H. İbrahim Önal’ın haberi
RisaleHaber-Diyarbakır Eğitim Grubu tarafından her yıl öğretim sezonu boyunca haftada bir düzenlenen “Üniversite Seminerleri”nin biri daha gerçekleştirildi.
Elektrik-Elektronik Mühendisliği öğrencisi Zeynelabidin Sevgili’nin sunduğu "Risale-i Nur Hizmeti ve Hizmet-i İmaniyeye Mani Olabilecek İnsani Zaaflar" konulu seminerde Risale-i Nur’un önemi ve şeytanın insana verdiği beş desiseyle ilgili ayrıntılı bilgiler verildi. Risale-i Nur’un bu zamandaki ehemmiyetine, bu zamanda neden Risale-i Nur okunması gerektiğini, beş desise-i şeytaniye olan hubb-u cah, havf (korku) damarı, tama, enaniyet, tembellik ve tenperverlik konuların işlendiği seminere ilgi büyük oldu.
Risale-i Nur’u okumanın ve hayata geçirmenin ehemmiyetli olduğunu ifade eden Sevgili, Peygamberimizden (a.s.m) sonra Peygamber gelmeyeceğini O’nun yerine Hadis-i Şeriflerinde buyurduğu üzere her yüzyılda bir İslam’ı o asra göre yapılandıran, tecdid eden müceddidler gelecek, bu müceddidler o asrın manevi hastalıklarına Kur’an’dan reçeteler sunacaklardır" dedi.
Sevgili, “bu zamanda en büyük manevi hastalık fen ve ilimden gelen imansızlık veya iman zayıflığıdır, bizim bu asırdaki kabulümüz, iman zayıflığına ve imansızlığa en güzel reçeteler içeren, Kur’an’ın i’cazı Risale-i Nur tefsirleridir” dedi.
Risale-i Nur’un bu zamanda tercih edilen bir eser olmasının sebeplerine değinen Sevgili, eskiden iman zayıflığı, cehaletten kaynaklanırdı. Evliyaların keramet göstermesi bu açığı kapatabiliyordu. Fakat bu zamanda imana gelen taarruzlar fenden gelmektedir ki, bunun da izalesi zordur. Bu taarruzlara karşı kuvvetli mantıklı deliller getirmek gerekir ki, Risale-i Nur bu zamanda buna vakıftır” şeklinde konuştu.
Her türlü günahın, kitle iletişim araçlarının da yaygınlaşması ile üzerimize sel gibi akması, hayat tarzlarının değişmesi ile hizmet tarzının da değişmesi, insanların dünyevi ihtiyaçlarının artması, zamanın zaruri olmayan şeyleri ihtiyaç haline getirmesi büyük bir zaman kaybına yol açtığına dikkat çeken Sevgili, eskiden iman hizmetinin medrese, tekke ve zaviye gibi ilim irfan mekteplerinde verildiğini, bu ilim irfan mekteplerinin de kapatılması ile birlikte şartların tamamen değiştiğini, buna mukabil üstadın “Eski medreselerde beş on seneye mukabil, inşallah nur medreseleri beş on haftada aynı neticeyi temin edecek ve 20 senedir ediyor” sözüyle Risale-i Nur’un zamandan büyük bir tasarruf ve her yerde her koşulda ilim öğrenilebilme özellikleriyle dezavantajları avantaja çevirdiğini ifade etti.
Sevgili şeytanın beş desisesine değinerek seminerine şöyle devam etti:
Bu zamanda herkesin ve bilhassa Müslümanların başına öyle bir hadise ve öyle bir dava açılmış ki, her adam eğer alman ve İngiliz kadar serveti olsa ve aklı da varsa o tek davayı kazanmak için bilatereddüt sarf edecek.
Eğer iman vesikasını insan sağlam edemez ise o davayı kaybedecek. İman vesikasını bize kazandıracak dava vekilimiz Risale-i Nur ve Risale-i Nur hizmetidir. (Dünyanın bütün serveti bize verilse de bize, 100 (en fazla) senelik hayat, sonsuz bir hayatın yanında matematiksel olarak daima ihmal edilir.)
Her ne kadar iman hizmetinin içinde bulunsak da ihlas Risalesinde geçen bir hakikat bir hadis vardır. “İnsanlar helak olur, ancak bilenler hariç, bilenler de helak olur, ancak bildiklerini yaşayanlar hariç. Bildiklerini yaşayanlar da helak olur. Ancak ihlâslı olanlar hariç. İhlâslı olanlar da her an onu kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyadırlar.” Bundan dolayı ihlası kıracak ve hizmetimize mani olabilecek sebeplerden yılandan akrepten çekindiğimiz gibi çekinmemiz gerekir. Bu sebeplerden en önemlileri ve tehlikeli olanları şunlardır:
Hubb-u Cah
“İnsanda ekseriyet itibariyle Hubb-u Cah denilen hırs-ı şöhret ve hodfüruşluk ve şan-ü şeref denilen riyakârane halklara görünmek ve nazar-ı ammede(umumun nazarında) mevki sahibi olmaya, ehli dünyanın her ferdinde cüz’i külli arzu vardır. Ehli dünya için bu arzu çok dağdağalı Ehl-i ahret için ise gayet tehlikelidir.”
Bunu ilk zamanlar okuduğumda aklıma ilk gelen dünyevi makamlar olurdu.(başbakan, milletvekili, vali, şirket müdürü vs.) Fakat Risale-i Nuru biraz daha tefekkür edince bazen bunların küçük versiyonlarının içimizde hükmettiğini fark ettim. Temelinde enaniyet yattığı için hemen hemen her övgüye medar olabilecek konuda karşımıza çıkabiliyor. Burada nefis her cazibedar övgüde kendine hisse vermek istiyor.
Misal vermek gerekirse; “gol kralı ben olayım maçta herkes beni övsün, şu soruya ben cevap vereyim arkadaşlarımın nazarında yükseleyim” gibi…
Üstadımız hubb-u cahı ahlak-ı seyyienin kaynağı ve insanların en zayıf damarı olarak nitelemiştir. Peki ihlasımızı zedeleyecek bu sebepten nasıl içtinap edebiliriz.
*Kişi hubb-u cahın hakikatini çok iyi anlar ve ihlasa zarar verecek çok büyük bir etken olduğunu anlar ve o hissi susturur.
*Susturamaz ve kalbinde çıkaramaz ise ihlası ve Allah’ın rızasını esas tutmakla büyük bir manevi mevki kazanmaya çalışır. (Risale-i Nurun alışkanlıkları başka taraflara kanalize etme) Bunun sonucunda muhteşem bir makam kazanır ki o hubb-u cah damarını kemaliyle tatmin eder.
Böylece birkaç yılanı kendinden kaçırır. Ona bedel çok mübarek mahlûkları arkadaş bulur, onlarla ünsiyet eder.
Havf(korku) Damarı
İlk başta korkunun mahiyetine bir bakalım.
İnsanın havfa(korkuya) ve muhabbete(sevgiye) alet olacak iki cihaz fıtratında derç olunmuştur. Alaküllihal o iki muhabbet ve havf ya halka(insanlara) veya hakka(Allah’a) müteveccih olacak. Halbuki halktan havf elim bir beliyedir. Çünkü sen öylelerden korkarsın ki sana merhamet etmez veya senin istirhamını kabul etmez.
Başka bir hakikatte de şu cümleler geçmektedir.
Cenab-ı Hak havf damarını hıfz-ı hayat(hayatı korumak) için vermiş. Tahrip için değil. Korku iki, üç, dört ihtimalden bir olsa hatta beş, altı ihtimalden bir olsa ihtiyatlı bir korku meşru olabilir. Fakat yirmi otuz ihtimalden bir ihtimal ile korkmak evhamdır. Hayatı azaba çevirir.
Eskiden sürgünler, mahkemeler, hapis cezaları, takip taciz ve baskınlar, fişlemeler, tehditler, devlet dairelerinde terfi ettirmemeler, fazla iş ve görev vererek hizmete mani olmaya çalışıyorlardı. Ehl-i dünya ve şer odakları şartların değişmesi ile yöntemlerini değiştirdiler.
Bu zamanda özellikle karalama kampanyaları, Risale-i Nur’a olan ilgiyi tabiri caizse öcü gibi göstermek, nur talebelerini toplum içinde yalnızlaştırmak gibi yöntemlere başvuruluyor. Bunlara karşı ihlas, tezellüle girmeden hizmet etmek, müsbet hareket, Risale-i Nurlara sebat ve metanet ile bağlanarak ve iman hizmetini daha önce de belirttiğim gibi her şeyin fevkinde bilerek ve yaşayarak karşı koyabiliriz.
Tama
Allah kainatı insan yaşamı için bir model yapıp önüne sunmuş. Modern vahşi hayvanların davranışlarına bakarak hayatı bir mücadele olarak görmüş ve rızkını o şekilde kazanmaya çalışıyor.
Halbuki o modele baktığımızda şu hakikati görürüz.
Tilkilerin kurnaz, atik ve şiddetli bir şekilde rızık peşinde olmalarına rağmen aç kalmaları. Buna mukabil balıkların aptal ve iktidarsız olmalarına rağmen mükemmel beslenebilmeleri, meyve kurtlarının çok aciz olmasına rağmen meyvelerin en güzel yerlerini yemeleri o görüşü çürütüyor.
Demek ki meşru rızık iktidar ve ihtiyarın derecesine göre değil belki acz ve iftikar nisbetinde geliyor.
Madem hakikat budur. Şu düsturu kendimize rehber edinmeliyiz.
“Ey kardeşlerim eğer ehli dünyanın dalkavukları ve ehli dalaletin münafıkları sizi insaniyetin şu zaif damarı olan tama yüzünden yakalasalar, geçen hakikati düşünüp bu fakir kardeşinizi numune-i imtisal ediniz. Sizi bütün kuvvetimle temin ederim ki, kanaat ve iktisat, maaştan ziyade sizin hayatınızı idame ve rızkınızı temin eder.”
Enaniyet
Enaniyet enenin yanlış kullanılarak, neticeleri kendine alması halidir diyebiliriz. Çoğu ahlak-ı seyyienin küfrün ve dalaletin kaynağı enaniyettir. İnsanların en tehlikeli damarıdır. Enaniyeti sebeb olduğu birkaç ahlak-ı seyyieden bahsedelim.
Hubb-u cah: Başka insanlar değil, ben önplanda olayım.
İnat: Allah rızası için kullanılmadığında kişiyi bazen küfre kadar götürebilir.(Küfr-i inadi)
-onun dediği değil benim dediğim olacak.
Kıskançlık : Allah rızası için kullanılmadığında ihlası zedeleyebilir. Neden o zengin ben değilim, neden o benden daha iyi biliyor. Benim dediklerim kabul görsün.
Yukarıda da görüldüğü gibi enaniyetin temelinde yatan“BEN” kelimesi gizli bir şekilde vurgulanıyor.
Peki buna karşı düsturumuz veya düsturlarımız ne olacak.
Kardeşlerimizin meziyetleri ile iftihar etmek.
Hizmet içindeki kardeşlerin ben yerine biz demeleri ve ehli tarikatın fena fiş şeyh, fena fir resul gibi riyadan kurtaran vasıtaların bu zamanda birisi de fena fil ihvandır(kardeşler arasında tefani) yani şahsiyetini ve enaniyetini kardeşlerin şahsi manevisi içinde eritmektir.
Büyük bir havuza sahip olabilmek için, bir buz parçası hükmündeki enaniyet ve şahsiyetimizi o havuz atıp eritmemiz gerekir. Yoksa o buz erir buharlaşır zayi olur.
Tenbellik ve Tenperverlik
Üstad münazaratta şunu vurguluyor.
Tenperverlik ve meylürrahat, rahata ve keyfe düşkünlük bütün meşakkatlerin, zorlukların ve daha da ilerisi bütün rezaletlerin yuvasıdır. İnsanlardaki himmet ve gayret özelliklerinin ayağına prangalar vurur. Bu güzel meziyetleri sefalet zindanına atar.
Buna karşı düsturlarımız; dünyanın ücret yeri değil, hizmet yeri olduğunu hatırlamak, hizmetin her şeyin fevkinde olduğunu bilip himmeti dağıtmamak, hizmette sabır ve tahammül göstermek, sarsılmaz metanet sahibi olmak gibi ilkeler olmalı.