Sayın Murat Bardakçı, Necip Fazıl’ın Çile’si derken Çile adını verdiği şiir kitabını mı yoksa sadece Çile isimli şiirini mi kastediyor? Bence onun şiirini ilham eden olarak Çile şiirini veya Çile şiirini göstermek ikisi de yanlış yorumlar. Çünkü Çile şiirinin bir buhran şiiri dini ve felsefi, aynı zamanda kişisel buhran olduğu şiiri iyi yorumlayana açıktır. 1934’te şeyhini tanıyan şair değişen dünya görüşünü anlatır ve,
“Tam otuz yıl saatim çalışmış ben durmuşum
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum” der.
Bundan yaklaşık beş yıl sonra şairde büyük bir dünya görüşü değişimi olur ve Çile isimli şiiri yazar. Bu şiirin hiçbir yerinde aşk gibi mevsimlik bir duygu yoktur. Başını alalım:
“Gaiplerden bir ses geldi; Bu adam
Gezdirsin boşluğu ense kökünde
Ve uçtu tepemden birdenbire dam
Gök devrildi künde üstünde künde
Pencereye koştum kızıl kıyamet
Dediklerin çıktı ihtiyar bacı
Sonsuzluk elinde bir mavi tülbent
Ok çekti yukardan üstüme avcı.”
Bu uzun şiir böyle devam eder, bu tamamen dünyaya ve insana bakış açısı değişen şairin ilk şaşkınlığıdır. Kaldı ki koca şiir kitabı Çile’de o kadar farklı şiirler var ki aşk gibi yeni ekilmiş bir kavak ağacını sallayan bu zayıf his onların hiçbirini doğuramaz. Ben “Necip Fazıl aşık olmamıştır” demiyorum. Necip Fazıl gibi okyanus gibi bir dimağ ve kalbe sahip olan adam aşık olabilir, bir bardak suya göre aşk gereksiz ama bir okyanus duyguları idaresi zor şeylerdir. Bütün büyük şairler aşık olmuşlardır, bu ne ayıp ne de…
Sanat ile kişinin özel hayatı farklı şeylerdir, burada haklısınız Sayın Bardakçı. Baudeire bir tanrı tanımazdır, ama bütün dünyayı etkilemiş bir şairdir, din ile şairlik bazen buluşurlarsa da her zaman değil. Nazım da büyük şairdir, Necip Fazıl da. Onların bizi ilgilendiren sanatlarıdır, özel hayatları değil. Bu eleştirinin değişmez kuralıdır. Sayın Bardakçı onun hakkındaki edepsiz mesajlara üzülür hakkı var. Şöyle bir onun hayatını okuyan neler çektiğini görür, o zaman söz söyler, beş yıla yakın hapis yatmış, bir sokak köpeği gibi –ondan utanarak- itilip kakılmış bir insan, yaptığı sadece yere düşmüş ve tekmelenen hakkı kurtarmak, para yok, pul yok, doğru dürüst koruyanı yok. Ama o,
“Öz yurdunda garipsin öz vatanında parya
Yüz üstü çok süründün ayağı kalk Sakarya” derken, savunurken nasıl bir ruh hali içinde bulunduğunu anlatır. Burada sürünen onun davasıdır, ayağı kalkmasını ister ve o onun ayağı kaldıran adamlardan biridir. Bediüzzaman ve o hakkı ayağı kaldıran adamlardır.
Akif de öyle idi;
Çiğnerim çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım
Adam aldırmada geç diyemem aldırırım
Biri ecdadıma saldırsa hatta boğarım
Boğamazsınki hiç olmazsa yanımdan kovarım
Hele hak namıma haksızlığa ölsem tapamam
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam…”
Bunlar mahşerin atlılarıdır, Mehmet Akif, Necip Fazıl Kısakürek ve Bediüzzaman Said Nursi.
Bugün Sakarya ayağı kalktı ama Necip Fazıl kimin hatırında, herkes onun hayranı, bayram kimin yiyenlerin bayramı. Necip Fazıl aşık olmuşsa bir okyanusa dökülen bir bardak bulanık sudur, ama bir tencere suya bir bardak bulanık suyu çok şey yapar.
Haber Türk’den Bengisu Karaca daha garip bir başlık atmış, “Necip Fazıl Kalemini Sattı mı?” Bütün ömrü hakkın ayaklar altında olduğu bir dönemde tek başına bir sürü düşmanın içinde hakkı savunmak olan, yüz eser yazmış, binlerce konferans vermiş, beş yıl hapis yatmış, verilen rüşvetleri almamış bir adama daha kibar bir cümle ile yaklaşmalı, çünkü ölüleri yargılamak dirileri yargılamaktan zordur.
Necip Fazıl konusunda yazdığım Dev ve Dahi Bir Şair Necip Fazıl Kısakürek isimli kitabımda bu para meselesini söz konusu etmiştim. Necip Fazıl zamanında muhafazakarların, sol ve nihilist ekibin karşısında bir gruptan ciddi anlamda bahsedilemez. Necip Fazıl tek başına bütün riskleri üzerine alarak mücadele etmiştir. Necip Fazıl ciddi anlamda para sıkıntısı çekmiştir. Memuriyetten ayrılmış eserlerinin telif paraları ve yazılarına eğer veriliyorsa birtakım cüzi paralarla geçinmiştir. Böyle ilkeli aydınlar satın alınmazlar. Namık Kemal’e yönetim beş bin lira vererek onu susturmak ister, Ebuzziya “Parayı alıp bir hayır kurumuna verelim, reddedersen gazeteni kapatır seni de sürerler” der. O da “ben o adamları sevindirmem” der ve parayı iade eder, gerçekten gazetesi kapatılır ve cezalandırılır.
Necip Fazıl, farklı zamanlarda beş yıla yakın hapisler yatmış, geçim konusunda ailesi büyük sıkıntı çekmiştir. Müdafaalarında kendisi anlatır, Ahmet Emin, Bir Adam Yaratmak piyesi oynanırken dört sayfa takdir yazısı yazar ve “Ne yapsak da bu adama gazetemiz için yazı yazdırabilsek” der. 1939’da Caddebostan’daki villasına çağırır, Falih Rıfkı, ona şöyle der. “Yahu Necip Fazıl senin çapında bir adam nasıl Müslüman olur? Benim çapımı geç ya, fakat insanın çapı yükseldikçe Müslümanlığa bağlanmak ve ondan başka hiçbir şey tanımamak şansı artar” der. O da “Müslümanlık denince benim burnuma ayak kokusu gelir” der. Necip Fazıl “Belki senin babanın ayak kokusudur” der. 1944’te Büyük Doğu kapatılır, Güzel Sanatlardaki görevine son verilir.
1945’te Ankara’ya çağrılır, Recep Peker tarafından. “Çocuklarımın süt borcu olarak altmış üç lirayı ödemekten aciz olduğum bir gün bana biraz ölçülü davranmam mukabili yüz bin lira teklif ettiler. Hatta para üstünde merkez bankasının bandajı vardır, masaya konur, hakarete yakın bir eda ile bunu reddeder.” Bundan önce de Alaattin Tiritoğlu partinin önemli adamlarındandır kendisine bir matbaa kurmayı tekilf eder, şartı menfaatçileri ve partiyi eleştirmemesidir, kabul etmez. 1948’deki mahkemede evindeki son sandalyeye kadar satar, geçinmek neyse onu yapar. Hasta zevcesiyle –hamile- mahkeme salonuna itilir. Kadın yatağından kalkamayacak durumdadır.
Hapistedir, ama aynı anda hastanededir. Demokrat Parti iktidara gelir. Menderes’e “Bu harikulade insanda rayyumdan nadir, hayat kurtarıcı madenden bir parça vardı hayran olduk” der. 1950’de hastanede yatarken Maraş’ta bir hemşehrisine mektup yazar ve para ister. Necip Fazıl tek başına bir ordu gibi çalışmış, Büyük Doğu Derneği ve dergisi, konferansları ve yazıları ile hakkı savunmuştur. Menderes’ten bir miktar para istemişse muhtaç olduğu için. O davası için bu ülkede çalışmış, aç kalmış, itilmiş kakılmış bir insan, bu parayı satın alınmak için değil ihtiyacı olduğu için istemiştir. Bunu onu karalamak için kullanmak insafsızlıktır. Bu ülkede muhafazakar aydınlar cebinden çalışır, ben de otuza yakın eser sahibi iken kimseden ne yardım aldım ne de iane, ne de kimseden bir dostane himaye, ki bizim zamanımız onun zamanına göre farklı. Onun müdafaalarını okumadan söylenen söz yanlış olur, yeni nesiller bu yanlış bilgiler ile ünlü şaire şaibe ile bakarlar.
Onun yaptığını Bediüzzaman takdir eder “Zübeyir yorganımı sat Necibe ver Büyük Doğu’yu çıkarsın” der. Bunu Necip Fazıl duyunca yüzünü arkaya döner ve ağlar.
Umur Talu daha kibar olmayan bir dil kullanmış, “iki türlü rezillik, iktidarla yalvar yakar maddi ilişki.” O iktidarın başındaki aslında Necip Fazıl‘dır. Çünkü Anadolu toprağını ve dimağları zehirleyen adamlarla kırk yıl mücadele etmiş bir adam ektiği tarlaların çiftçisinden para isteyince iktidarın yalakası mı olur. Öyle olsaydı Recep Peker’den yüz bin lirayı alırdı veya matbaa kurma isteğine evet derdi. Edebiyat eleştirisi bir dil terbiyesidir, her şey söylense bile yazılmaz.