Alâk sûresiyle yazarlık arasında kurduğum bağıntıyı belki ziyade görenler olabilir. “Bu çocuk iyice aşırıya gitti, abarttı” diyenler olabilir. Fakat ne yalan söyleyeyim, vazgeçmeyeceğim. Zira herkesin Kur’an’dan—onun mizanlarına uygun hareket ettiği müddetçe—yalnız kendisini bağlayacak ama herkese de faydalı olabilecek zenginlikler, renkler devşirebileceğini düşünüyorum. Öyle ya... Kur’an’da Vahidiyet tecellileri kadar Ehadiyet tecellileri de var.
İsm-i Rahman’ın yansımaları içinde (belki bir adım ötesinde) Rahimiyetin cilvelerini göremiyorsak bizim kabahatimiz. Yoksa Cenab-ı Hakkın hepimizle konuşması, aynı kelam içinde her birimizle tek tek konuşmasına engel değil. Tıpkı güneşin aydınlatmasında olduğu gibi...
Bugün de aynı sûrenin 15 ve 16. ayetlerinin mealine dikkatinizi çekeceğim. Şöyle buyuruyor Rabb-i Hakîm o ayet-i kerimelerde (Diyanet İşleri mealine göre): “Hayır! Andolsun, eğer vazgeçmezse, muhakkak onu perçeminden; o yalancı, günahkâr perçeminden yakalarız.”
Burada, benim dikkatime dokunan nüanstan, ilk sualim şöyle şekilleniyor: “Neden başka bir uzvundan değil de perçeminden yakalıyor Cenab-ı Hak?” Ve bir soru daha ekleniyor ardından ona: “Neden yakaladığı o uzvu günahkâr olmakla itham ediyor ve cehenneme atıyor?” Perçemi alın ve civarı olarak düşündüğümde buna bir cevap bulamıyorum.
Nette başka başka mealleri karıştırmaya devam ediyorum. Derken bir başka meal imdadıma yetişiyor. Bakınız o mealde 16. ayetin açıklaması bir küçük parantez içi ifadeyle nasıl yapılıyor, zenginleştiriliyor: “O yalancı, o hata yapan alnı (beyni)!” Bu ifadeyle birlikte birazcık daha bulutlar dağılıyor zihnimde.
Öyle ya, bizim sûrenin bir vechinin, mana katmanlarından bir katmanının baktığını iddia ettiğimiz yazar/düşünür taifesinin de bu yolda en çok istimal ettiği organı, beyni değil mi? Belki de ayet-i kerime, muhataplarının bu ‘ehl-i fikir’ olma yönlerine dikkat çekerek bu meziyetlerinin altını çiziyor. Yani bu yüzden başka bir uzuvlarından tutarak değil, bizzat perçemlerinden (alınlarından ve onun altındaki çok övündükleri beyinlerinden) tutarak onları cehenneme yuvarlıyor. Hatta Suat Yıldırım mealinde bu ifade aynen şöyle:
“Hayır! Hayır! Olmaz böyle şey! Eğer bu tutumundan vazgeçmezse, onu perçeminden tutup cehenneme sürükleriz. Evet, o yalancı ve suçlu perçeminden tutup sürükleriz.” Yani işlenen günah daha çok uzva ait olduğu için itham edilen organ da yine bizzat o...
Görüyorsunuz ya, bir ayet-i kerimenin sonsuza kadar hitap ettiği bir kesim mutlaka var. Bütün zamanlarda muhatabı olan sınıflar var... Elbette bu ayetlerin nüzûl sebepleri onların anlaşılmasında önemli bir değer taşıyor.
Ancak nüzûl sebeplerinin ötesinde bütün zamanlara hitap eden öğütlerini anlamak, Bediüzzaman’ın, Risalelerde, Kur’an’da geçen ‘ehl-i kitap’ ifadesinin bu zamanda ekseriyetle ‘ehl-i mektep’ olan modern asrın insanlarına da hitap ettiğini söylediği yeri düşününce daha bir manidar geliyor bana. Hakikaten bu zamanın insanları (bir başka yönüyle) ehl-i kitap denmeyi öncekiler kadar hakediyorlar. Tüyap Kitap Fuarındaki kalabalıktan edindiğim izlenim de buraya bir dipnot olsun.
Evet, Alâk sûresindeki yolculuğumuz bugün de bu kadar. Ama sanmayın bitti. Bu denizin içindeki inciler bir gafil avcının bulduklarıyla bitmez, tükenmez. Kimbilir daha neler neler var bu ayetlerde. Fakat ben de hemen pes etmeyerek birkaç yazıda daha onları avlamaya çalışacağım. Tevfik Allah’tan...
twitter.com/yenirenkler