Tevbe Suresinin 111. Ayetinde geçen şu ifadeden anlıyoruz ki, iman etmek bir Allah var demekten ibaret değildir: “Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır.”
İman, bütün varlığı ve kendi varlığını bütün yönleriyle, tüm özellikleriyle var eden ve her an varoluşlarını devam ettiren mutlak, bir ve tek olan Yaratıcı/Var edici vardır. Bütün varlıklar ve benim varlığım bu mutlak olan Yaratıcının özelliklerini yansıtır. Kendimin ve bütün varlıkların ne varlıkları, ne de özellikleri hiçbiri kendi kendisini var edemez ve kendi varlıklarının hakiki sahibi olamaz. Kendimi, varlığımdaki duygu, hal, kabiliyet ve özelliklerimi ve tüm varlıkların varoluşlarını ve özelliklerini birer yansıma olarak görüp, bunlarla mutlak olan Yaratıcıyı tanımayı kabul ediyorum demektir, iman.
İman eden kişi Var edicisinin/Yaratıcısının emaneti olan varlığını tekrar yaratıcısına satan/iade eden kişidir. Yani mümin olmak, varlık emanetini Var edicin/Yaratıcın olan Allah hesabına ve Onun izni dairesinde kullanmaktır. Böyle bir satış işleminin gerçekleşmesi bize hem imanın tarifini veriyor, hem de böyle bir satıştan hâsıl olan kazançları, yani imanın faydalarını açıklıyor.
İman etmek, özgür irademle 'benliğimi' kullanarak varlığımı mutlak olan Yaratıcıya vermektir. Yani varlığımı Onun adına yaşayıp kendi varlığımın ve tüm varlıkların var edicisi ve varlıklarını her an 'varlıkta tutup' devam ettirenin mutlak olan Yaratıcı/Var edici Allah olduğunu tasdik etmektir. Kendi varlığımla, varlığımdaki özellikler, haller, hisler ve kabiliyetler ile mutlak olan Yaratıcıya "ayna" olmaktır.
İman etmemek ise, her biri birer "elmas" değerinde olan insaniyetimdeki duygu, kabiliyet ve özelliklerimi birer "cam parçası" hükmüne düşürüp, insaniyetimi hayvaniyete 'mahkûm' etmektir.
Ey nefsim, varlığım ve varlığımdaki hisler, özellikler ve kabiliyetler bana birer emanettir. Varlığımı ve varlığımdaki bu özelliklerimi var edicime 'verip' Onun adına, Onun izni dairesinde kullanmam gerekir. Yani varlığınla ve varlığımdaki özelliklerle Var edicime "ayna" olmam gerekir. Yani bilinçli bir ayna, ne yansıttığını fark eden şuurlu bir ayna olmaktır ‘imanlı insaniyet’. Varlığım ve varlığımdaki tüm bu özellikler bunun için verilmiştir. Ama ben bunları kendime mal edersem, kendimden bilirsem, var edicimden bağımsız kendimin sayarsam ve öylece kullanırsam emanete "ihanet" ederim ve mülk-ü İlahiyi "gasp" ederim.
Bu ayetten anladığımıza göre, "satmak" ifadesi 'vermek' manasında ele alınıyor. Yani varlığımı ve varlığımdaki özellikleri Allah’a satmak demek, bunlardan vazgeçmem demek değildir. Sadece varlığımı ve ondaki özelliklerimi Allah'a vermek, yani hepsinin sahibi Allah olduğunu bilmek ve bunları Allah hesabına ve Onun izni dairesinde kullanmak demektir.
Emaneti Allah’a satmanın, yani varlığımı Var edicime verip Onun adına varlığımı kullanmanın kazançları, yani imanın faydaları:
•İnsaniyetimin gereği olarak ben ebediyet/sonsuzluk istiyorum. İşte, varlığımı Var edicime verirsem yokluktan, çürümekten kurtulup ebediyen/sonsuza dek var olurum.
•Allah hesabına kullandığımda varlığımın ve varlığımdaki kabiliyetlerimin, duygu ve özelliklerimin kıymeti bin derece artar. Çünkü mutlak olan Yaratıcıya bağlanmak ve ebediyete inanmakla insanın duyguları ve kabiliyetleri tam insaniyete yaraşır şekilde gelişip sümbüllenir.
•Varlığımı Yaratıcıma verip Onun adına, Onun hesabıyla, Onun izni dairesinde yaşamaya bedel olarak cennet verilir.
•Hem de varlığımı Allah’a vermek demek varlığımdan, hayat zevkimden vazgeçmek demek değildir. Yine imanla helal dairesinde varlığımın keyfini çıkarırım.
•Varlığımı mutlak, bir ve tek olan Yaratıcı/Var edici adına kullandığımda, varlığımın var kılınması ve varlıkta korunması meselesi benin için imkânsız zorluklar içerirken, bu meseleyi Yaratıcı üzerine alır, beni psikolojik olarak Yaratıcıdan bağımsız yaşamanın zahmetlerinden kurtarır. Bana sadece hayatımın/varlığımın 'imanla tadını çıkarmak' kalır. Yani tevekkül sırrı ile yaşamın yükünü Allah’a havale etmenin ferah ve sürurunu en güzel şekilde yaşarım.
İşte, en büyük ikram bu: Rabb-i Kerim’in insana ikramı, kendi malını geri ‘satın al’ ve karşılığında bu kadar ücret ver.
Ey nefsim gafil olup, yani varlığımın hakikatinin farkına olmayıp varlığımı Var edicisine/Yaratıcısına vermezsem:
•Emaneti kendime mal ederek emanete ihanet ederim.
•İnsaniyetime ters bir şekilde, varlığımı kendi adıma yaşadığım için, mutlak olan Yaratıcıya ve sonsuzluğa iman etmekle ancak 'kendine gelen', 'kendini bulan' bütün insani özelliklerim gümler gider. Hayvaniyet konumunda yaşanan bir duruma iner.
•Varlığımı kendi hesabıma yaşadığımdan, benim için ‘hiçbir faydası olmadan’ o varlık ölümle zayi olup gider. Sadece cehennemi bana kalır.
•Satmaktaki, yani varlığımı Yaratıcıya vermekteki yüksek fiyattan, yani cennetten mahrum kalırım.
•Tüm bunlarla birlikte varlığımın elde ettiği günahların manevi acıları ve o varlığımın yaşamaktaki psikolojik/vehmi zahmeti ve külfeti benim başıma yüklenir. Yani tevekkülsüzlükle psikolojik olarak yaşamı Yaratıcıdan bağımsız zan ve vehmetmenin ağır yükü benim ahireti düşünmeden hayatın tadını çıkarma heveslerimi mahveder.