Dün, Diyarbakır’da Cahit Sıtkı Tarancı Kültür Merkezi’nde Karpuz Kesme Günleri’nin dokuzuncusu düzenlendi.
Coşkulu geçen program bana çok şey katmakla birlikte çok şey de öğretti.
Risaleler’i daha iyi okuma gayreti içerisinde olmakla birlikte aynı zamanda akademik platformlarda akademik beceri yeteneği gelişmiş kişilerle tefekkür programları ile birlikte yılsonu değerlendirme programları adı altına çeşitli organizasyonlar yapmanın elzem olduğunu bir kez daha müşahede etmiş olmakla birlikte böyle bir programı idrak etmenin feyiz ve mutluluğunu da yaşıyorum.
Programa Hür Adam filminde Said Nursî başrolünü oynayan Mürşit Ağa Bağ da davetli olduğunu öğrenince zihin dünyamda bazı merak edici sorular uyanmıştı. Program süresi boyunca bu sorulara da cevap aramaya çalışacaktım.
Merak ettiğim sorulardan en önemlisi; bir oyuncunun, filmden önceki Said Nursi algısı ile filimden sonraki Said Nursi algısının ne ölçüde değiştiğiydi. Veya Said Nursi’yi oynayan bir oyuncunun filimden sonra da Said Nursi olarak kalıp kalamayacağıydı.
Film, Said Nursi’yi tanımayan bazı insanlara adını duyurup tanımaya gayreti ile çevrilmişti. Öyleyse en başta, Said Nursi rolünü oynayacak oyuncuda bir takım değişiklikler olması gerekiyordu. Sonrasında ise amaca ulaşmaya yatkın bir film sahih bir biçimde başarılı çekimle gerçekleşmiş olabilirdi. Dolayısıyla Said Nursi’yi yeterince tanımayan bir oyuncunun Said Nursi’yi tanıtma gayreti içerisinde olup rollere girmesi, yani filimde oynayacak olması açıkçası bana biraz anlamsız geliyordu.
Önce bu merakımı gidermeliydim: Acaba Mürşit Ağa Bağ film öncesinde yeteri kadar Said Nursi’yi tanıyabilmiş miydi? Said Nursi’yi tanımak demek Said Nursi hakkında bilgi sahibi olmak demek değildi elbette. Onun gibi yaşamak, ona benzemek, onun yaptıklarını yapmaktı. Bu açıdan Mürşit Bey bunları yapmış mıydı? Mesela bir çanak çorba, bir bardak su ve bir lokma ekmek ile yetinmiş miydi?
Said Nursi’yi kim, hangi ölçüde, nasıl ve ne kadar tanıyabilirse, o ölçüde ona benzeyebilir. O’nun yerine geçtiği vakit de, ona benzediği ölçüde canlandırabilir onu. Bu açıdan filimde çok ciddi bir Said Nursi rolünü gördüğüm ve adeta gerçek Said Nursi ile tanıştığım hissini bende uyandıran filimdeki Mürşit Ağa Bağ, gerçekte de Said Nursi gibi yaşıyor muydu? Merakımı celp eden sorulardan biriydi bu.
Bu açıdan, program süreci boyunca Mürşit Bey’in yaptığı konuşmalar çerçevesinde kendisini iyice gözlemleyecek ve sorulara yanıt aramaya çalışacaktım.
Esasında Said Nursi olmanın kolay ama Said Nursi kalmanın kolay olmadığını öğrendim.
Said Nursi ile aynı olmak demek defalarca zehirlenmek türlü türlü hakaretlere maruz kalmak, esaretler, zindanlar, idam sehpaları görmek demekti. Said Nursi gibi yaşamak demekti. Ne ben ne de Mürşit Ağa Bağ ne de siz, yani hiçbirimiz defalarca zehirlenmedik, türlü türlü hakaretlere maruz kalmadık, idamlar sürgünler esaretler yaşamadık. Bir çanak çorba bir lokma ekmek bir bardak su ile yetinmiyoruz.
Bu açıdan Said Nursi olma gayretimin bunca yıl neden gerçekleşemediğini ve neden hala bir genç said bile olamadığımı sorgulama niyetinden vazgeçtim. Zira artık ben önce kendim olmalıydım.
Kendi eksikliklerim, duygularım, düşüncelerim, hissiyatlarım ile kendimi Risaleler’e adamalıydım önce. Nihayetinde anladım ki, artık Risaleler’e Said Nursi olmak için değil, kendim olmak için muhatap olmalıydım. Kendim olmaya çalıştığım ölçüde Risaleler’i anlayabilir, Risaleler’i anladığım ölçüde ise Said Nursi’yi anlayabilir, Said Nursi’yi anladığım kadarıyla genç bir said olabilirdim.
Risaleler’e kendimiz olma muhatabiyetiyle yaklaşma temennisi ile…