Şairin imaj zincirini ve şiir evrenini kuşatan mutlak üzerinde duralım. Mutlak üzerinde en idealist fikirlere Alman filozofu Schelling sahiptir. Onun felsefesi tam bir mutlak felsefesidir.
Düşünce fiziksel ve ahlaksal evrenin hem özü hem de üreten ilkesidir ve filozofun diyalektiği her şeyi oluşturan Tanrısal diyalektiğin özgür olarak yeniden tekrarlanmasından başka bir şey değildir. Din, kanunlar töreler, kurumlar hep mutlak düşüncenin ebedi ve içkin hareketinin sadık hayali olan düşünce hareketiyle açıklanır. Evreni kuran düşünce mutlak süreklidir. Herşey somut mutlak içindedir. Düşünce hareketi mutlak düşünceyi oluşturur. İnsan ruhunda Tanrı’nın oluşu genese demektir ve bunun son amacı insel ruha kendisinin mutlak olduğu bilincini vermekten ibarettir.
Schelling, mutlakı düşünen özneyle düşünülen nesnenin ortak kökü saymış ve onu karşıtların özdeşliği ne ben ne ben olmayan sanmıştı. Bu görüşte eşya mutlaktan geldiği için mutlakın dışındadır. Fichte’ye göre de mutlak özne ve nesne karşıtlığından biridir, Yani ben olmayan tarafından sınırlanmış olan bendir. Mutlak varlığın ve hareketin dışında olmadığı gibi bunlardan önce de değildir; belki bunların kendisidir ve bunların içindedir. Mutlakın kural ve amacı kendi içindedir. Hegel e göre karşıtların özdeşliği evrensel ilerlemenin düşüncenin ve hayatın gizidir.
Mutlaktan evrene ışıyan uyum, orantı, güzellik ve düzen bir küçük evren olan bireyde erdem olarak karşımıza çıkıyor.
Mutlak ve kayıtlı veya göreceli felsefenin de kelamın da en çok uğraştığı kelimelerden biridir. Buna kelam dilinde mutlak mukayyed, vacib, mümkin, felsefe dilinde absolutes ve relatives denilir. Evrenin fiziksel işleyişi ile insanların ruhsal hayatı tezad kanunu üzerine inşa edilmiştir. Maddi manevi hayatın, kozmik ve beşeri hayatın ikisi de bu tezada göre şekillenir. Mutlak ile mukayyed muhakkak zıtlığın en zor alanıdır. Ancak bu tezad olmasa bilinme ve gidiş gelişler olmaz. Bu iki zıtlığı klasik felsefe de modern felsefe de kabul etmiştir. ”Öğrenmenin ve nesnel gerçeğin çelişkili bir birlik meydana getiren birbirine karşıt iki özelliği ve belirlenimi..” (Manfred Buhr, Alfred Kosing, Bilimsel Felsefe Sözlüğü.s.288) “Mutlak denince kendi başına var olan, her çeşit koşulun dışında kalan, sınır tanımayan (aynı eser aynı sahife)anlaşılır.
Mutlak meselesi felsefe tarihinin önemli bir meselesidir. Schelling, Fichte, Hegel bunu farklı şekillerde ifade ederler. ”Schelling’in hareket noktası olan kavram başlıca söylenişiyle mutlak varlıktır. Fichte için Ben Hegel için Tin ne ise Schelling için mutlak varlık odur.“ (Ömer Naci Soykan, Schelling Felsefesinde Bir Araştırma , s 36) Schelling’in çok üzerinde durduğu bu kavram konusunda Soykan’ın yorumlarını alalım.”Sonra da bu mutlak varlıktan mutlak olmayan varlığa, başka bir deyimle , empirik gerçekliğin, görünüşlerin dünyasına, duyulur dünyaya nasıl geçildiği ve bu dünyanın nasıl bir görünümü olduğu ilkeleri bakımından araştırılacaktır. Böylelikle Schelling’in varlık karşısında aldığı tavır, birlikli bir bütün olarak kavranabilecektir.
Schelling mutlak varlıktan neyi anlıyor? Mutlak varlık bütün varlığı, bütün varlığın varolabilirliğini kendisinde içeren varlıktır. Mutlak varlıkla mutlak ben aynı şeydir. Mutlak ben mutlak varlığı kendinde ve kendisiyle belirleyen olarak onunla bir ve aynıdır. Ancak mutlak beninin mutlak varlığı bu belirlemesi, bir özne nesne ilgisini ve ayrımını göstermez. Arada hiçbir ayrımlaşma yoktur. Mutlak varlık ya da mutlak ben hakkında yalnız bir tek şey bilinir; bu da onun varlığıdır. O yalnızca benim, yalnız ben varım der. Benim benin kendisi hakkında söyleyebileceği herşeydir. Mutlak benin varlığından başka onun hakkında hiçbir şey bilemeyiz. Eğer o kendisini herhangi bir yüklemle tanımlasaydı, örneği o ben x’im deseydi , o zaman o biri özne ben diğeri nesne x olan iki ayrı şey olurdu ve bu da yine mutlakın tanımına aykırı olurdu. “(Aynı eser s 36)
Mutlak varlık ile nesneler dünyası arasındaki ilgi felsefe tarihini meşgul etmiştir.”mutlak varlıktan nesneler dünyasının nasıl çıktığı , bu iki dünya arasındaki ilgi sorunu , esasında Platon’dan beri tüm idealist filozofların önünde sonunda açık bırakmak durumunda kaldıkları sorundur. Permenides yanız var olan vardır (esti gar einai) demekle ve bu görünüşlerin nesnelerin dünyasını bir sanı bir aldatma olarak niteleyip yadsıyarak öyle bir sorunla karşılaşmamıştı. Oysa Platon idea öğretisinde varlığı biri kendi başına var olan hiç değişmeyen hakiki var olan to on ontos diğeri içinde bulunduğumuz hep değişme halinde olan genesis dünyası diye ikiye ayırmış olmakla sözünü ettiğimiz bu iki dünya arasındaki ilgi sorunu ile karşı karşıya kalmıştı. Schelling ondan yüzyıllar sonra “onların hiç değişmeden hep aynı kalması zorunludur. “(Aynı eser s 37) demiştir. Daha da ileri dilin mutlakı ifade edemeyeceği konusunda karar kılınmıştır. Schelling “Bizdeki o mutlak olan şey , insani bir dilin hiçbir yalın sözüyle ele geçmez.”(aynı eser s 39)
Göreceli olan ise “ bağımlı olarak var olan belli koşullarla geçerli bulunan , sınırlı olan anlaşılır”( Manfred Buhr, Alfred Kosing, Bilimsel Felsefe Sözlüğü .s 288)Bunlar arasındaki münasebetler de irdelenmiştir” Mutlak ve göreceli hem birbirlerini karşılıklı reddeden , hem de birbirlerini karşılıklı koşullayıp belirleyen karşıtlıklardır; çünkü mutlak hiçbir zaman tek başına varolmaz, ancak ve sadece göreceli olanın nedeniyle mutlaktır; “(aynı eser s 288) Necip Fazıl bu mutlak ve kayıtlı arasındaki ilişkileri sanatçı kimliği ile duyguları ve mantığı ile harmanlayarak bazı sonuçlara varır, bir filozof olmasa da filozofvari yorumlarda değerlendirmelerde bulunur. Necip Fazıl da filozoflar gibi mutlakın nitelikleri konusunda çok şey söylemez. Söyleyemez. Ama, iki alem arasındaki geçişleri, münasebetleri, mutlakın kapılarını, oradan buraya gelişleri , mutlakın imkanları ile imkan dünyasının imkanlarını karşılaştırır, bir takım yorumlara sonuçlara varır. Onlara filozoflar gibi akıl planında soğuk değil kalbin sıcağında erimiş aklın gözüyle yaklaşır, etkilenir ve etkiler.
Mutlakı arayan akıldır. Etrafı vesvese vehim ve şüpheler ile çevrilirir. Ama Necip Fazıl aklın güçsüzlüğünü ve silahlarının yetersizliğini söyler.
Akıl, kırık kanadı hiçin;
Derdi gücü, nasıl ve niçin
Bağlı perçin üstüne perçin,
Çile 24
Akıl hem de “yırtık çuval sökük dağarcıktır.”
Çile 228
Akıl sadece nasıl ve niçin sorularını sorar. Ama üstüste perçinler onun suallerine cevap almasını engeller. Özellikle mutlak konusunda büyük akıllar yani filozoflar dahi birşeyler söyleyememiştir, bir şairin söyleyecek sözü de ona göredir. Akıl cücedir, bilmece salıncağında çocuktur. Akıl sadece kendini hayat karşısında idare hakkına sahiptir, kainatın büyük esrarını çözmeye kalkınca cücedir. Evrenin inşa mantığı insanı mühendis olarak kabul etmemiştir.
Cüce akıl bilmece salıncağında çocuk:
Bir ufacık fıçıcık içi dolu turşucuk...
Çile 266
Filozoflar da aklın sınırlarını belirlemişlerdir. Voltaire felsefe lügatinde ironik bir şekilde aklın , zekanın sınırlarını belirler.” Onlar her yandadır, zavallı doktor. Kolunun ve ayağının arzuna nasıl itaat ettiğini , karaciğerinin nasıl etmediğini bilmek ister misin? Düşüncenin cılız idrakinde , şu çocuğun da bu kadının rahminde nasıl teşekkül ettiğini araştırıyor musun? Cevap vermek için sana mühlet bırakıyorum. Madde nedir? eşitlerin bunun hakkında on bin cilt kitap yazdılar; bu cevherin bazı vasıflarını buldular; çocuklar da bunu senin kadar biliyorlar. Ama gerçekte bu cevher nedir? Senin bu hususta bir fikrin olmadığından , daha iyisini beceremiyerek , latince nefes manasına gelen bir kelimeden alıp ruh esprit dediğin şey nedir?
Toprağa attığım şu buğday tohumuna bak da onun başakla yüklü bir sap meydana getirmek için nasıl yüklendiğini bana söyle. Aynı toprağın nasıl olup da şu ağacın tepesinde elma, yanındakinde kestane yetiştirdiğini bana öğret. Sana böyle sahifelerce sualler sorabilir ki hepsine de dört kelime ile cevap vermek zorunda kalırsın: Bir şey bildiğim yok.
Bununla beraber diplomalarını aldın, sen de kürklendin, külahlandın da, ve sana üstad diyorlar. Sonra bu kendini beğenmiş ahmak, küçük bir şehirde küçük bir işe sahip olur, anlamadığı şeyler hakkında hüküm vermek onları kötülemek hakkını satın aldığını zanneder? Montaigne’in düsturu: Ben ne bilirim di ; senin ki de şudur: Ben ne bilmem ki?”(Voltaire , l, Felsefe Lügati s.117)
Necip Fazıl’ın mutlakı aramada araçları vehim , vesvese ve kurcalamadır. Kendini tarif eder “ Ben şairim, gaibi kurcalayan çilingir;”(Çile 65)Necip Fazıl realistler gibi sarahatın, açıklığın peşinde değildir. Bütün filozoflar ve büyük düşünce adamları gibi büyük bir meraka sahiptir. Çok yüksek frekansta merak ve pathos sahibidir Necip Fazıl aynı zamanda hayret ve vecd sahibidir. O kendini meçhuller caddesinin kimsesiz seyyahına benzetir.
Ben kimsesiz seyyahım, meçhuller caddesinin
Çile 55
Karışık, düğüm, bağ, çözülmezlik anlamına gelen Ukde isimli şiirinde mizacını ortaya koyar.
Akıl sorular ile sorgular ama yeterli değildir.
Nasıl alsın deryayı;
Kafa bir küçük kase...
Akla yoktur çıkar yol;
Ne hesap ne hendese
Çile 196
Vesvese ise onun annesidir. Onu doğan vesvesedir. Büyüten vesvesedir. Filozofların metodik şüphe dediği insanı geliştiren bir teşvik kamçısıdır.
Rahatlık senin deden;
Benim annem vesvese .
Bu ukdenin dilinden ,
Kalmadı anlar kimse
Çile 197
Vehim ile vesvese aynı nitelikte hislerdir.Şair vehmi beyin törpüsü olarak niteler.Ancak beyni çalıştıran saçma yerine göre de mantıklı şıklar sergileyen ama insanı rahat koymayıp çalışmaya didişmeye sevkeden vehim dir. Aşırı olmamak şartıyla ,faraziyeler üreten insanın yaz boz tahtasıdır vehim.
Vehim kadehinde zehirli tütsü...
Kıvrım kıvrım,
Beyin törpüsü...
Çile 205