Yoğun bir kötülüğe maruz kalmış insanlar, travmayı sağlıklı şekilde çözümleyememişlerse, zulmedene ve zulme maruz kalmış olmaya saplanıp kalırlar; travmanın yaşattığı acizliğe, bu acizliği yaşatan zalime nefret duyarak, nefretin tuzağına düşerler.
Nefret tam bir tuzaktır. Nefretin tuzağı; insanın kendini nefret ettiği hasmına çok sıkı şekilde bağlamasıdır. Nefrette, nefret edilen nesneyle bağı korumak için yoğun bir istek vardır. Çünkü nefretin özündeki şey, 'kabul beklenen ve bu beklentiyi hüsrana uğratması kaçınılmaz olan, sevilen ve gereksinim duyulan nesneye karşı' duyulan histir.
Kişinin hayatta yaşadığı travmalar, musibetler ontolojik bir yaralanmaya sebebiyet verir. Kişi ontolojik olarak dünyada kendilerine özgü gereksinimleri ve bütünlüğü, yani hakları olan bir varlık olarak yaşadığını hissetme duygusunda bir zedelenme hisseder.
Her ontolojik yaralanma insanda çaresizlik duygusu uyandırır. Bu çaresizlik de, yine, bir ontolojik duruşu ifade eder. İşte bu hissedilen zayıflığın ve çaresizliğin nereye oturtulacağı hususu, nefret duyup duymamayı, nefret edip etmeme de travmanın etkisini belirler.
Çaresizlik hali ve çaresizlik hissi, bir zayıflık olarak, özellikle de kişiliğin bir yetersizliği olarak kabul görmüşse, kişi çaresizlikten ve zayıflıktan nefret eder. Bu nefret çaresizliğin nedeni olan zalime ve zulme yönelerek mağdurun zulmedenle marazi, bağımlı bir bağlantıyı sürdürmesi neticesini doğurur. Çaresizlik hissi iktidarı ele geçirerek, hükmederek, hükmetmek için de daha kuvvetli olmaya çalışarak giderilmeye çalışılır. Bu yoldan giden her kurum ve birey ise insana ve gelişimine şiddet uygular.
Çaresizlik halini insanlık hallerinden biri yani insanın bir ontolojik gerçekliği, Mutlak Varlık karşısındaki konumu olarak görebilen kişi ise çaresizliği ile yüzleşebilir ve kendisini küçük ve önemsiz hissetmesinin önüne geçerek, ilkel ve yıkıcı nefretten bağımsızlaşır.
Sürgünler, işkenceli hapisler, göz hapisleri, takipler, baskınlar, mahkemeler gibi birçok travma yaşamış olan Said Nursi'nin, travmaları sağlıklı çözümlemesi bize önemli bir model sağlayabilir.
Said Nursi'nin önemli bir özelliği; insanlar eliyle yaşadığı travmatik deneyimlerin uyandırdığı çaresizliği, ontolojik bir çaresizlik olarak kavramsallaştırmasıdır. Kanaatimce Said Nursî'nin şiddete başvurmamasının temelinde ontolojik çaresizliğini kabulü yatmaktadır.
Said Nursî, "ehl-i ilhadın perde altında tecavüzleri gayet çirkin bir suret aldığından" diyerek, "çok biçare ehl-i imana ettikleri zalimâne ve dinsizcesine tecavüz nev'inden" davranışlara maruz kaldığını vurgular. Bu ifadenin geçtiği, 'Es'ile-i Sitte' risalesine, "Bize yollarımızı göstermişken neden biz Allah'a dayanıp güvenmeyelim? Elbette bize yaptığınız eziyetlere katlanacağız. Tevekkül edenler yalnız Allah'a tevekkül etsinler." ayetinin mealiyle başlar. Aynı risaleyi, "Bütün tehdidatınıza karşı, bütün kuvvetimle bu âyeti okuyorum." diyerek, "İnsanlar onlara 'Düşmanlarınız size karşı ordu topladı, onlardan korkun' dediklerinde, bu onların imanını artırdı ve şöyle dediler: 'Allah bize yeter. O ne güzel vekildir'" âyetiyle bitirir. Yaşadığı travmatik deneyimlerde çaresizliğini Yaratıcısına bildirir. Mutlak Varlık'ın varlığıyla zırhlanıp silahlanır.. Ontolojik çaresizliğini ve güçsüzlüğünü kuvvet yoluyla, saldırganlaşarak gidermeye çalışmayarak kişiyi düşmanına hastalıklı bir şekilde bağlayan ve bağımlı hale getiren nefretin tuzağından kurtulur.
"Yine bir vakit hayatım çok ağır şerait ile sarsıldı" dediği bir anda, yaşadığı zahmetlere, sıkıntılara değil, yaşadıklarının Zât-ı Hayy-ı Kayyûm'a bakan yönüne odaklanır. "Hayatımın bana bakması bir ise, Zât-ı Hayy ve Muhyî'ye bakması yüzdür. Bana ait neticesi bir ise, Hâlıkıma ait bindir" diyerek, yaşadığı musibetlere saplanıp kalmayarak, hayatının her halini O'na sunar.
Said Nursî "Sana gelen zahmetlere, sıkıntılara nasıl tahammül ediyorsun?" sorusuna muhatap kalır. Kendisi hakkında 'tezyifkârâne, hakaretli sözler' söyleyen bir kişinin söyledikleri şahsına ve nefsine ait ise 'nefsimin terbiyesine sevk etti' diyerek sıkıntısının izale olduğunu ve o kişiye hakkını helâl ettiğini belirtir. Ve konuyu "Siz benim söylediklerimi sonra anlayacaksınız. Ben işimi Allah'a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını görür, gözetir." âyetine müracaat ettiğini ifade ederek bitirir. Hatta "O vâkıayı olmamış gibi saydım, unuttum. Fakat maatteessüf sonra anlaşıldı ki, Kur'ân onu helal etmemiş" diyerek, o kişinin başına gelen bir musibetten dolayı da üzüntüsünü dile getirir.
Joel Kovel, şiddetsizliğin acı çekmeyi kabul etmekle mümkün olacağını söyler. Şiddetsizliği kabul eden kişi acı çekmeyi kabul ederek sorumluluk yüklenir ve kefâret ödemeye çabalar. Şiddetten arınmış bir eylem aynı zamanda kutsal olana yönelik bir eylemdir. Said Nursî, "Hayatım Rabbanî bir mektuptur" diyerek, her varoluş halinde O'nun esmasının tecellisine vesile olma duygusu yaşayarak, çaresizliğini O'nun esmasının tecellisinin en büyük vesilesi kılar. Said Nursî için O'na hizmet eden her hal kabul edilir ve benimsenir bir niteliktedir. Acılar, kendisine yapılanlar karşısında hiçbir şey yapamamanın getirdiği çaresizlikler dahi bu noktada anlamlıdır; insanın kâinat içindeki varlığının sınırlarını belirleyerek varoluşsal konumunu anlamasına hizmet eder.
Şiddetsizlik yaşamın kendisini yok edecek bir edilgenlik ya da eylemsizlik değildir. Said Nursî, şiddete başvurmayan bir eylemci, yani şiddetsiz bir eylemcidir. "Eğer kuvvet ile ve hâdise çıkarmak ile muhalefet etsem, husulü meşkûk bir maksad için binler günaha girmek ihtimali var. Birinin yüzünden çoklar belaya düşer. Hem on ihtimalden bir-iki ihtimale binaen günahlara girmek, masumları günaha atmak; vicdanım kabul etmiyor" diyen Said Nursî, şiddete ve kine dayalı eylemlerden kaçınır. "Her şeyimi Cenab-ı Hakk'ın tevekkülüne bağlamıştım" derken de, onun tevekkülü, kendisine yapılan tecavüzlere bir eylemsizlik hali değil, travmatik deneyimlerini bir çözümleme halidir.
Travmanın çözümü ahiret bağlamında da ele alınmazsa eksik kalır. Konuya bu çerçevede önümüzdeki hafta devam etmeye çalışacağım.
Zaman