Neden dünyanın küçük meselelerini takip ediyoruz?

Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim

Azîz kardeşlerim, siz katî biliniz ki, Risâle-i Nur ve şâkirtlerinin meşgul olduklan vazife rûy-i zemindeki bütün muazzam mesâilden daha büyüktür.

Onun için, dünyevî merakâver meselelere bakıp, vazife-i bâkiyenizde fütur getirmeyiniz. Meyve'nin Dördüncü Meselesini çok defa okuyunuz, kuvve-i mâneviyeniz kırılmasın.

Evet, ehl-i dünyanın bütün muazzam meseleleri, fânî hayatta zâlimâne olan düstur-u cidâl dairesinde gaddarâne, merhametsiz ve mukaddesât-ı dîniyeyi dünyaya fedâ etmek cihetiyle, kader-i İlâhî, onların o cinâyetleri içinde, onlara bir mânevî cehennem veriyor.

Risâle-i Nur ve şâkirtlerinin çalıştıkları ve vazifedar olduklan fânî hayata bedel, bâkî hayata perde olan ölümü ve hayat-ı dünyeviyenin perestişkârlarına gâyet dehşetli ecel celladının hayat-ı ebediyeye birer perde ve ehl-i îmânın saadet-i ebediyelerine birer vesîle olduğunu iki kere iki dört eder derecesinde katî ispat etmektedir; şimdiye kadar o hakîkati göstermişiz.

Elhâsıl, ehl-i dalâlet, muvakkat hayata karşı mücâdele ediyorlar.

Bizler, ölüme karşı nûr-u Kur'ân ile cidâlde onların en büyük meselesi (muvakkat olduğu için) bizim meselemizin en küçüğüne (bekâya baktığı için) mukâbil gelmiyor. Mâdem onlar dîvânelikleriyle bizim muazzam meselelerimize tenezzül edip karışmıyorlar;

biz, neden, kudsî vazifemizin zararına, onların küçük meselelerini merakla takip ediyoruz?
Bu âyet “Siz doğru yolda oldukça, sapıtmış olanlar size zarar veremez.” (Mâide Sûresi: 105.) ve usûl-ü İslâmiyetin ehemmiyetli bir düsturu olan "Başkasının dalâleti sizin hidâyetinize zarar etmez. Sizler, lüzumsuz onların dalâletleriyle meşgul olmayasınız..." düsturun mânâsı, "Zarara kendi râzı olanın lehinde bakılmaz. Ona şefkat edip acınmaz."

Mâdem bu âyet ve bu düstur, bizi zarara bilerek râzı olanlara acımaktan menediyor, biz de bütün kuvvetimiz ve merakımızla, vaktimizi kudsî vazifeye hasretmeliyiz. Onun haricindekileri mâlâyânî bilip, vaktimizi zâyi etmemeliyiz. (Emirdağ Lâhikası-I)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:

BÂKÎ : Ebedî, dâimî, sonu gelmez, ölmez, sonsuz.
CELLÂD : İdâma mahkûm olanları îdam etmekle vazifeli şahıs.
CİDÂL : Sözle mücâdele, ateşli konuşma; muhârebe; cenk; kavga, mücadele, çarpışma, çekişme.
DÜSTUR-U CİDAL : Çarpışma kaidesi. Sürekli çarpışma.Hayat bir mücadeledir kuralı.
ECEL : Her mahlûkun ve canlının Allah tarafından takdir edilen ölüm vakti.
EHL-İ DALÂLET : Doğru ve hak yoldan sapanlar, îmân ve İslâmdan çıkmış olanlar.
ELHÂSIL : Kısacası, netice olarak, özetle.
FÂNÎ : Geçiçi, sonu olan, son bulan
FÜTUR : Yeis. Ümidsizlik. Usanç. * Zaaf. * Keder, gam. * Gevşeklik.
GADDARÂNE : Zâlimcesine, hiddet ederek.
HASRETMEK : Bir şeyi içine almak. Yalnız birşeye mahsus kılmak.
HİDÂYET : Doğru inanç ve yaşayış üzere olmak.
KATÎ : Kesin.
KUVVE-İ MÂNEVÎ : Mânevî kuvvet. Moral gücü.
MÂLÂYÂNÎ : Mânâsız, faydasız, boş şey.
MERAKÂVER : Merak verici, düşündürücü.
MESÂİL : Meseleler.
MEŞGUL : (Şugl. den) Bir işle uğraşan. * Dalgın. * Doldurulmuş, tutulmuş, işgal olunmuş.
MUAZZAM : Büyük, iri, kos koca.
MUKABİL : Karşı, karşılık olarak, bedel.
MUKADDESÂT-I DİNİYE : Dînen kudsî ve kusursuz sayılan şeyler.
MUVAKKAT : Geçici; kısa bir zaman, vakitli, fâni.
PERESTİŞKÂR : İbâdet edercesine seven, çok ileri sevgi ve hürmet besleyen.
RÛY-İ ZEMİN : Yeryüzü.
ŞÂKİRT : Talebe, yardımcı.
USÛL-Ü İSLÂMİYET : İslâmiyetin prensipleri, usûlleri.
VAZİFE-İ BÂKİYE : Daimi vazifeler.
ZÂYİ : Elden çıkan, kaybolan, zarar, ziyan, kayıp.
 

Risale-i Nur Haberleri