Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, çok başarılı geçen son Ortadoğu turnesinde, belki biraz da İsrail faktörünün etkisiyle, bugüne kadar netleştirmediği kadar keskin bir ‘Müslüman-demokrat’ portresi çizdi.
Küresel sistemle Müslüman dünya arasında köprü olacak bir Türkiye’nin kotlarını derinden algıladığının sinyalini verdi.
Ayrıca Ortadoğu’daki beyanlarıyla Başbakan’ın epeydir ayarını ve öngörüsünü kaybetmiş olan dış politikaya da yeniden bir istikamet verme arzusunda olduğunu gösterdi sanıyorum...
***
Başbakan Erdoğan’ın son Ortadoğu gezisinde sergilediği ‘Müslüman-demokrat’ kimlik acaba bugün okula başlayan çocukların yaşamına ne zaman yansır diye düşündüm...
Örneğin, Mısır’a ‘laik bir anayasa’ öneren Erdoğan laiklik tanımını da şöyle yapıyor:
“Laik devlet, her inanç grubuna eşit mesafededir. İster Müslüman olsun, ister Hıristiyan olsun, ister Musevi olsun, ister ateist olsun. Hepsinin güvencesidir. Olayın aslı budur.”
Ama bu tanım Türkiye’de hiçbir zaman geçerli olmadı...
Sanırım bugün okula başlayan çocuklarımız da kendi ömürleri içinde Ermeni bir general göremeyecek...
Neden?
Başbakan’ın çok net biçimde tarif ettiği gerçek laikliğe henüz kavuşamadığımız için.
Ancak Başbakan’ın beyanlarının sevindirici yanı, bu ifadelere uygun bir anlayışın Türkiye’de bundan böyle daha fazla geçerli olacağının işaretini vermesi...
Devletin tüm kurumları gibi örneğin belediye işletmeleri de ‘Müslümanca’ değil, farklı yaşamlara da uygun bir ‘demokratik laiklik’ anlayışına göre işletilecek...
Çünkü dışarıya öğütlediğini içeride uygulamamak gibi bir tutarsızlık olamaz.
***
Ama menzile varmamıza daha uzun zaman var gibi...
Siyasetin neden hala din, ırk ve mezhep üzerinden yapıldığına ve neden çok uzun bir zaman daha Ermeni bir generalimizin olamayacağına dair çarpıcı bir çalışmaya bir kez daha dün hem de tam bu yazının başına oturmadan önce rastladım.
İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası’nın hazırladığı ‘Türkiye Vergi Profili’ araştırması, Türkiye’de ‘vergi alan bir devlet’ ile ‘vergi veren vatandaş’ ilişkisinin henüz kurulamadığını gösteriyor.
Türkiye’nin de üyesi olduğu OECD üyesi ülkelerin verileri dikkate alındığında, vergi oranlarının ülke milli gelirlerinin ortalamasının yaklaşık yüzde 35 düzeylerinde seyrettiği görülüyor...
Bu oran Türkiye’de ancak yüzde 25 seviyesinde... Türkiye’nin vergi gelirinin milli gelir içindeki payı açısından geride kalmasının temel nedeninin, gelir ve kurumlar vergisinin adil bir şekilde toplanamaması ile kayıt dışı ekonomi olduğu bilinmekte...
***
Devlet, toplum ve ikisinin ilişkinden doğan vatandaşlık anlayışını vergi doğurup büyütür... Temelde bu yapısal çarpıklık çözülmeyince, Türkiye ne demokrasiyi, ne laikliği, ne de temel hak ve özgürleri layık olduğu noktada üretemiyor...
Düşünün ki Haziran’da 24 milyon 901 bin çalışan insanımızın 10 milyon 519 bininin herhangi bir sosyal güvencesinin bulunmadığı açıklandı... Yani çalışan nüfusun yüzde 43,5’i kayıt dışı.
Fiilen üretip, hukuken görünmüyorlar...
***
Laiklik zengin toplumun yavrusudur...
Türkiye zenginleşmedikçe gerçek bir laikliğe de kavuşamaz. Siyaset din, ırk ve mezhep üzerinden faaliyet gösterecek ve laik olduğumuzu söylesek de hiçbir zaman Türkiye Cumhuriyeti’nin Ermeni bir vatandaşı general olamayacak...
Ama bizzat başbakanın laiklik konusunda çizdiği yol haritası, hiç olmazsa doğru yolda ilerleyeceğimizin ümidini ve güvenini yaratıyor.
Nasıl bir ülke olmak istediğimizi net biçimde bilince, öyle bir ülke olabilmek için doğru yolları da daha kolay keşfederiz çünkü.
Star