlaştıran ve bizi birinci sözdeki fikir manasına ulaştıran şey olsa gerek.
Bu fikir şuuru, bizi mesuliyet düşüncesinden çıkartıp, şükrün bir hediye ve fırsat olduğunu hatta burada bile adeta cennetin manevi bir lezzetini şükürle tattırdığını zihnimize yerleştiriyor.
“Bir elmayı yiyen ve "Elhamdülillâh" diyen adam, o şükürle ilân eder ki: "O elma doğrudan doğruya dest-i kudretin yadigârı ve doğrudan doğruya hazine-i rahmetin hediyesidir" demesiyle ve itikad etmesiyle, herşeyi, cüz'î olsun küllî olsun, Onun dest-i kudretine teslim ediyor. Ve herşeyde rahmetin cilvesini bilir. Hakikî bir imanı ve hâlis bir tevhidi, şükürle beyan ediyor.”
Aslında Elhamdüllillah dediğimiz zaman, bu şekilde büyük manalar teşkil eden bir sözcük kullandığımızın farkında değiliz. Üstad bize şükrün ne müthiş ve kalıba sığmayacak bir kelime olduğunu göstermeye çalışıyor. Bence biz de bir kalıba sığdırmazsak iyi olur!
Elhamdüllilah bir sonuçtur. Önemli olan sonuca nasıl geldiğinizdir… STarg