Bismillahirrahmanirrahim
(2) اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ (1) بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim,
(Hem mânevî, hem maddî bir kaç cihette sorulan bir suale mecburiyet tahtında bir cevaptır.)
Sual: Neden, ne dahilde, ne hariçte bulunan cereyanlara ve bilhassa siyasetli cemaatlere hiçbir alâka peydâ etmiyorsun? Ve Risale-i Nur ve şakirtlerini mümkün olduğu kadar o cereyanlara temastan men ediyorsun? Halbuki, eğer temas etsen ve alâkadar olsan, birden binler adam Risale-i Nur dairesine girip, parlak hakikatlerini neşredeceklerdi; hem bu kadar sebepsiz sıkıntılara hedef olmayacaktın.
Elcevap: Bu alâkasızlık ve içtinabın en ehemmiyetli sebebi: Mesleğimizin esası olan ihlâs bizi men ediyor. Çünkü, bu gaflet zamanında, hususan tarafgirâne mefkûreler sahibi, herşeyi kendi mesleğine âlet ederek, hattâ dinini ve uhrevî harekâtını da o dünyevî mesleğe bir nevi âlet hükmüne getiriyor. Halbuki, hakaik-i imaniye ve hizmet-i nuriye-i kudsiye, kâinatta hiçbirşeye âlet olamaz. Rıza-i İlâhîden başka bir gayesi olamaz. Halbuki şimdiki cereyanların tarafgirâne çarpışmaları hengâmında bu sırr-ı ihlâsı muhafaza etmek, dinini dünyaya âlet etmemek müşkülleşmiş. En iyi çare, cereyanların kuvveti yerine, inayet ve tevfik-i İlâhiyeye dayanmaktır.
İçtinabımızın çok sebeplerinden bir sebebi de, Risale-i Nur’un dört esasından birisi olan “şefkat etmek, zulüm ve zarar etmemektir.” Çünkü
(3) وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى yani, “Birisinin hatâsıyla, başkası veya akrabası hatakâr olmaz, cezaya müstehak olmaz” olan düstur-u irade-i İlâhiyeye karşı, bu zamanda (4) اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ sırrıyla şedit bir zulüm ile mukabele eder. Tarafgirlik hissiyle, bir câninin hatâsıyla, değil yalnız akrabasına, belki taraftarlarına dahi adâvet eder. Elinden gelse zulmeder. Elinde hüküm varsa, bir adamın hatasıyla bir köye bomba atar. Halbuki bir mâsumun hakkı, yüz câni için feda edilmez; onların yüzünden ona zulmedilmez. Şimdiki vaziyet, yüz mâsumu birkaç câni için zararlara sokar.
Mesela, hatâlı bir adama müteallik, biçare ihtiyar valide ve pederi ve mâsum çoluk çocukları ezmek, perişan etmek, tarafgirâne adâvet etmek, şefkatin esasına zıttır.
Müslümanlar içinde tarafgirâne cereyanlar yüzünden, böyle mâsumlar zulümden kurtulamıyorlar. Hususan ihtilâle sebebiyet veren vaziyetler, bütün bütün zulmü dağıtır, genişletir. Cihad, dinî de olsa, kâfirlerin çoluk çocuklarının vaziyetleri aynıdır. Ganimet olabilir; Müslümanlar, onları kendi mülküne dahil edebilir. Fakat İslâm dairesinde birisi dinsiz olsa, çoluk çocuğuna hiçbir cihetle temellük edilmez, hukukuna müdahale edilmez. Çünkü o mâsumlar, İslâmiyet rabıtasıyla dinsiz pederine değil, belki İslâmiyetle ve cemaat-i İslâmiye ile bağlıdır. Fakat, kâfirin çocukları, gerçi ehl-i necattırlar; fakat hukukta, hayatta pederlerine tâbi ve alâkadar olmasından, cihad darbesinde o mâsumlar memlûk ve esir olabilirler.
Umum kardeşlerime birer birer selâm ve kârı binler olan Leyle-i Miracınızı tebrik ederim. Merhum Hacı İbrahim’in, Re’fet Bey gibi müteallikatlarına benim tarafımdan tâziye edip deyiniz ki: “O merhum, Risale-i Nur talebeleri dairesi içindedir; daima onlara olan dualara mazhardır. Biz de hususî ona dua ederiz.” (Tarihçe-i Hayat, Emirdağ Hayatı)
Said Nursî
1)Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
2)Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
3)En’âm Sûresi, 6:164; İsrâ Sûresi, 17:15; Fâtır Sûresi, 35:18; Zümer Sûresi, 39:7.
4)“İnsan ise, şüphesiz ki, çok zâlim ve çok nankördür.” İbrahim Sûresi, 14:34.
SÖZLÜK:
alâka peyda etmemek : ilgi göstermemek
alâkadar : alâkalı, ilgili
aziz : çok değerli, izzetli
bilhassa : özellikle
cemaat : topluluk, grup
cereyan : akım, hareket
dahil : iç
düstur-u irade-i İlâhiye : İlâhî iradenin kaide ve prensipleri
esas : temel
gaflet : âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli, umursamazlık
hakaik-i imaniye : iman hakikatleri
hakikat : asıl, gerçek, doğru
harekât : hareketler, davranışlar
hariç : dış
hatakâr : hatalı, suçlu
hengâm : an, zaman
hizmet-i nuriye-i kudsiye : Risale-i Nur’un Kur’ân’a dayanan kutsal hizmeti
hususan : bilhassa, özellikle
içtinab : kaçınma, çekinme
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet
inayet ve tevfik-i İlâhiye : Allah’ın yardımı ve başarıya ulaştırması
mecburiyet : zorunluluk
mefkûre : gaye, ideal, inanç
men etme : yasaklama
muhafaza etmek : korumak
müstehak olma : hak etme
müşkülleşme : zorlaşma
neşretme : yayınlama
nevi : çeşit
rıza-i İlâhî : Allah’ın rızası
sıddık : çok doğru ve bağlı
sırr-ı ihlâs : ihlâs sırrı
şakirt : öğrenci, talebe
şefkat : acıma, merhamet
taht : makam
tarafgirâne : taraf tutarak
temas etme : ilişki kurma, görüşme
uhrevî : âhirete ait
zulüm : haksızlık, eziyet, işkence
adâvet : düşmanlık
alâkadar : alâkalı, ilgili
biçare : çaresiz
cemaat-i İslâmiye : İslâm toplumu
cihad : dinî değerleri koruma adına yapılan savaş; din uğrunda çaba harcama
cihet : yön
ehl-i necat : kurtuluşa erenler
ganimet : savaşta düşmandan ele geçirilen değerli şeyler
hukuk : haklar
hususan : bilhassa, özellikle
hususî : özel
hüküm : karar
ihtilâl : ayaklanma, karışıklık
kâfir : Allah’ı veya Allah’ın bildirdiği kesin şeylerden birini inkâr eden kimse
Leyle-i Mirac : Mirac gecesi
mâlikiyet : sahiplik
mâsum : günahsız, suçsuz; çocuk
mazhar : erişme, nail olma
memlûk : köle
merhum : rahmete kavuşmuş, vefat etmiş
mukabele : karşılık verme
müteallik : alâkalı, ilgili
müteallikat : ilgili olanlar, yakınlar
peder : baba
rabıta : bağ
sebebiyet veren : sebep olan
şedit : çok şiddetli
tâbi : bağlı olma, uyma
tarafgirâne : taraftarlık göstererek
tâziye : başsağlığı, tesellî
temellük : sahiplenme
umum : bütün
valide : ana
vaziyet : durum, hâl